Şevket Çoruh: Vicdanın varsa susmazsın

Çok şükür, yandaş medyanın bunca propaganda bombardımanına rağmen halkımız bu yandaş medyaya itibar etmiyor. Sadece medya değil sanatçı, işinsanı herkes ifade özgürlüğünün yanında olmalı ve lafını esirgememeli, lafta kalsa da bu bizim anayasal hakkımız. Vicdanın varsa susmazsın. Gevezeliğim o yüzden sanırım.

Hilal Köse

Şevket Çoruh, tiyatromuzun çok önemli ismi. Her şeyini verdi, Kadıköy'de Baba Sahne'yi kurdu. Koronavirüs yüzünden perdeler kapanmadan önce, Murat Akkoyunlu ile rol aldığı Bir Baba Hamlet, kapalı gişe oynuyordu. "Dünyanın en eski mesleklerinden tiyatro. Canla, etle, terle, gözle, gözyaşıyla yapılan bir sanat. Ve bir sanat olabilmesi için o an alıcısına ihtiyaç duyuyor. Seyircisiz tiyatro, tiyatro olmaz zaten. Özledik seyircimizi, bir bitse şu yangın" diyor. Çoruh'la, baba olmaktan, Covid-19'a, ülke meselelerinden, tiyatroya dair pek çok konuyu masaya yatırdık. O, son haftalarda Arka Sokaklar dizisinin komiser Mesut'u olarak setlere döndü ama biz karantina koşullarında uzaktan söyleştik.


"Hayatta tercihler vardır, kimileri varlıklı olmayı seçer ve bu yolda onurunu, gururunu, şerefini ayaklar altına almaktan çekinmez, güç odağı neresiyse oraya doğru eğilir her türlü kin nefret ve pislik tohumunu ekmekten geri kalmaz. Kimileri de varlıklı olmak yerine, var olmayı tercih eder. Bu tercihler sizin kim olduğunuzu ve ne kadar güvenilir olduğunuzu belirler. Ben güvenilmeyi sevilmeye tercih ediyorum."


Öncelikle tebrik ederim, ikinci kez baba oldunuz. Nasıl bir duygu yeniden bebek sahibi olmak?

Teşekkür ederim. 23 yıl önce Gülenay’la başladığım babalık yolculuğunun ustalık dönemini yaşıyor gibiyim. Bisiklete binmek gibi, bir kere öğrendin mi unutulmuyor. Turna bebekle de yeniden ilkleri deneyimliyorum. Bebek kokusu başka bir şey. İnsanın başını döndürüyor. İnsana umut veriyor.


BABALIK DERTLİ BİR MÜESSESE 


Baba sözcüğü üzerine düşündüm size soru yöneltirken. Baba Sahne, Bir Baba Hamlet… "Baba"lık da yakışıyor size. Güven veren, sözünü söylemekten çekinmeyen biri olarak… Bu kadar "baba"nın sizde toplanması bir tesadüf mü?  

Babalık aslında dertli bir müessese. Hem baba hem de evlat açısından. Söylenememişlikler ve anlatılamamışlıklarla dolu. Saygı, çekinme, korku, özenme, acıma, isyan etme gibi durumlar genellikle sevgiden önce deneyimleniyor. Babanın Lugat365’teki tanımı aslında benim için "baba"yı tam olarak özetliyor diyebilirim. Baba, kızan karışan, koruyan, sinirlendiren, sarılan, özlenen, manası yokluğunda daha iyi anlaşılan kişi. Bir çok dilde benzerlik gösteren ve çocuk sesinden türetilmiş. Baba kavramının sadece benim için değil  hepimiz için çok özel bir önemi var. İnsan babasına güvenmek ister. Laf vardır, "babana mı güveniyorsun oğlum?" Hayatta tercihler vardır, kimileri varlıklı olmayı seçer ve bu yolda onurunu, gururunu, şerefini ayaklar altına almaktan çekinmez, güç odağı neresiyse oraya doğru eğilir her türlü kin nefret ve pislik tohumunu ekmekten geri kalmaz. Kimileri de varlıklı olmak yerine, var olmayı tercih eder. Bu tercihler sizin kim olduğunuzu ve ne kadar güvenilir olduğunuzu belirler. Ben güvenilmeyi sevilmeye tercih ediyorum.


