'Seslendiğim çocuklar şu an sokakta'
Balyoz hükümlüsü Em. Kur. Albay Erdal Akyazan, "Babanı Sana Şikayet Ediyorum' başlıklı kitabıyla büyük ilgi topladı.
cumhuriyet.com.trBir süre öne yayımladığı “Babanı Sana Şikâyet Ediyorum” başlıklı kitabıyla dikkatleri üzerinde toplayan Em. Kur. Alb. Erdal Akyazan, giderek yayılan Taksim Gezi Parkı protestolarının Türkiye siyasetinde tüm kartları yeniden dağıttığına dikkat çekti. Balyoz hükümlüsü “askerlerden” Erdal Akyazan, sorularımızı yanıtladı.
- Kitabınızda seslendiğiniz çocuklar, sokaklarda diyebilir miyiz? Öyle görünüyor... Sizce şu anda Türkiye’de neler oluyor?
ERDAL AKYAZAN - Hemen söyleyeyim. Güzel şeyler oluyor. Ülkemiz güzelleşiyor. Daha da güzel olacak. Kimse merak etmesin. Ben, Cumhuriyetin çözülmeye, hukukun tasfiye edilmeye, baskının yayılmaya başladığı bir dönemde işbaşında olanların çocuklarına seslenmeye çalıştım. Bunu İkinci Dünya Harbi’nden sonra Avrupa’nın yeni kuşağı yaptı. Anne-babalarının o dehşet saçan dönemde neyi, nasıl yaptığını sorguladılar. Ben de benzer bir anlayışla karanlıklara fener tutmak istedim. Çünkü o anne-babaların hukuk adına bilerek yanlış yaptıklarına inanıyorum. Çünkü adaletsizliği hukukun arkasına saklamaya çalıştıklarını düşünüyorum. Bunun iyi ve güzel amaçlarla yapılmadığı kanaatini taşıyorum. Fikirleri karşınızdakinin boğazını sıkarak kabul ettiremezsiniz. İkna etmeniz gerekir. Bunun için doğru sorular sorup yanıt aramalısınız. Ben çocukların doğru sorular sorarak düşünmeye başlamalarını istedim. Evet, seslenmeye çalıştığım çocuklar şu anda sokakta olan çocuklar. Sokaktakilerin kim olduğu doğru tespit edilmeli, dertlerinin ne olduğu anlaşılmalı. Aksi halde facialar yaşarız.
Örgütsüzlük hem avantajlı hem dezavantajlı
- Bu çocukları siz ‘içeriden’ nasıl görüyorsunuz?
ERDAL AKYAZAN - Malum, hâlâ tutukluyum. Kim bu çocuklar? Bir kere hemen şunu belirtelim: Bunlar bizim çocuklarımız. Çok farklı ekonomik ve sosyal sınıflardan geliyorlar. Önemli bir özellikleri var. Birbirlerini tüm farklılıklarına rağmen rahatsız etmiyorlar. Ama bunu “öbürünün” varlığına tahammül ettikleri için yapıyor değiller. Bunu “ötekinden” rahatsız olmadıkları için yapmıyorlar. Bu, çok önemli. “Tahammül” bir gün “Yeter be!” deme riski taşır içinde. Oysa “rahatsız olmama” birliktelik ve dayanışma önkoşulunu oluşturur. Ve bu önkoşul üzerine istediğiniz kadar güzellik inşa edebilirsiniz.
- Sokaktaki çocukların örgütlü olmadığı çeşitli açılardan değerlendiriliyor. Sizce ne oluyor?
