Şiirin iyi niyet elçisi; Hasan Uğur Taşçı
Sözcükleri kanata kanata iyileştiren şair Hasan Uğur Taşçı; Ay’ın doruklarına kadar çıkmış, Ay Doruklarda Üşüyorum şiir kitabıyla başlayan gök yolculuğunda en çok gecelerin saçını taramış, onu güzelleştirmiş ama biraz da sitem ederek Saçları Islak Gecenin kitabıyla iz sürmeye devam etmiş, yetinmemiş bir de Bir Yıldız Kanatırsa Geceyi yazarak şafağı beklemeye başlamış…
Nurbanu KablanMUTLAK GÜZELLİĞİ ARAMAK
Şair Hasan Uğur Taşçı, şiiri tanımlarken Aragon’dan yola çıkar: Aragon, Elsa’nın Gözleri kitabına yazdığı Ön söz’de şöyle der: “Şiir sanatı, zaafları güzelliklere çeviren simya ilmidir. Bir şiirin hikayesi, tekniğinin hikayesidir.”
Şair bu güzelliği ararken; yer ile gök, tin ile ten, gündüz ile gece, birey ile toplum, yaşam ile ölüm arasında köprüler kurarak; dizelerini o köprünün altından bir nehir gibi akıtmıştır. İmge denklemini o nehirde taş sektirerek kurmuştur.
En çok şairlerin yüreği incinir ve o vakit eğilip ruhlarını kendileri öperler. İşte bu öpüşmedir şiir, gökkuşağı ile acıları sarmaktır.
Şairin iç tınılarına kulak verdiğimiz zaman şu fısıltıları duyarız: “buzun donduruculuğuna inat/ büyüdü içimin güneşi/ hiçbir katığı olmadan/ açılan sofrasında evrenimin/ gökkuşağı ile sardım acılarımı”. Bu ruh öpüşü mavi bir öpüşe dönüştürür yaşamı.
ŞİİRİN VAZGEÇİLMEZİ; AŞK VE HÜZÜN!
Çünkü aşk cihanda bilinen ilk sözcüktür, çünkü yaşam bir tadımlık aşktır zaten. Taşçı, “Bulutta Nal Sesleri” şiirinde, “Aşk nedir?” sorusuna cevap arar: “Hüzün müdür, öfke midir, adil midir, ihanet midir, zulüm müdür?” diye sorar. Yanıtı da okura bırakır.
Bir yandan aşkın verdiği acılara katlanamazken bir yandan da yokluğunda kendimizi çölde hissederiz. “Bir aşk doğur bana”, “aşk açar kan damarlarını yedi uyuyanlardan” deriz. Sonra çölde bir vaha görürüz, susuzluğumuzu bir nebze olsun gideririz.
Ya da kuraklık çeken toprağa yağmur damlalarıyla “Gecikmiş Bir Yağmur” dizeleriyle sesleniriz: “Kimsesiz bedenimde tığ işi oya/ geceleri titreten lotus çiçeğim/ anneler çocuk büyütür dizlerinde/ bedenimi süzerek yatırdın göğsüne/ gecikmiş bir yağmursun/ aşka susuzluğumda.”
Hüzün ise şiirin çekirdeğidir. Hangi şairin dizelerinde hüzün yoktur ki! Atilla İlhan, “elde var hüzün” derken; Edip Cansever, “bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu” diye soruyor, Ahmet Telli, “bir hüzün defterine döner günler” diyor.
HÜZNE ÇİÇEK AÇTIRAN ŞAİR!
Taşçı ise “Kesinleşmiş Hüzün Adına” konuşur ve hüzne çiçek açtırır: “oysa ne kadar derine gömmüştüm/ beni benden öte tinimin böğrüne/ masum bir belirsizlik sanıyordum/ işte tam burada başladı içimdeki sen/ben mi öldüm gözlerinde/ sen mi vurdun kuş kanadı kalbimi/ hükmü kesinleşmiş şiir adına”.
Taşçı’nın şiir sahnesinde yalnızca sözcükler rol oynamaz, anlam da rolünü başarıyla sergiler. Öz ve biçim bir ahenk içindedir. İmgeleri ustaca kullanmasına karşın imge denizinde boğulmaz.