Sizin babanızla ilişkiniz nasıldı? Çocukluğa baktığınızda şimdi en çok neyi hatırlıyorsunuz babanızla birlikte yaptığınız?

Bizim kuşağın babaları hep aynıydı, çocuğunun başında bir dam, üzerinde çulu, karnını doyuracak ekmeği sağladı mı babalık görevini yerine getirmiş olurdu. Onlarda babalarından bugünkü gibi bir babalık şefkati, sevgisi görmemişler bilmiyorlar bize nasıl göstersinler. Biz ve bizden büyük jenerasyon ile konuşun, üç aşağı beş yukarı bu hikayeyi anlatır. Benim babam şofördü. O zamanlar araba sahibi olmak çok özel bir şeydi. O eski dolmuşta onun yanında oturup onun araba kullanmasını izlemek herhalde en çok keyif aldığım şeydi. 


 DELİ GİBİ BOŞ SAHNEYİ İZLİYORUM


Baba Sahne'nin kuruluş hikâyesini çok anlattınız, çok da güzel. Ne kadar tebrik etsek az. Sizi en çok ne yormuştu o dönem?

Süreçte yaşadığımız zorlukların sadece biri bile benim diyen insanı yolundan döndürüp vazgeçirebilir. O yüzden hangi birini söyleyeyim bilemiyorum. Ama Baba Sahne’den içeri her adım attığımda değermiş diyorum. Başka bir ruhu var, kokusu var, dokusu var. Oyun sonrası eve gitmeyip bazen deli gibi boş sahneyi izliyorum. Aslında ustalarımızdan gördüğümüzü yaptık. Açılışta Müjdat Hoca (Gezen) uyarmıştı. “Hocanın dediği yapılır, yaptığı değil” diye. (Gülüyor.) Onların hem tiyatromuza hem de bizlere yaptıklarından sonra sadece dedikleriyle yetinmeyecektik elbette.


SAVAŞ DİNÇEL'İN "NAH"I


Baba Sahne’de Savaş Dinçel'in heykelinin önünde fotoğraf çekme kuyrukları oluyor. Savaş Dinçel’in sizdeki yerine ve heykele dair neler söylersiniz?

Savaş Hoca, konservatuvarda hocam ve tiyatro bölüm başkanımızdı. Çok özel bir insandı,  hocadan çok ustaydı benim için. Hocalarım bir çok yönden ona benzediğimi söylüyor ve bu bana çok gurur veriyor. Savaş Hoca’nın o heykelcikteki “nah”ında çok şey gizli. Oğlu Barış’ın (Dinçel) eseri. Hayatı yaşarken özünü doya doya içine çeken, karşı koyarken de çelebice “nah”ını esirgemeyen bir ustaydı. Barış’ın o eserinin Baba Sahne’de yerini bulması ve seyircimizin Savaş Hoca’yla orada buluşması çok mutlu ediyor beni elbette. Yaşasaydı açılışta ne derdi diye düşünüyorum hep. Aklıma gelenleri söylemeyeyim diyorum sonra. (Gülüyor.) Ayrıca Baba Sahne'nin salonuna Savaş Hoca'nın ismini verdik. Umarım o salonda onun adına layık eserler sahnelenmeye devam eder.  


HAYATIMIZDAKİ FAŞİST ÖTEKİLEŞTİRİCİ TAVIR SANAT İÇİN DE GEÇERLİ

 

Oyuncu olmanızın, sanat yaşamınızın dönüm noktası neydi? Sizden ilham alanlar, nasıl çizmeli yollarını? İşin olmazsa olmazı nedir?