ERDAL AKYAZAN - Çocuklar örgütlü bir hareket içinde değiller. Birlikte ve dayanışma içinde savundukları iki temel talepleri var: Demokrasi ve özgürlük. Örgütsüzlük hem avantaj yaratıyor hem de dezavantaj. Örgütlü olmayan hareket masumiyet yaratıyor. Olası siyasi suçlamaları kısmen de olsa önlüyor. Var olan ve tartışılan örgütlerle birlikte anılmaya izin vermiyor. Sempati yaratıp daha fazla katılım sağlıyor. Halk olma kimliğini tartışmaya açtırmıyor. Bunlar avantajlar. Ama biliyoruz ki, örgüt, siyasi bir hareket için olmazsa olmaz. Bu aşamada suç örgütü gibi örgütlerden sonra, organizasyon teorisi kapsamındaki meşru, yasal örgütlerden söz ettiğimizin de altını çizelim. Örgütsüz hareket muhatap oluşturma güçlüğü taşır.
Bir dönem kapandı
- Halkın bu son tepkisi, sizce Cumhuriyetin çözülme ve tasfiye sürecinde nasıl bir etki yarattı?
ERDAL AKYAZAN - Evet, bu tepki, çözülme sürecine fren yaptırdı. Durdurduğunu söylemek için erken. Çünkü bozulan dengeler henüz yeniden kurulmuş değil. Ama yeni dengeler oluşacak. Sürecin durup durmayacağını da yeni dengeler belirleyecek. Ancak şimdiden şunu söylemek mümkün: Artık başta siyasi otorite olmak üzere devletin hiçbir organı için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Üsluplar değişecek. “Ben yaptım oldu” rahatlığı kalkacak. “Ne derler?” sorusu hep gündemde olacak. Siyasi partiler daha demokratik bir iç yapı için kendilerini zorlayacaklar. Demokratik olmayan bir partinin demokratik söylem ve edim sergileyemeyeceği, kabul edilecektir. Aksi durumda demokrasi âşığı olduklarına kimsenin inanmayacağı gerçeğine “Aman canım, Türkiye burası, unuturlar, alışırlar” deyip arkalarını dönemeyecekler. Her şey olumlu etkilenecek, ancak hangi derecede olacağını yeniden oturacak dengeler şekillendirecek.
- Bir iktidar değişimi söz konusu olabilir mi? Yani temel aydınlanmacı değerleri koruyan, çalışan-emekçi halkın refahını hedefleyen bir siyasal dönüşüm yaşanabilir mi?
ERDAL AKYAZAN - İktidar değişikliği, olması gereken yönde oluşan yeni bir iktidar olasılığı, bunun iç ve dış dinamikler açısından nasıl karşılanabileceği konusuna gelince...
Ben iktidar değişikliğinin kısa vadede gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Tespitleri dikkatli yapmak gerek. Aslında küçük bir grup doğrudan iktidar partisine karşı tepki koyuyor. Hükümetin istenmiyor olması dolaylı olarak partiyi de kapsadığından böyle bir algı oluşuyor. İkisi aynı şey değil.
Bir de Başbakan’ın şahsına yönelik bir protesto var. Başbakan vekiline karşı yok ama. İktidar değişecek, ancak hemen değil. Sıkıntı Başbakan’ın şahsında yaşanıyor. Gerekirse kabine değişir, ama Başbakan kalacak gibi görünüyor. Uzun vadede ise durum farklı. Bir de süreç var. Bu hükümet yoksa, süreç de yok. İktidar sonrasını bir düşünün. “Hesap soracağım” diyenlerin iktidar olduklarını varsayın. Sizce mevcut iktidar bunu kolayca kabullenir mi? Bence etmez. O yüzden de gitmemek için sonuna kadar direneceklerdir. Bu da normal aslında. Bu normalliğin normal sonucu da anormal bir baskı tabii...
Temel aydınlanmacı değerleri koruyan, çalışan-emekçi halkın refahını hedefleyen bir siyasal dönüşümün nelerle karşılaşacağının analizi önce iç ve dış dinamiklere bakmayı gerektiriyor. Böyle bir yapı, emperyalizmin hedef ve beklentilerini boşa çıkartmayı zorunlu kılar. Gölgesi satılamıyorsa ağacı duraksamadan kesen bir zihniyet böyle bir değişimi kolayca kabul eder mi sizce? Bence etmez. İçeride, sorun pastanın paylaşılmasında yaşanır diye düşünüyorum. Bu yıl vergideki ilk 10’un matrahları açıklanmadı. Neden? Çünkü açıklansaydı kârlarını 3-6 kat kadar artırdıkları açıkça görülecekti. Ortalama 5 kat büyüdü ilk 8’deki finans kurumları. Peki çalışan-emekçi halk? Ücretlerdeki reel artışları hiç konuşmayalım isterseniz. Bizim gelir dağılımını gösteren Lorenz eğrimiz ters “L” şeklinde. 45 derecelik açıyla uzanıyor olmalı oysa. O çizgiyi düzeltmek için alınması gereken risk, ödenmesi gereken bir bedel var. Zor ama tabii mümkün.
