Sevin Okyay, "Kaç ödül aldığımı bilmiyorum!"
Gazeteci, çevirmen, eleştirmen Sevin Okyay, sürmekte olan 4. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’nde Emek Ödülü ile onurlandırıldı.
Yazgülü AldoğanFilm yönetmemiş olsa da Sevin Okyay’ın sinemaya verdiği emek çok büyük, sadece sinemaya mı? Sanat ve kültürün birçok dalına. Bu ödülü fırsat bilip Sevin Okyay’a açtık sayfamızı. Keşke pandemi koşulları olmasaydı da karşılıklı sohbet etseydik diye dertleniyordum ama soru yanıt bile sohbet tadında olunca hiç dokunmadım! İki muhabbetin belini kırabilseydik, ben ona oğlum Deniz’in Harry Potter’ların dizisi yayımlanırken kitapçının önünde beklediğini; arkadaşına söyle, çabuk çevirsin, bu da bitti diye beni sıkıştırdığını anlatırdım oysa!
- Sevin Okyay’ı bugün Z kuşağına tanıtmak gerekse, nasıl tanıtırız? Ne iş yapar diyemeyeceğim de en çok sevdiği işi nedir? Harry Potter’ın çevirmeni; ilk Türk kadın sinema eleştirmeni; radyo müzik programcısı; polisiye roman uzmanı, gazeteci? Radikal 2’yi çok seviyordun.
Doğrudur. Ama en çok Gergedan dergisini ve Şehir’i. Oruç Aruoba, Enis Batur, Ömer Madra ile çıkardığımız dergiler grubunu. Radikal’in Sinema Eki ve Nokta’nın “Ne Nerede?” eki de. Bir de radyo programları. Canlı yayın olarak başlamıştım, Açık Radyo’da, elim ayağıma dolaşarak “Ben ne anlarım Ömer?” diye mızıldanarak... Oysa aynı şeyi sinema yazısı için Enis’e söylediğimde de faydasını görememiştim. Demek ki insanın önünde yeni ufuklar açan arkadaşlarım var.
- İlk film eleştirin Fellini’nin “Ve Gemi Gidiyor” filmi. Ömer Madra’ya yazdırmak istemişsin ama zorla sana yazdırmışlar?
Film Festivali’nin en iyi yıllarından biriydi. Enis’le Ömer filmleri izliyor, sonra da yazıyorlardı. Ömer’den rica ettim, bir film yazsın benim adımla gazeteye koyalım diye. Önce “Yazarım” dedi. Sonra içine sinmemiş, “Sen yaz” dedi. “Ben ne anlarım?” deyince de geri zekâlı mısın dedi? Filmi izlemiştim elbette, odaya kapatıp gittiler, mecburen yazdım. Ertesi gün kimseden “Haddini bilmez!” gibi tepki yok. “Mario Ricci’nin Ölümü’nü yazabilir miyim” diye ortada dolaşmaya başladım. Sonra da yazış o yazış...
- Annenle ev gezmelerine değil, sinemaya, tiyatroya gidermişsin, İstanbul’un yarım asırdan fazla kültür sanat hayatına tanıklık etmiş, bir gazetecisin. Neydi ne oldu, nereden nereye geldi, o zaman nasıldı, şimdi nasıl?
Yazlık sinemalara gelen iyi yabancı filmleri kaçırmadığımız gibi annem kışın da bizi Beyoğlu’ndaki sinemalara götürürdü. Bu sayede Atlas’ın eski halini, Emek Sineması’nın hem tiyatro, hem Melek Sineması olduğu zamanları, o güzelim Saray Sineması’nı, Sinepop’un Ar ve Yeni Ar halini, pasaj içindeki Elhamra Sineması’nı gayet iyi hatırlıyorum.
Annem komşu ziyaretine, günlere gitmezdi. Onun yerine sinema, tiyatro, konser ve spor müsabakalarına gider, bizi de götürürdü. Bu sayede belki de izleyemeyeceğim sanatçıları sahnede gördüm. “Cyrano de Bergerac”ı Hüseyin Kemal Gürmen, Cahide Sonku, Muzaffer Aslan’dan izledim. “Benim Üç Meleğim”i ise hepsi yaşını başını almış İ. Galip Arcan, Behzat Butak, Mahmut Moralı’dan. Tepebaşı Tiyatrosu’na 14 yaşın altında çocuk almıyorlardı. Müyesser Ablam “Bu çocuk yemek yemiyor. Onun için çelimsiz” diye kapıdakileri kandırıp beni içeri sokardı.
- Pandemi döneminde her şey bitti ama sen radyo programlarını sürdürüyorsun. Ne varsa radyoda mı var?
Aslında pandemide işe gitmek dışında benim için hiçbir şey değişmedi. Radyoculuğa Açık Radyo ile başladım. Sonra NTV Radyo’ya geldim. Orada caz programına (Caz ve Ötesi) ek olarak “Cinayet Masası” adlı bir polisiye program da yapıyorum. Bir de telefonla yapılan söyleşiler var. Milliyet Sanat ve Milliyet Kitap’a yazıyorum. Bir de K24’e... Hatta onlara bir de Film Lovers’da spor yazısı ekledim. Her hafta da BirGün’e. Çeviriler, ZOOM söyleşileri, toplantıları ile birlikte, eskisinden daha çok çalışıyorum!
- Niye polisiye? Polisiye sevginin altında ne yatıyor?
Evimizde de Akba ve Ak’tan çıkan polisiyelerin tamamı vardı. Altın Kitaplar da olmalı, çünkü Agatha Christie’ler oradan çıkmıştı. İyi yazılmış, iyi tercüme edilmiş polisiyeler çok keyiflidir. Bulmacaya benzeyen her şeyi severim. Stenoyu onun için öğrenmiştim, Osmanlıcayı da bu yüzden öğrendim. Şimdi flört ettiğim Latincede de bu zevki buluyorum. İyi yazılmış bir polisiye de iyi bir edebiyat eseridir. Türkiye’de polisiyenin bu kadar ilgi görmesi hoşuma gidiyor. Ne de olsa yıllardan beri ona tepeden bakılmasına da fantazya ve bilimkurguya tepeden bakılmasına olduğu gibi karşı çıkıyoruz.
- Hayatında bir tek Harry Potter’dan mı para kazandın?
Doğrusu, evet. Diğer işlerde de para aldım ama çok uzun süre aynı parayı. Zaten başlarken ne teklif ettilerse o. Hatta bu yüzden ikimizin de arkadaşı olan bir yayınevi sahibi tarafından “koskoca Sevin Okyay”ı örnek alması öğütlenen bir kan hısmım, “Bana Sevin Okyay deme. O iki kuruş paraya iş yaparak arkadaşlarına ihanet eden biri” demiş. Bunun ihanet sayılacağı hiç aklıma gelmemişti. Bize para konuşmanın ayıp olduğu öğretilmişti. Ama ben en büyük hatayı, çevirmenliğe başladığım zaman “Bundan aldığın parayla geçinemezsin. Bir işin daha olsun” dediklerinde gazeteci olarak yaptım. Özel haber kaynakların, tecrüben yoksa kendini hamallığa mahkûm ediyorsun! Ama ben hamallıklarımdan hoşnudum.
‘DIŞI SENİ YAKAR, İÇİ BENİ’
- Sevin Okyay’ı sevmeyen yok. Çok mu sadesin, çok mu egosuzsun, kaprissizsin?
Vaktiyle kızım kendisine benim için buna benzer bir şey söyleyene, “Dışı seni yakar, içi beni” demişti. Kaprisli değilim ama huysuz olabiliyorum. Egonun zerresi yok. Hırsım olmadığından kimse için tehlike teşkil etmiyorum. İşverenlerden zırt pırt bir şey istemem. Birlikte çalıştığım (hatta çalışmadığım) kişiler yardım isterse esirgemem. Hangi yaşta olursak olalım daha iyi bir insan olabileceğimize de inanıyorum.
‘HEYECANLANDIĞIM SÖYLEŞİ ERDAL ERZİNCAN’LA...’
- Çok değişik şöhretlerle söyleşi yaptın, seni en çok etkileyen kimler oldu?
Sinemadan Udo Kier (bana “my old friend” diyor) var; yazar, senarist ve Theo Angelopoulos’un can dostu Petros Markaris var. Hem sinemacı hem polisiyeci. Elbette Angelopoulos’un kendisi de. Polisiyecilerden Ian Rankin, Jo Nesbo da var. Cazcılardan Ornette Coleman, Marcus Miller, Victor Wooten, Pat Metheny, Roy Haynes, Nana Vasconcelos, E.S.T., Medeski, Martin and Wood, Loose Tubes. Müzikte Sting’le konuşmak güzeldir, The Scorpions’la çok keyifli bir söyleşi yapmıştım. Ama en çok heyecanlandığım, radyoda Erdal Erzincan’la yaptığım söyleşi. Çok beğendiğim için bunca tecrübeme rağmen, Erzincan’la konuşurken sesim titremiş! Füruzan da beni en çok heyecanlandıranlardan. Geçen hafta konuştuk. Baktım, heyecan baki!