Maltepe’de büyüdüm ben, bugün düşünüldüğünde, benim okuduğum dönemlerde, devlet okullarındaki eğitim çok daha kaliteliydi. Lisede sanat faaliyetlerine önem verilirdi. Şimdi muhafazakârların sanat olarak kabul ettiği, ebru, hat vb. sanatlar dışında hiçbir şey sanat olarak kabul görmüyor ve desteklenmiyor. Hayatımızdaki faşist ötekileştirici tavır, sanat içinde geçerli. Lisede liseler arası bir tiyatro yarışmasında ödül almıştım, sanırım o günden sonra oyunculuk bir iş bir meslek olarak kafamda oluşmaya başladı. İşin olmazsa olmazı eğitim, eğitim şart diyerek bir klişenin belini kıralım. Bir de samimiyet ve inatla yürütüyorum ben işimi. Temeli bunlar olunca kolay kolay sarsılmıyor insan. Sonrası işin parkesi, cilası... Tiyatronun inşaatı 2.5 yıl sürdüğü için galiba bütün terminolojimiz müteahhitçeye döndü. (Gülüyor.)


EVE KAPANIP BİR SOMUN EKMEK PİŞİRMEDİM!


Salgına dair de düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Ne hissettiniz, ne düşündünüz virüs ülkeye ulaşınca? Evde kalınca daha önce yapamadığınız şeylere vakit ayırabildiniz mi?

Sağlık her şeyden önce geliyor elbette. Başta tiyatromuzun dezenfeksiyon periyodunu arttırdık, sonra inisiyatif alarak sahnemizi kapattık, akabinde de genelge geldi zaten. Ne olduğunu, nasıl mücadele edebileceğimizi, nasıl ayakta durabileceğimizi bilmediğimiz milimetrenin trilyonda biri büyüklüğünde bir canlı Covid-19. Bu bilinmezlik ürkütmüyor değil insanı. Çok da evde kalabildiğim söylenemez bu süreçte. Tiyatronun karşı karşıya kaldığı durumun toparlanması, diğer tiyatrolarla dayanışma olanaklarının zorlanması amacıyla sürekli toplantı halindeyiz.

Covid-19 pandemisi sadece tiyatrolar için değil, tüm dünya için büyük bir sıkıntı. Berber de, restoran işletmecisi de, çiftçi de, işçi de sıkıntılı. 


Herkes belirsizliği yaşıyor….

Sorun şurada sosyal felaketlerde sosyal devlet kavramı çok fazla öne çıkar, çünkü kurumların, sektörlerin ayakta durmasına yardım edebilecek tek güç sosyal devlet anlayışıdır. Dünyada bütün hükümetler vatandaşına ve kurumlara büyük destekler açıkladı, her kurum, her insan hayatının perdelerini tekrar açabilsin diye yardım ediliyor. Ülkemizde kişilerin birbirine desteğinden başka bir destek görmedik daha. Umarım en kısa zamanda herkes perdesini tekrar açabilir. Evde vakit  geçirmek daha önce yapamadığım şeydi, çünkü dizi seti, oyun ve turneler yüzünden gerçekten evde vakit geçiremiyordum. Eşimle kızlarımla vakit geçirdim, bu gerçekten vakit ayırmayı isteyip yapamadığım bir şeydi ama o da sona erdi, çünkü iki hafta önce sete çıktık. Tekrar dizi çekimlerine başladık. Yani bu süreçte eve kapanıp bir somun ekmek pişirmişliğim yok. 


"Para söz konusu ise karantinada her şey mubah.  Faşist politikaları ile ülkede liyakati, kuvvetler ayrılığını, ifade özgürlüğünü bitirip, demokrasiyi ve anayasayı rafa kaldıran, muhalefeti ben de kınıyorum. Hele muhalefet belediyelerinin yaptıkları akıl alır gibi değil, halka yardım etmeler, faturalarını ödemeler, bakkal borçlarını silip yardım kolileri ulaştırmalar, dinazor parkı yapmak yerine su borularını yenilemeye çalışmalar falan, bu tip provokasyonları yemeyiz biz."


NEYİMİZ DOĞRU Kİ KARANTİNAMIZ DOĞRU OLSUN

 

Sanatçı gözüyle bizim insanımızın salgın güncesine dair neler söylersiniz? Sizi en çok şaşırtan neydi bu süreçte?