Diğer taraftan sahnesinde yalnızca kendi iç acıları oynamaz, sahnede toplum da vardır. Ülkesinin acılarından; travmalarından tragedyalar sergilerken umuda yelken açmayı da unutmaz:
“Acıyı dindirmekti seviş-elim dediğimde/ yedi renk arasında yürek kardeşliği/ Ernesto bu yüzden ölmedi mi/ Dersim’i, Sivas’ı, Maraş’ı bilmezken/ yüzündeki hüznü bana ver -gülümse biraz-/ semah gülüşlü olsun coğrafyan”.
Sonra bu coğrafyadan çıkıp Afrika’ya kadar gider. Trajedi derindir: “memesi buz tutmuş bir kadının/ bebesi nasıl doysun sütünden/ yokluğu biliriz -uzak olmayan can çıkmazı- ve umut hangi masalın kahramanı/ Afrika’da asık bir sestir açlığın adı”.
ŞİİR TANIŞIKLIĞIMIZ...
2 Mayıs 2019 Perşembe günü Alanya yoluna koyulan bir otobüsteydim. Güncel Sanat dergisinin açmış olduğu edebiyat yarışmasında “Eylülde Gidilmez” isimli şiirim Güncel Sanat Şiir ödülünü kazanmıştı, törene katılmaya gidiyordum. Jüride görevli Hasan Uğur Taşçı ile onun ödül vermeye, benim de o ödülü almaya gittiğim bir otobüste yollarımız kesişti.
Jüride bir başka değerli edebiyat insanı daha vardı. Profesör Tuğrul İnal, Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatından hocamdı. Şiirleri yarışmaya rumuzla gönderdiğimiz için ödülü öğrencisinin aldığını bilmiyordu. Otelden içeriye girdiğimizde oturduğu masada bizleri görünce gözleri sevinçle parladı.
O akşam o masaya oturduğumuzda bir edebiyat dostluğunun başlayacağını henüz bilmiyorduk. Üç gün boyunca her akşam o edebiyat masası etrafında buluştuk.
Hocam Tuğrul İnal, esprileriyle masayı şenlendiren şiirin has adamı Hasan Uğur Taşçı, hikâye dalında ödül almaya gelen Sevin Sezgin ile eşi Recep Bey, Güncel Sanat Dergisi’nin ve Baygenç Yayıncılık’ın sahibi Arslan Bayır ve ben masayı edebiyat mezeleriyle donattık. Edip Cansever’in “Masa masaymış ha” dizelerini doğrudan çağrıştıran bir masaydı.
USTA İLE ÇIRAK!
O masada şiirlerimden okudum. Taşçı bana dedi ki: “Sen şiir yaz Nurbanu”. Tıpkı Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e “Sen roman yaz” dediği gibi. O günden başlayan şiir dostluğumuz hiç bitmedi.
Şiir kitabım Aşk ile Barış’ın kapak tasarımından şiirlerin incelenmesine kadar tek tek ilgilendi. Şiirler üzerinde alabildiğine tartıştık. Eski kuşaktan gelen gelenekle usta-çırak ilişkisi oldu aramızda.
Şiirimi eleştirip yeniden yazdırdığı gibi beğendiklerini de alkışladı. Eleştirirken asla sözcük ya da dize önermedi, “Bu olmamış, yeniden yaz” dedi. “Şiirde profesyonellik olmaz” diyerek kendi yazdığı şiirleri de eleştirmem için bana gönderdi.
Şairin en önemli özelliği bildiklerini bir sonraki kuşağa aktarmasıydı. O, bu geleneği kendine görev sayarak bildiklerini kıskançlık duygusu taşımadan tüm iyi niyetiyle elini uzattığı şair adaylarına aktardı.
İkinci Yeni şairlerinin hikâyelerinden kesitleri kendisinden çok dinledim. Alınacak dersleri aldım. İyi bir çırak oldum mu bilemem ama o çok iyi usta oldu.
Bugünlerde ciddi sağlık sorunları yaşayan sevgili şairimizin bir an önce aramıza dönmesini temenni ederken, kendi dizelerinden birini anımsatmak isterim:
“beni düşünme, çözerim kefenin düğmelerini”.