‘Seyirci sizi bulur’

Işıl Kasapoğlu, 15 yıl önce Kocamustafapaşa’daki Çevre Tiyatrosu’nda kurduğu Semaver Kumpanya’nın ayakta kalma öyküsünü anlattı

Ezgi Atabilen

Işıl Kasapoğlu, ilk tiyatrosu Theatre a Venir’i 1982’de Paris’te kurdu. İstanbul’a döndükten sonra da önce Cüneyt Türel ve Tilbe Saran’la birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu, ardından 1997’de İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nu, son olarak da kendi bağımsız tiyatrosu Semaver Kumpanya’yı... Tüm kültür sanat etkinlikleri şehir merkezindeyken ve merkezden çıkmaya pek de cesaret edilemezken o, öğrencileriyle birlikte Kocamustafapaşa’da kurduğu Semaver Kumpanya’yı tam 15 senedir dimdik ayakta tutuyor. Peki nasıl?..

- Semaver Kumpanya’yla şehir merkezinde toplanan kültür, sanat etkinliklerini Kocamustafapaşa’ya taşımanızın üzerinden 15 yıl geçti. 15 yıl önce neden duymuştunuz bu ihtiyacı, neden Kocamustafapaşa’yı seçmiştiniz?

Fransa’dan Türkiye’ye döndüğümde tiyatro ortamında en fazla konuşulan şeylerin biri tiyatro salonu eksikliği, ikincisi ise onlarca üniversiteden mezun gençlerin işsizliği ya da iş bulma problemiydi. Aslında her yerde “iş” vardı ama gençler hazırlıklı değillerdi. Gençler sadece İstanbul’da olmak, çok para kazanmak ve dizi sektöründe bambaşka bir yaşam sürmek istiyorlardı. İş öylesine boyutlara varmıştı ki, bırakın diğer kentlere gitmeyi, İstanbul içinde bile birçok kullanılmayan sahne “uzak, sapa, oraya kimse gelmez” bahaneleriyle dışlanıyordu. Herkes Taksim’de yer arıyor, Beyoğlu’nda kalmak istiyordu. Yapabilirdim. Hem kullanılmayan, tu kaka edilen birçok salonu tekrar gözden geçirebilir hem de “iş” bulma korkusuyla yaşayan gençlere olanak yaratabilirdim. Önce salonu bulup, yenileyip sonra da rahatça “hodri meydan” diyebilmek için genç oyuncularla birlikte, aylarca “istenmeyen” birçok salon dolaştım. Sonunda Haliç’in öte yanında bir tiyatro doğdu: Semaver Kumpanya. Hodri meydan!

- Sponsor ve finansör desteği olmadan, üstüne bir de şehir merkezinde bulunmayan bir tiyatroyu ayakta tutabilmenin zorlukları neler? Nasıl başardınız?

Her tiyatronun yaşayabileceği zorluklar aynı. Önce “ürün” yani iyi oyun. Sahnede seyirciyi yanınıza alıp birlikte yol katedemiyorsanız asıl zorluklar başlar. Kira, elektrik, su, telefon, her şey ama her şey zordur, zorludur. Ama yarattığınız oyun seyirciyi değiştirebiliyorsa tüm zorluklar birdenbire yok olur. Her zaman söylerim: Yeter ki biz iyi ürünler verelim, seyirci bizi bulur, bizimle birlikte yolculuğa çıkmayı sever, yeter ki bu yolculukta anlatabilecek bir şeylerimiz olsun.

İkinci önemli olgu ise sürekliliktir. Her zaman söylemeyi sevdiğim gibi, “kayaları aşındıran dalgaların gücü değil, sürekliliğidir”. Tiyatro hayatında ben 42’nci, Théâtre a Venir 15’inci, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu 10’uncu, Semaver Kumpanya 15’inci yılı görebildiysek, sırrı budur.

Önce çok ‘uzak’tık, yakınlaştık

- Bu 15 yılda Semaver bulunduğu çevrede kendi izleyicisini de yetiştirdi. İzleyici profili açısından nereden nereye geldiniz?

Önce Haliç’in öte yanındakiler vardı. Mahallelimiz, Kocamustafapaşalılar, Fatihliler. Kendimiz de vardık. Kuruluşu gerçekleştiren bir avuç gencin yanı sıra kadromuz 135’e varmıştı. 135 oyuncu ya da oyuncu adayı. Aileleriyle birlikte 400-500 kişi, seyirci. Ne güzeldi. En başta kendi kendimizi seyrettiğimiz çok oldu. Mahalleli seyirci bilet almıyor, böreklerle geliyordu. Ece Bar’ın Ece’si tepsi tepsi dolmalar, börekler gönderiyordu. Oyunumuza, oyunlarımıza hep güvendik. Süreç içinde onlar da bize güvendi. Her gün biraz daha çoğaldık. Önce çok “uzak”tık, yakınlaştık; önce “arabalar için park yeri” yoktu, şimdi tüm Kocamustafapaşa park yeri; önce “üşüyorduk” şimdi ortalık çok sıcak. Oyunlarımız iyileştikçe sorunlar ortadan kalktı. Şimdi anlattıklarımızı dinleyen, bizimle yolculuğa çıkmak isteyen, çoğu gençlerden oluşan, muhteşem bir seyircimiz var. Birlikte yol almayı çok seviyoruz.

- ‘Halk için tiyatro’ prensibinizin altında nasıl bir düşünce yatıyor?

Bu prensiple bu 15 yılda başka neler yaptınız? Semaver’i kurarken birinci ilkem Fransızcadaki “elite populaire” kavramıydı. Türkçedeki tam karşılığına karar veremiyorum. “Seçkin halk tiyatrosu” mu desem acaba? Tüm tiyatro yaşamım bu ilkenin ışığında seyretti. Hep anlatmaya çalıştım. Anlatacağım, paylaşabileceğim bir şey yoksa o oyunu yapmadım. Her oyunuma mutlaka kendimi kattım. Bazen yazardan izin bile almadım. Hâlen oyun yapmaya devam ediyorum. Bu yıl Adana Devlet Tiyatrosunda “Silahlı Manzara” adlı oyunu sahneledim. Bilkent Üniversitesi’nde “Madde 22”. Her iki oyunda da haykıracağım şeyler vardı. Haykırdım. Sırada “Elektra”, “Üçüncü Richard” ve “Batı Rıhtımı” var. Sofokles, Shakespeare ve Koltès.