Beni çok üzen İstanbul’un salgın haritası oldu. Böyle genellemelerden kaçınırım ama haritanın renklerine bakarak yorumladığımda; işe gitmek zorunda olan, evde kalma olasılığı bulunmayan, dar gelirli yurttaşlarımızın çoğunlukla yaşadığı semtler kıpkırmızıydı. Covid 19’un insan ayırmadığını söyledilerdi ama o bile yalanmış. Deveye sormuşlar neren eğri diye nerem doğru demiş. Bizim neyimiz doğru ki karantinamız doğru olsun. AVM açık, ama Camiler kapalı.  Voleybol basketbol ligleri iptal ama futbol ligleri oynanıyor.  Maskesiz sokağa çıkmak yasak ama maske gelmiyor, satılması yasak, sonra serbest. Gençler evden çıkamaz ama çalışan gençler çıkıp virüsle yüz yüze gelebilir. Yani para söz konusu ise karantinada her şey mubah.  Faşist politikaları ile ülkede liyakati, kuvvetler ayrılığını, ifade özgürlüğünü bitirip, demokrasiyi ve anayasayı rafa kaldıran, muhalefeti ben de kınıyorum. Hele muhalefet belediyelerinin yaptıkları akıl alır gibi değil, halka yardım etmeler, faturalarını ödemeler, bakkal borçlarını silip yardım kolileri ulaştırmalar, dinazor parkı yapmak yerine su borularını yenilemeye çalışmalar falan, bu tip provokasyonları yemeyiz biz.


Sizce bu salgın, dünyada ve Türkiye’de insanların özgürleştiği, insani değerlerin hatırlandığı bir süreci başlatacak mı, ders alacak mı insanlar?

Bilmem, yaşayıp göreceğiz. Ama geçmiş salgınlardan sonra yaşananları inceledikçe öyle bir aydınlanmanın aksine bol bol savaş, kan, gözyaşı gösteriyor bize tarih. Umalım da öyle olmasın.

Virüs sonrası için iki fikir var, birincisi artık dünya eski dünya olmayacak söylemi. İkincisi ise insanın unutma kabiliyeti ile çok hızlı bir şekilde bu salgını unutup eski düzenine ya da düzensizliğine devam edeceği yolunda. Kimin hangisi işine geliyorsa o açıdan bakmayı tercih ediyor. Ben insanın ve dünyanın mahvolmasına sebep olan aç gözlülük duygusu değişmediği sürece hiçbir şeyin değişeceğine inanmıyorum. İnsanlığın alması gereken en büyük ders, "böbürlenme insanoğlu senden büyük virüs var", olabilir.


HAYALLERİMDEN VAZGEÇEMEM ANNEM  KIZAR!


Sizin salgın sonrasına dair hayalleriniz, umudunuz ne yönde?

Açıkçası bilinmezlik ürkütse de insana dair umudumu hep diri tutmaya çalışıyorum. Her yeni koşula uyumlanabilen bir DNA’mız var. Samimiyet ve inatla yeni dünyanın hamurunu beraberce karmamız gerektiğini düşünüyorum. Acaba insanı sevmekle mi başlasak her şeye?


Hayal demişken, şunu da sormak isterim. Şevket Çoruh hayalci midir gerçekçi mi? Nasıl bakar olaylara? Hem sanat yaşamınız çok aktif, hem zaman zaman olumsuz şeyler, saldırılar yaşayabiliyorsunuz. Ama duruşunuzdan gram değişme yok...

Aslında hem hayalci hem gerçekçi sayılırım. Bu mesleğe gönül vermiş herkes gibi. Sonuçta işimiz hayal satmak. Bizim kurduğumuz hayallerden rahatsız olanlar hep olacak, biliyorum bunu. Ne yapayım, onlar rahatsız oluyor diye kurduğum hayallerden mi vazgeçeyim? Annem kızar. (Gülüyor.) Elbette hayallerim var, zaten amacı hayali olmayan bir hayat boşuna yaşanılan bir hayat gibi geliyor bana. Ama kurduğum hayaller gerçekleşme imkanı olan hayaller, bu da beni gerçekçi mi yoksa hayalperest mi yapıyor bilemedim. İnsanların başkalarının görüşlerine katılmamasını anlarım, ama bu hakaret, iftira ve hedef gösterme boyutunda olunca insan ister istemez rahatsız oluyor. Kendinize saygınız varsa, başkalarının size saygı gösterip göstermediğini çok umursamazsınız.  