Bir NATO anısı
Yıl 1997. New York’ta BM Ana Merkezi’nde görevliydim. NATO, BM’nin kendisini görevlendirdiği varsayımına dayalı bir Barış Gücü tatbikatı planladı. Tatbikat, Mons/Belçika’da icra edilecekti. Ben de BM genel sekreterinin temsilcisi olarak gözlemci sıfatıyla Belçika’ya gittim. Jenerik (sanal) bir senaryo kurgulanmıştı. Ancak jenerik ülkenin Libya olduğu çok belli idi. İsimler her şeyi açıklıyordu. Libya değil “Likya”, Sirte Körfezi değil “Sirke Körfezi”, Kaddafi değil “Cadasi” gibi... Harita, coğrafyası bozulmuş Akdeniz Havzası idi ve tüm ülkelerin yerleri kolayca belirlenebilecek durumdaydı. Tatbikat 10 gün sürdü. Hazırladığım gözlemci raporunu ABD’ye dönmeden önce NATO yetkililerine sundum. Amacım eğer soru olursa yüz yüze görüşme imkânı sağlamaktı. Raporda özetle şu hususlara yer vermiştim: Anlaşılır biçimde, BM üyesi bir ülke hedef olarak gösterilmiştir.
Barış Gücü harekâtı değil, ülkeyi işgal harekâtı prova edilmiştir.
Gözetilen siyaset BM’nin uluslararası ilişkiler siyaseti değil, ABD’nin ulusal siyasetidir.
BM, ABD çıkarlarını meşru kılmak için kullanılmıştır.
Ortalık karıştı tabii. Ama bütün baskılara rağmen raporumu değiştirmedim ve BM’ye sundum. O zaman ABD’li bir general bana, “Bunu not ederiz” demişti. Bence istediklerini de söylediklerini de yaptılar. Sizce?
Erdal Akyazan
1958’de Kırıkkale’de doğdu. Babasının da asker olması nedeniyle ilk ve ortaokulu dört ayrı yerde okudu. 1974 yılında Kuleli Askeri Lisesi’nden, 1978 yılında da Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. Harp Okulu’nda aynı zamanda “İktisat-İstatistik” lisansı da aldı. 1990’da Kara Harp Akademisi’ni kurmay yüzbaşı olarak bitirdi. 1995-1996’da iç savaş koşullarındaki Bosna-Hersek’te Türk Birlik Komutanlığı yaptı. 1996-1998 arasında BM New York/ABD’de görevlendirildi. Bu dönemde hukuk ve politik bilimlerde lisansüstü düzeyde çeşitli okullara devam etti. 2005 yılında kendi isteğiyle emekli oluncaya kadar on ayrı yerde ve on üç farklı görevde çalıştı. Üç madalya aldı. 12 Eylül 1980’de “darbeye karşı olduğu” gerekçesiyle 45 gün gözaltına alındı. Altı yıl “sakıncalı” kategorisinde kaldı. Atış ve atletizmde çeşitli madalyalar kazandı. 2007’de Boğaz Yüzme Maratonu’na katılarak kendi yaş grubunda dünya altıncısı oldu. 2011 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi iken “Balyoz” davasında tutuklandı ve 16 yıl ceza aldı. Dosyası halen Yargıtay’da. Bu nedenle fakültedeki kaydını dondurdu. Evli ve iki çocuk babası. Sincan 1 No’lu “F” Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu.