Sessiz Sedasız Büyüyen Bir Tohum: Afyon Caz ve Klasik Müzik Festivali

Arkadaşlarıma “Yarın Afyon’a gidiyorum” dediğimde “Hadi gene iyisin, sıcak sulara dalıp yenileceksin” diye haset dolu sözler söylediler. “Yok yahu ben 18 yıldır süren Afyon Klasik Müzik Festivali’ne gidiyorum” dediğimde de gözleri faltaşı gibi açılıp, “Ne Afyon’da klasik müzik festivali mi? Sen bizimle dalga mı geçiyorsun ?” diyerek cehaletlerini açık ettiler.

Işıl Özgentürk

Evet 2000’li yıllar, bazılarımız Afyon’dan gelecek haberi kulağımızı dört açıp beklerdik. Afyon’lu müzik öğretmeni ve her türlü müzik aletini ustaca çalan Hüseyin Başkadem bazılarına göre en olmayacak bir işe girişmişti. Afyon’da caz ve klasik müzik! Ayrıca bu festival sadece klasik müzikçilere, cazcılara kucak açmamıştı, her sanat disiplininden pek çok sanatçı, yazar, sosyal bilimci oradaydı ve cazcılarla, klasikçilerle çeşitli disiplinlerdeki insanlar bir hafta boyunca Afyon’un anaokullarında, ilkokullarında, liselerinde öğrencilere onlara tepeden bakmadan, bir müzik aleti çalmanın güzelliğini, şiir yazmanın keyfini, resim yapmanın, fotoğraf çekmenin dayanılmaz sevincini anlatmaya çalışacaklardı. Altı yıl üst üste gittiğim bu festivallerde diğer arkadaşlarımla birlikte pek çok şaşırtıcı anıyı paylaştık. Sesine güvenen küçücük kızlar, bağlama çalmayı babasından öğrenmiş delikanlılar bizi farklı diyarlara götürdüler.

Seçim stresinden uzak...

Afyon halkı ve yetkililer “Bu nasıl iş?” diye şaşırarak, izlediği festivalin bir tohum ekmek olduğunu epey sonra kavradılar ve o günden sonra da festivallerine sahip çıktılar. Kimi otel, kimi yemek, kimi salon sponsorluğunu üstlendi. Hüseyin öyle inatçı bir insandı ki, bazen beş parası olmadan işe girişirdi, neyse ki son zamanlarda Kültür Bakanlığı festivale sahip çıkmaya başladı.

Bu yıl 18’si yapılan festivale dört beş yıldır gitmemiştim, ama haberlerini alıyordum. Ben de tası tarağı toplayıp kendimi yeniden Afyon’a postaladım. Bir hafta boyunca seçim stresinden uzaklaşıp, büyüyen tohumun çıkardığı o güzelim sesi dinledim, okullarda mesleğimin büyüsünü anlatmaya çalıştım. Üstat Ali Yılmaz Bey’in meyinden sarı gelini çocuklarla birlikte dinlerken ağladım. Hüseyin sayesinde Afyon ile Prag arasında müzik kardeşliği kurulmuş. Her yıl geliyorlar ve ben de bu yıl dünyaca ünlü gencecik klasik müzikçilerin ne denli mütevazı ve candan olduklarına tanık oldum. Bir müzik gösterisinden sonra hayatı boyunca Afyon’dan dışarı çıkmamış, geleneklerden ötürü başı bağlı bir kadın koluma girip şöyle dedi . “Piyano çalan aynen benim kıza benziyor. Saçları kıvır kıvır keşke benim kızımda piyano çalabilseydi... Keşke, keşke bütün okullarda küçük bir piyano olsaydı,keşke müzik derslerinin sayısı artırılsaydı!”