ÇOK ŞÜKÜR HALKIMIZ YANDAŞ  MEDYAYA İTİBAR ETMİYOR


Ülkemizin derdini de çeken bir aydın olarak, hiç başka bir ülkede yaşamak istediniz mi, isyan ettiğiniz oldu mu?

Ne başka bir ülkede ne de başka bir şehirde yaşamayı düşledim. Başka ülkelere yaptığım ziyaretlerden hep ülkemi özleyerek döndüm. Fıtratım bu. (Gülüyor.) Kızdığım, isyan ettiğim, mutsuz olduğum şeyleri bazen sosyal medyada dile getiriyorum, görüyorsunuzdur. Güzel şeyleri görmemek içinse kör olmak lazım. Yalnız olmadığımı görüyorum mesela. İnsanımızın mayasının hâlâ sıkı olduğunu görüyorum ne kadar ekşitmeye çalışsalar da... Zor günlerde kenetlenebildiğimizi görüyorum, çocukların güzel büyüdüğünü, akıllı bir neslin geldiğini görüyorum. Bakış açını değiştirirsen güzel şeyler orada duruyor, görürsün sen de.


Geçen günkü instagram yayınınızı dinledim. Türkiye için can acıtan meselelere de değindiniz. Mesela ifade özgürlüğü gibi. Gazetecilerin konuşması gerekirken susmasını eleştirdiniz. Neden susuyorlar sizce? Konuşmak neden zor?

İfade özgürlüğünün olmadığını söyleseniz bile kaç kişi sizi duyuyor, alternatif medya kanalları haricinde kaç TV, kaç gazete muhalefet yapabiliyor ya da muhalefet yapanlar yaptıkları için cezasız kalıyor? Medya üzerindeki baskı, sansür ve cezalar ortada, iktidar kendi gibi düşünmeyen herkesi cezalandırıyor, sonra dalga geçer gibi demokrasiden ve basın özgürlüğünden bahsediyor. İktidarın en büyük başarısı yaptıklarının tam tersi açıklamalar yapması ve bunu kendi yandaş medyasından gerçekmiş gibi empoze etmesi. Çok şükür, yandaş medyanın bunca propaganda bombardımanına rağmen halkımız bu yandaş medyaya itibar etmiyor. Sadece medya değil sanatçı, işinsanı herkes ifade özgürlüğünün yanında olmalı ve lafını esirgememeli,  lafta kalsa da bu bizim anayasal hakkımız.  Dünyanın dönmediğini söyletmiş engizisyon Galile’ye; dünya ise bunu hiç sallamadan dönmeye devam etmiş, değil mi? Sussak da susmasak da gerçekleri değiştiremiyorlar işte. Mıh gibi duruyor o gerçek ve günü geldiğinde hepsinin eline ayağına dolanıyor. Vicdan dediğin müessese dünyadaki bütün hukuk sistemlerinden kuvvetli bence. Vicdanın varsa susmazsın. Gevezeliğim o yüzden sanırım.



Bir Baba Hamlet oyunundan bir kare...


"Tiyatromuz Yaşasın kampasının nereye ulaştığı konusunda henüz bir bilgi sahibi değilim. Koşulların zorladığı süreci devlet desteğiyle atlatabilmemiz biraz zor görünüyor. Seyirciler ve tiyatrocular yine birbirlerinin yaralarını sararak çözecekler sanki bu sorunu. Dünyanın en eski mesleklerinden tiyatro. Canla, etle, terle, gözle, gözyaşıyla yapılan bir sanat. Ve bir sanat olabilmesi için o an alıcısına ihtiyaç duyuyor. Seyircisiz tiyatro, tiyatro olmaz zaten. Online oyunlar sadece bu süreçte evde oturan seyircinin can sıkıntısını giderir, salondaki paylaşımın yanından bile geçemez. Özledik seyircimizi, bir bitse şu yangın..."


