Şiirsel Taş'tan 'Sekoya'nın Kapıları'

Şiirsel Taş’ın kaleme aldığı “Sekoyana’nın Kapıları”, felsefi kurgusuyla dikkat çekiyor.

Mavisel Yener

Ormanı okumak
           
“Ne yapacağımı bilmediğim zaman sol kaşım seğirir” cümlesiyle okura merhaba diyen Sekoyana’nın Kapıları, yazarın tutumunu ilk anda ele veriyor. Romanda eksiltili cümleler kullanan yazarların güçlü anlatımı vardır, tıpkı Şiirsel Taş gibi. Sekoyana’nın Kapıları’nın satırları ilerledikçe daha da çok çekiliyoruz kitabın içine. Kol saati ve cep telefonu verilmeyen bir çocuk var ormandaki kulübede çünkü onun zamanı unutması gerekiyor! Dikkatimizi topluyor, merakla ikinci sayfaya geçiyoruz. Ormandaki kulübede yıllardır tek başına yaşayan yaşlı kadın Sekoyana’nın, ona emanet edilen çocuğa çok şey öğreteceğini anladığımızda, kurgunun derin sularında hevesle kulaç atmaya başlıyoruz.
Sekoyana’nın kulübesinde saat, yatak, eşya ve hatta kitap yok. Her duvarında bir kapı var. Sekoyana’nın saçları yaşlandıkça ağarmıyor, yeşeriyor. Bu tuhaf kadın çocuğa ormanın dilini öğretirken aslında ona iç sesinin dilini dinlemeyi belletiyor. Felsefeye ilgi duyan hemen hemen herkesin, en çok da çocukların yanıtını merak ettiği pek çok soru karşımıza çıkıyor kitap boyunca.
Kulübenin her kapısı aynı ormanın farklı manzaralarına açılıyor. Çocuk ilk kapıyı açtığında Sekoyana soruyor: “Ormanı okumaya hazır mısın?” Böylece serüven doğanın kadim evinde ilerliyor. Dört ayrı kapı dört farklı masalı davet ediyor. Okur da çocukla birlikte kulübenin kapılarını sırayla açıyor; bu, beş duyusunu bir kapı gibi açması anlamına da geliyor.
 
DOĞANIN ANADİLİ

Kitap, Sekoyana’nın tuttuğu günlükleri de içeriyor. Bu günlüklerde felsefi düşünce açısından bakıldığında insan-doğa ilişkisini görüyoruz. Sekoyana’nın doğaya yönelişinin temelinde doğaya egemen olma değil, onu anlama çabası yatıyor. “Sadece güneşin doğuşunu ve şafağı değil, eğer mümkünse Doğa’nın kendisini beklemek için geldim ormana” (s. 35) diyen Sekoyana, doğayla arasına mesafe koymadan onunla bütünleşmeyi seçiyor.

Sekoyana’nın günlüklerinde “Doğa” sözcüğünü özel isim gibi yazması; doğayı mekanik değil, kişileştirerek algıladığına dair bir ipucu veriyor. Sekoyana’nın doğayla ilişkisinin niteliğine baktığımızda duygusal bir bağdan da söz edebiliriz.  

Sekoyana, çocuğa bilgilerini aktarırken doğaya saygı ve sorumluluk kavramlarını ahlaki birer kavram olarak da anlatıyor. Sekoyana, yaşadığı çevreyi kendi evi olarak görüp çevre sorunlarını da kendi sorunu olarak görüyor. Çevreyi sahiplenebilecek bilinç oluşturmada laf üretmek yerine eylemsel girişimlerde bulunuyor. Örneğin, insan dışkılarını bile gübre yapımında kullanıyor. Çocuk, bunu ilk öğrendiğinde şaşırıyor: “…Üstünü talaşla kapatırken kendi halime gülüyorum. Bu hâlimle, kakasını toprakla örtmeye çalışan kedilere benziyorum” (s. 18).

Metin, kapitalist ekonominin lokomotifi olan tüketim kültürüne karşı duruş sergiliyor. Sekoyana yonttuğu kaşıkları, ördüğü sepetleri köylülerle bakliyat, un, yağ karşılığında takas ettiğini anlatırken aslında farklı bir yaşamın mümkün olduğu iletisini veriyor.

Kitap, doğal ve kültürel mirasın korunup yaşatılabilmesi için genç kuşakların rolüne inanan ÇEKÜL Vakfı’nın eğitim çalışmalarına destek olmak amacıyla bir proje olarak basılmış. Doğayla ilgili bilimsel gerçeklere dikkat çekilirken konunun sosyal boyutu hakkında duyarlık kazandırmayı amaçlayan kitap, aslında evrensel değerleri anlatıyor; heyecanlı kurgusu aracılığıyla okuma sevincini de yaşatıyor. Sekoyana’nın Kapıları, başka dillere de çevrilmesini önerdiğim kitaplar arasına girdi. Dil demişken kitap doğanın dilinden söz açarak yitip giden diller hakkında da okuru düşündürüyor: “Yeryüzünde konuşulan 6 bin civarında dil var. Altı bin ve bu dillerin en az yarısı önümüzdeki yüzyıl içinde ortadan kalkacak” (s. 78). Diller ve türlerin birlikte yaşayıp öldüğünü düşündüğümüzde, bambaşka öykülerin de kapısı aralanıyor aslında. Ağaçların anadili hangisi, kayın ile meşe ağacı neden kimyasal sihirbazlık yapıyor, mikoriza nedir, ağaçların zaman algısı bizimkinden farklı mı, salyangozların sırrı ne? Bu ve benzeri soruların yanıtları satırların arasında okura gülümsüyor.
 
“DOKUN” ÖĞÜDÜ

Sekoyana’nın kulübesinde hiç kitap olmadığını söylemiştik değil mi? Kitabın son sayfasındaki çizim, sürprizi bize açıklarken tıpkı kitapta da söylendiği gibi “görmek isteyene” gerçekleri gösteriyor.
“Ormana yüreğini açacaksan eğer, sana geleni kucaklayacaksın.” Bilge Sekoyana çocuğa bu öğüdü verirken sürekli bir şeyler gösteriyor, koklatıyor, hatta bazen de tattırıyor. Ama en çok “dokun” diyor: “Olabildiğince dokun. Ağaçların gövdelerine, yapraklarına, çalılara, taşa, toprağa dokun” (s. 41). Sevgiyle dokunmak her zaman bağları güçlendirir. Sevgili öğretmenler, sevgili ebeveynler kitap fuarları yaklaşıyor, ne olursunuz sergenleri gezerken çocuklara “kitaplara dokunma!” demeyin, bırakın dokunsunlar, bırakın beş duyuları ile duyumsasınlar…

Sekoyana’nın Kapıları-Bir Orman Öyküsü / Şiirsel Taş / Resimleyen: Oğuz Demir / Doğan Egmont / 2017 / 180 s. / 9+