Sevdiğinin peşinden giden kadın olamadım

Devin Özgün Çınar için hayatında hiçbir şey vazgeçilmez ve kutsal değil. Beklemenin şansına inanıyor. İyileri de aramıyor, onların gelip kendini bulduğunu söylüyor. Sevdiği için durması gerektiğini bilenlerden. Şimdi uzun bir aradan sonra 'uyumsuz tiyatro'nun önde gelen temsilcilerinden Eugene Ionesco'nun 'Yeni Kiracı' oyunuyla tiyatro sahnesine dönüyor.

cumhuriyet.com.tr

Devin Özgür Çınar, 2006 senesinde Timuçin Esen ile aynı sahneyi paylaştığı Mikado’nun Çöpleri oyununun ardından uzun bir ara verdiği tiyatroya döndü. Geçen yıl, Geriye Kalan sinema filminde sergilediği başarılı oyunculuğu ile 48. Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülü kazanan Devin Özgür Çınar, bu sezon Eugene Ionesco’nun yazdığı ve Laçin Ceylan’ın yönettiği “Yeni Kiracı” oyununda rol alıyor. Oyun tüketimin dayatıldığı ve bireysel ilişkilerin, değer ölçülerinin ve aşkın yerle bir edildiği hayatlarımızı, yaşadığımız uyumsuzlukları anlatıyor. İnsanın, kazandığı noktada yenilgisinin başladığını ve hayatlarımızın kontrolünü nasıl kaybettiğimizi gözümüze sokuyor.