“Tiyatromuz yaşasın” kampanyasına destek yeteri kadar geldi mi sizce? Bir de ülkemizde tiyatro hak ettiği değeri görüyor mu?

Tiyatromuz yaşasın kampanyası seyirciye yönelik bir kampanya değildi, sosyal devletin yapması gerekenleri yapmasına yönelik bir kampanyaydı, siz böyle bir destek duydunuz mu ben henüz duymadım. Tiyatro ya da başka bir sanat dalının ilgi görmesi, o ülkenin insanının hayati ihtiyaçlarının giderilmiş olması ile doğru orantılı. İnsanlar aç, işsiz ve eğitim alamamış, şimdi sen bu insana niye tiyatroya yeterince ilgi göstermiyorsun, niye sergi gezmiyorsun diyebilir misin? 


Online gösterimlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Online gösterimler tiyatronun ve tiyatrocuların iyi niyet göstergesi ama tiyatronun yerini alabilecek yeni bir biçim değil olamaz da. Biz buradayız burada olacağız seslenişi gibi bir şey online gösterimler. 


O GÜLÜMSEME İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ YOK DİYE İLGİ ÇEKTİ


Bir Baba Hamlet'te olaylar Danimarka’da geçiyor ya. Nasıl oluyor da ülkemize bu kadar benziyor elin Danimarka’sı, insan hayret ediyor. Oyunun bu kadar çok sevilmesini neye bağlıyorsunuz?Shakespeare’in büyüklüğü de burada, bu yüzden evrensel ve 500 yıldır ayakta. İnsanı anlatıyor, insan her yerde aynı, aynı aç gözlülük, aynı hırs, aynı alçaklık, aynı yüzsüzlük, aynı yobazlık, birbirine benzememesi mümkün değil. Sorunuzda cevap var zaten Danimarka ile ülkemiz birbirine çok benziyor, insanlar kendi yaşadıklarını,  kendilerini görünce oldukça eğleniyorlar. 

 

İnsanlar seçim dönemindeki o gülüşünüzü unutamadı. Sanırım tarihe geçen bir gülücük oldu... Bu kadar ilgi görmesini neye bağladınız siz? Her fırsatta aynı gülüşü isteyenler oluyor sizden. 

O gülüşümün bu kadar ilgi görmesinin sebebi, ifade özgürlüğünün eksikliği. Adamın biri, bir olaydan sonra çıkıp sadece gülüyor ve bundan birileri çok mutlu oluyor birileri de aşırı rahatsız oluyor. Demokratik bir ülkede olsa bunca kişinin umursayacağını, bu kadar olay olacağını zannetmem. Gülüşü tekrar tekrar benden istemelerine gerek yok artık, teknolojik imkanlar var canları çekti mi açıp internetten izleyebilirler. Nasreddin Hoca’nın torunlarıyız, ecdat olarak yani... Gülmeyi de güldürmeyi de seviyoruz. Gülmeyi özlemiş insanlar herhalde, bilemiyorum..


Son sorum, Baba Sahne oyunlarından en sevdiğiniz oyunlar hangileri? Baba Sahne’nin olmayan ama çok sevdiğiniz sizde özel bir yeri olan başka bir oyun sorsam hangisini söylersiniz?

Bu biraz hangi evladını daha çok seviyorsun gibi bir soru oldu. Cevabı da belli hepsini aynı derecede seviyorum. Bizim tiyatrolarımızın oyunları hepsi, hepsine inandığımız beğendiğimiz için sahneledik. Bu soruyu seyirciye sormalısınız bana değil.  Benim için en özel oyun diyebileceğim oyun sanırım, Şahları da Vururlar. Çok şükür Ferhan abi tekrar sahneliyor yeni kuşaklarda bu oyunu izleme fırsatı bulacak son dönemde beni en heyecanlandıran oyun bu.