Seyirci diğer Recep’i tercih ediyor... Bir liderin çocukluğu
Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatını anlatan ‘Reis’, Cumhurbaşkanı’nın çocukluk yıllarıyla İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olduğu döneme odaklanıyor ama hedefi bir türlü tutturamıyor.
Emrah KolukısaVizyona girmeden yapımcısının film ekibine olan borçları yüzünden gündeme gelen, vizyon sonrasındaysa IMDB’deki notu vesilesiyle (hali hazırda 10 üzerinden 1.8) konuşulan “Reis” filmini bir de sinemasal nitelikleriyle ele almanın zamanı geldi herhalde. Ne de olsa bir filmin gerçek değeri, zamanının ötesine geçip geçemeyeceği, yani kalıcılığı bu niteliklerle ölçülür, adli haberlerden ve kaynağı belirsiz oylamalardan değil.
Hüdaverdi Yavuz’un yönetmenliğini üstlendiği ve Cumhurbaşkanı’nın hayatını anlatmak üzere yol çıkan “Reis” Adnan Menderes’in idam edildiği gün başlıyor. Muhafazakâr kesimin büyük bir toplumsal travma olarak nitelediği ve her fırsatta dile getirdiği bu idam sahnesini Kasımpaşa’da bir kıraathanede radyodan duyan (bu arada o dönemde radyo spikerleri herhalde “son dakika gelişmesi” demiyorlardı, değil mi?) bir grup vatandaş öfke içinde isyan ediyorlar ve biz de yıllar sonra siyasete atılacak R.T. Erdoğan’ın politik bilinçlenmesinin temellerini öğrenmiş oluyoruz. Film bir yandan o yıllarda 9-10 yaşlarında olan ve bu küçük yaşına rağmen tüm mahallede büyükleri tarafından bile “Tayyip hoca” diye anılan (neden, belli değil, sırf imam hatipe hazırlandığı için mi?), arkadaşlarının ise ekseriyetle “Reis” diye hitap ettiği temiz yüzlü Tayyip ile 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyan yetişkin Erdoğan arasında gidip geliyor. Çocukluğunda onun ileriki yaşlarda olacağı kişiye dönüşmesinde etkili olmuş kişi ve olayları tanırken, yetişkinliğinde de nasıl halk tarafından sevilip sayıldığını ve her türlü tehdide rağmen nasıl korkusuzca yürümeye devam ettiğini görüyor ve nihayetinde şiir okuduğu için hapse girdiğine tanık oluyoruz. Genel hatlarıyla film bundan ibaret.
“Reis”in ne yazık ki (ne yazık ki diyorum, zira Erdoğan’ın hayatından farklı açılardan bakan birkaç tane çok sağlam film çıkabilir kanımca) iyi yazılmış, iyi çekilmiş ve iyi oynanmış bir film olduğunu ileri sürmek imkânsız. Bir kere sahnelerin büyük kısmı fazlasıyla karanlık ve bu kötü ışık kullanımı oyuncuların yüzlerini görmemize bile engel oluyor çoğu sahnede. 60’lı yılların Kasımpaşası olsun, 90’lı yılların Eminönü’sü olsun, döneme ve kente ait sahnelerin hiç birinde de izleyiciye o dönemin ve o mahallelerin duygusunu geçirecek bir atmosfer, görsellik ve çevre düzeni çalışması yapılmamış, yapılan kadarı da çok eksik kalmış. Oyunculuklarda da izleyicide titreşim yaratacak, duygu uyandıracak, hadi bilemediniz gaza getirecek bir performans için hiç beklentiye girmeyin derim, zira yok. Sadece küçük Tayyip’i canlandıran Işık Yıldız’ın adı gibi bir ışık barındırdığını söyleyebilirim, hepsi o kadar. Nedense çok zayıf bir oyuncu kadrosu kurulmuş ve TV dizilerinin bile çok altında bir oyunculuk işçiliğiyle film kotarılmış. Ama tüm bu saydıklarım senaryoya dair problemlerin yanında solda sıfır kalır doğrusu.
Erdoğan gibi toplumum hatırı sayılır bir kesiminde ciddi bir bağlılık ve hayranlık yaratan bir liderin hayatını anlatırken çok sağlam bir senaryoya, akılda kalıcı sahnelere ve izleyiciyi kendisine bağlayan karakterlere ihtiyacınız vardır. Filmde küçük Tayyip’in kendisine rol model aldığını tahmin ettiğimiz (bunu söylerken Tayyip’in onlardan etkilendiğini gösteren çok az ipucu olduğundan yola çıkıyorum, daha çok büyükler Tayyip’ten etkileniyor sanki, tuhaf bir biçimde) kişilerin birisinin bir kabadayı, bir diğerinin psikopat bir kulüp başkanı ve bir başkasının da babası olduğunu görüyoruz ama bu tiplerin hiçbiri ince işçilikle ele alınmadığı için izleyici olarak Tayyip’in geçirdiği iddia edilen evrimi geçirmiyoruz. Kötü adamlarsa (uyuşturucu kullanan zengin çocuğu, gücü temsil eden paşa babası ve şeref yoksunu savcı gibi tipler) daha da beter bir özensizlikle ele alındığı için dramatik yapı iyiden iyiye çöküyor zira çatışmalar belirginleşmiyor, ele avuca gelmiyor. Öte yandan film kurgusu gereği (çoğu 60’larda, yüzde 20’si 90’larda) özdeşleştirmeyi zorlayan bir yapıya sahip ve duygusal anlamda da kuru olduğu için seyircinin katharsise ulaşmasına da imkân sağlamıyor. Bu filmin neden çekildiğini bilemeyiz elbette ama tahmin ettiğimiz gibi insanları “Reis”leri konusunda şevke getirmekse, bu şekilde olmaz. Yazının başlığında atıf yaptığım filmi (“Bir Liderin Çocukluğu” yön: Brady Corbet) izleyenler hatırlayacaktır, aslında “Reis”in yapması gereken her şeyi o filmde bulmak mümkün. Tabii Erdoğan’ın hayatı o şekilde ele alınsa herhalde film anında yasaklanırdı, o da başka.
Seyirci diğer Recep’i tercih ediyor...
Levent’te işlek bir AVM’de, cumartesi akşamüstü saati olmasına karşın ancak 4’te 1 doluluk oranıyla oynayan filmin gişede pek kıpırdanma yaratmayacağını söylemek müneccimlik olmaz. İzleyicinin yüzde 70’inin de 25 yaş altı erkeklerden oluştuğunu ve elbette “diğer Recep”in çok daha fazla ilgi gördüğünü söylemek gerek. Film bitmeden sinemadan ayrılanları saymıyorum bile.