Bütün bir hafta boyunca Hüseyin’i yakalayıp bana birkaç anısından söz etmesini istedim, başı öylesine kalabalıktı,öylesine çok sorumluluğu vardı ki, bir türlü konuşamadık. Mükemmel bir program vardı ve hiç aksamadı. Hüseyin bu! Ben de festivalin yapısını biraz daha anlatabilmek için okullarda öğrencilerle birlikte çalışılan konu başlıklarından bir kaçını sizlere aktarmak istiyorum: Edediyat ve Müzik, Sanat ve Yemek, Resim ve Müzik, Müzik ve Fotoğraf, Müzik ve Kompozisyon, Halk ve Müzik, Keman ve Müzik, Klarnet ve Müzik, Korno ve Müzik, Ses ve Müzik, Kemençe ve Müzik, Obua ve Müzik, Fagot ve Müzik.

Praglı müzisyenler

Şaşırtıcı değil mi ama biz, siz şaşırıyoruz, Afyon’daki okullarda öğrenciler hiç de şaşkın değil, tam tersi 18 yıldır müzik haftası kulaktan kulağa öyle yayılmış, öyle beklenen bir hafta olmuş ki, çocuklar hazırlanıp gelmişler, kimi türkü söylemek, kimi kendi yazdığı rap şarkısını okumak, ,kimi klarnet ne kadar kavala benzer diye sormak için sıradalar.

Bu arada okullardan birinde koskoca konferans salonunu dolduran öğrencilere, Prag’dan gelen müzikçiler eşliğinde, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nı yöneten şef Orhan Şallıel orkestrada şefin ne olduğunu anlatmak için vallahi de billahi de üç yüz çocuğun katıldığı bir orkestra kurmayı başardı, tabii seslerden, çocuklar durmak bilmediler, korku filmi sesi, bomba sesi, mutluluk sesini hep birlikte uzun uzun yeryüzüne yaydılar.

Gece konserleri ise tıklım tıklım doluydu. Kemençe ve Tambur gösterisi ve Errai Trio’nun konseri benim izleyebildiklerin arasında, özellikle Çek Cumhuriyeti’nden gelen Errai Trio’yu defalarca dinleyebilirim, zaten ahali de benimle aynı fikirdeydi, Trio’yu kolay kolay bırakmadılar.

Yıllar öncesinden anılar

Her güzellik gibi bu güzellik de bitti, uçakla İstanbul’a dönerken yıllar öncesinden anılar beni yalnız bırakmadı. Hüseyin ağır bir ameliyat geçirmiş ama öyle bir inatla ayakta durmaya çalışıyordu ki, bu bana festivalin ilk günlerini anımsattı. Hep birlikte Afyon’a gittiğimiz şair Refik Durbaş (rahmetli eniştem olur) kendine mayo getirmeyi unutmuştu, Hüseyin hemen ona bir şort buldu. Ancak şort suya girince öyle bir şişti ki, kahkahalar arasında ünlü şairimizi çok korktuğu sudan çıkarmak zorunda kaldık. Hüseyin dört numara büyük bir şort getirmişti. Bir de benim çok sevdiğim bir anım aklıma geldi. Bir seferinde topluca Afyon Müzesi’ne gitmek istemiştik ama müze tadilat nedeniyle kapalıydı, Hüseyin’in hemen Kültür Bakanı’nı aradığını, Kültür Bakanı’nın da müzenin açılması için emir verdiğini anımsıyorum. Müzede olağanüstü kadın heykelleri vardı, dalmış bir kadın heykelini incelerken koşarak yanıma 10 yaşlarında bir kız çocuğu geldi, nefes nefeseydi ve benim önünde durduğum kadın heykeliyle konuşmaya başladı. Meğer bu heykelle her gün okula gitmeden evvel konuşuyormuş, on beş gündür heykelini görmemiş, şimdi gördüğü konuştuğu için çok mutluydu. Uçakta kendi kendime gülümsüyordum, çevredekiler ne düşündü bilmiyorum ama boşverin. Hayat her zaman sanattan önde. Ve yaşasın Afyon Festivali, bir tohumdan mucizeler yaratan Hüşeyin Başkadem!