Devin Özgür Çınar da oyunda dünyadan alacaklı olduğunu düşünen ve sürekli talep edip, taciz eden bir kapıcı kadını canlandırıyor. Bu komedi karakteri onun için de yeni bir tecrübe.
- Geçen yıl “Geriye Kalan” filmindeki performansınızla 48. Altın Portakal’da “en iyi kadın oyuncu” seçilmiştiniz ama tiyatroya neredeyse altı yıllık bir ara vermiştiniz. Neler oldu?
- Tiyatronun kiminle, nerede ve nasıl yapıldığı kısmıyla ilgiliyim. Hayatımda hiçbir şey bu anlamda vazgeçilmez ve kutsal bir yerde durmuyor. Bundan önce Zeliha Berksoy ve Timuçin Esen ile iyi bir kimya tutmuştu. “Mikado’nun Çöpleri” iyi bir oyundu ve “iyi ki yapmışım” diyorum şimdi.
- “İyi buluşmaları” bekliyorsunuz yani.
- Evet, o oyundan sonra beklemeye koyuldum. İyi buluşmaları arayıp bulamazsınız, onlar sizi arar bulur. O yüzden de beklemek iyidir. Zaten benim “tiyatroyu, sinemayı çok özledim” gibi bir motivasyonum hiç olmadı. Bazen iyi oyunları seyredince “keşke oynasam” dediğim de oluyor, kötü oyun izlediğimde de “iyi ki yokum sahnede” diyorum. Benim hayatım böyle; çok kuvvetli hissetmiyorum bazı şeyleri. Hem zaten sevdiğiniz için durmanız gereken zamanları iyi bilmeniz gerekli. Yani mesleğimi sevdiğim için yapmadığım çok iş olmuştur!
- “Uyumsuz tiyatro”nun önde gelen temsilcilerinden Eugene Ionesco’nun “Yeni Kiracı” oyunu bu anlamda sizi tatmin edip, “iyi buluşmayı” sağlamış olmalı o zaman?
- Bu oyun plansız, tesadüfen geldi, çarptı bana! Yönetmen Laçin Ceylan’ı zaten severim, oyuna ısındım. Oyuncu kadrosunda da Murat Taşkent, Fehmi Karaaslan, Özbek Yıldız ve Enginay Gültekin var.
- Ionesco’nun oyunları yarım yüzyıldan eski ama günümüzün vahşi kapitalizminin insana dayattığı tüketim mantığını harika bir güncellikle yerden yere vuruyor. Nedir oyunun derdi?
Bir kapıcı kadın, onun çalıştığı eve taşınan yeni ev sahibi ve iki de hamal var oyunda. Yeni ev sahibinin dünya ile tek bağlantısı eşyaları, onlar üzerinden çözümlüyor ruhunu, dünyayı. “Sahip olmakla” derdi var. Hiç kimseyi, hiçbir şeyi görmüyor. Kapıcı kadın da ondan biraz daha fazla para koparmak için her türlü oyunu oynuyor. Ama adam kapı duvar, her türlü tacizine karşı çiğlikle duruyor. Sahiplenmenin ilkel doğasına bir yolculuk bu oyun, çok fazla katmanı var. Benim rolüm ise sürekli dünyadan alacaklı olduğunu düşünen ve sürekli talep edip, taciz eden bir kadının hikâyesi. Bir yandan da çok matrak bu kadın, bir komedi karakteri. Bu anlamda da benim için epey yeni sayılır.
- “Uyumsuz tiyatro”nun ustası olarak anılıyor Eugene Ionesco. Türkiye gibi uyumsuz bir ülke için en iyi anlatıcı belki de?
- Yalnızca Türkiye için değil, tüm dünya için. Sanırım oyun 1940’larda yazılmış ve bugün hâlâ aynı şeyi yaşıyoruz. İnsanların içindeki saçma boşluğu doldurmaya çalışmalarını anlatıyor. İçiniz boşsa ya hırsla ya da kapitalizmin oyuncakları ile dolar. Sahip olduğunuz anda değeri gider her şeyin. “Hadi indirim başladı, gidin alın ne kadar gereksiz şey varsa!” diyorum ben buna. Koyduğumuz hedeflerle onlara ulaşmak arasındaki zamana hayat diyoruz. Bu hiç değişmedi, aynılık trajik olan. Herkes farklılaşmak isterken biçilen üniformayı giyiyor. Hayata reflekslerimiz ve ifadelerimiz fabrikasyon, aynı kelimelerle konuşuyoruz. Hissettiğimizi kendi cümlelerimizle değil, kalıpları belirlenmiş sloganlarla anlatıyoruz. Taziye cümlelerimiz bile aynı, bir örnek!
- Öfkeli misiniz?
- Öfke kıymetlidir, öfkeli olmamaya zaten imkân yok. Ben insanların öfkeli olmamalarını anlamıyorum. Elbette öfkenin seni yönetmemesi gerekli, çünkü öfke insanı manüpile ediyor ve gerçekten uzaklaştırıyor. Ben öfkemi işime kanalize ediyorum ve hareket etme gücü olarak kullanıyorum. Farkında olarak yola çıkmak önemli, yola çıkmak istemeyene her yol zaten uzun. O yüzden öfkesiz insan marazlıdır. Zaten hiçbir şey olmuyor gibi yapmıyor muyuz? Gözümüzü kapamıyor muyuz? Bu “hiçbir şey olmamış” gibiler beni çok öfkelendiriyor.
- Gidememek ve kalamamak durumu var mı sizde, ben sizi hep yol üstünde görüyorum?
- Herkes bana bakınca başka bir şey görüyor. Bazen farklı yerlerde dolaşmanız gerekiyor, duramamak da değil bu. Tutkulu bir kadınım, zamana tapmıyorum, onunla yürüyorum. Ama yalnızca, sırf sevdiğinin peşinden gidemedim ben bir türlü, olamadım öyle bir kadın. Vazgeçilmezlerimin olmaması da bundan.
- Mekik dokuduğunuz şehirler; İstanbul, Ankara ve İzmir. Bu bir tür şeytan üçgeni. Hangisindesiniz aslında?
- Hiçbirinde ya da hepsinde... Hiç kalacağımı düşündüğüm bir şehir olmadı İzmir, çocukluğum ve ergenliğim demek öte yandan. Bir gün oradan gideceğimi biliyordum. Ankara kasvetli ve depresifti. İlgilenecek çok şey olmadığı için yalnızca işime odaklanabiliyordum orada. Bu kurnazlık işlerini ve kısa yolları ise İstanbul’da öğrendim. Başka şehirlerde bunlara ihtiyacın olmaz, düşünmezsin kurnazlığı. Bu iyidir, çok canın sıkılır ama iyidir. O yüzden İstanbul’dan korkuyorum, burada ne aradığımı sorduğum da çok oluyor.
- Sosyal medya ile aranız nasıl, bir yandan büyük bir mastürbasyon aracı. Herkes orada rahatlıyor ama eylem yok?
- Kontrollü bir bahçe orası. İnsanlar Twitter’da bağırıp çağırıyor. Başkalarının kızgınlıkları ile vicdanlarını temizleyip rahatlıyorlar. Elbette içlerinde değerli olanları da var ama gerisi hikâye. Bir kere Cumartesi Anneleri için Galatasaray’da toplanırken gittiniz mi oraya? Hrant Dink için ne yaptınız? Örnekler maalesef çok. Sosyal medya bir üst kimlik yaratıyor. “Ben de çaresizim, ben de muhalifim, ben de kurbanım ama lafımı esirgemiyorum” diye zırvalıyor insanlar. Bazen çıkıp “hadi dağılın!” demek istiyorum.
- Ya sanat ve iktidar ilişkisi?
- Sanatla iktidar hiçbir zaman yansyana gelemez, gelmemeli. Sanat muhaliftir, bununla beslenir ama iktidar sanata yön veremez. Şu an yaşananların sonuçlarını ise belki 15 yıl sonra göreceğiz. O zaman anlayacak herkes durumu.

www.bitiyatro.com