Sergen: Önce oyna, sonra gez

Hiç kuşkusuz Türkiye’nin en yetenekli, ancak en çok tartışılan futbolcularından biri oldu Sergen Yalçın. Vatan gazetesinde yer alan ropörtajında spor hayatı, transferleri, kulüp başkanları teknik adamlar ve özel yaşamı hakkında soruları cevapladı. İyi oynayan oyuncunun gezebileceğini, vasatların ise ortada gözükmemesi gerektiğini söyledi.

cumhuriyet.com.tr

Futbol oynarken spor yazarlarıyla pek geçinemezdin sen. Şimdi spor yazarlığına ve yorumculuğa geçtin. Kim haklıymış? Medya mı, medyaya kızan futbolcular mı?

Aslında kimin haklı ya da haksız olduğu çok önemli değil. Futbolcu futbolculuğunu yapacak, yorumcu yorumculuğunu, spor yazarı spor yazarlığını... Yani her işi saygı çerçevesinde yapmak lazım.

Sen de seni eleştirenler gibi ağır eleştiriler yapıyorsun artık...

Evet, ağır konuşuyorum ama futbolcuların bunu kişisel algıladığını zannetmiyorum. Çünkü ben sadece oynadıkları futbolla ilgili konuşuyorum. Yani bir futbolcu kötü oynuyorsa, bekleneni veremiyorsa ya da performansı kötüyse bunu söylemek zorundayım. Aslında özel hayatları, gece hayatlarıyla da ilgili her şeylerini biliyorum. Kim kendine bakıyor, kimin özel hayatı kötü, kim antrenman yapmıyor. Ama ben bunları söylemek istemiyorum.

Aman Allah’ım! İsim vermene gerek yok ama bazı bildiklerini paylaşır mısın?

Piyasada gezen, kendine bakmayan oyuncular var. Özellikle de büyük takımda oynayan çok isim biliyorum.

Hangi takımda?

Galatasaray...Ümit Karan’ın gece kulübü var mesela. Galatasaraylı futbolcular devamlı oraya eğlenmeye gidiyor. Çok yetenekli olursun da, gezersin. Çok normal, vasat olan oyuncu fazla gezmeyecek. Konuşman için sahada oynaman lazım. Ben çok geziyordum, ama iyi oynuyordum. Maça çıktığım zaman atıyordum iki tane, çıkıyordum “geçirdim hareketi” yapıyordum. Sahada oynamıyorsan konuşmayacaksın. O zaman spor yazarı haklı olur. Mesela şimdi Emre Belözoğlu’na saldırıyorlar, o da cevap veriyor. Sahada oynamıyorsan dışarıda konuşmayacaksın. Yok öyle şey.

Bir maçta korner atmaya çok ağır gittiğin için “Sergen’i gönderin” kampanyası başlamıştı.

Ona da çok gülerim. Bursa’yla oynuyorduk. 2-1 galiptik. Bir de 10 kişi kalmıştık. Ben de kornere yavaş yavaş gittim, vakit geçsin diye...

Peki o dönemler formdamıydın?

Zeman diye İtalyan bir hoca getirmişlerdi. Benim Almanya milli maçında süper oynadığım dönemlerdi. Ama F.Bahçelilere antipatik geliyordum. Zaten Zeman bir antrenör değil, kütüktü. İdmanları atletizm idmanı gibi yaptırırdı. Sürekli koştur koştur... En ufak bir taktik varyasyonla ilgilenmezdi. Düşünün o Almanya maçından sonra, Bayern Münih beni transfer etmek istemişti. Ama F.Bahçe’de istenmeyen adam olmuştum. Yani orada ne futbolu oynadığının önemi yoktu, önemli olan tribüne hoş gözükmekti.

F.Bahçe’den ayrılınca Fatih Terim’in UEFA şampiyonu olan G.Saray’ına gidiyorsun...

UEFA’da oynayamıyordum o zaman, sadece ligte oynuyordum. Çok iyi oynadım. Şampiyon olduk. Faruk Süren benim gördüğüm başkanlar arasında en kaliteli adamdı. İnsanda kalite olunca daha farklı oluyor. Rahat oturup, rahat konuşabiliyorsun. Medeniyet başka şey. Bir kere çok zeki adam. O yüzden çok iyi anlaşıyorduk. Mesela başkaları gece gidip gezmemle çok ilgileniyordu. Faruk Süren beni gördüğünde, kız arkadaşımla bize şampanya yolluyordu.

Oradan Trabzonspor’a gidiyorsun ve kariyerindeki en kötü sezonlardan biri oluyor...

Trabzon’a gitmemin sebebi Mehmet Ali Yılmaz. O zaman başkandı. Telefon açtı. Buraya geleceksin seni istiyoruz dedi. Erkek adamın ağzından laf bir kez çıkar. Tamam deyip, hiç para konuşmadan gittim. Trabzon enteresan bir şehir. Yani öyle başkalarının korkarak anlattığı gibi değil. Çünkü gece hayatı olmadığı için sosyal çevren sıfırlanıyor. Tam böyle evin, ailen... İşten eve, evden işe memuriyet hayatı yaşıyorsun. Başkasına uyar ama ben sıkıldım tabii. İstanbul’a gidip geldim. Bir de sakatlanınca, sezon erken bitti. Ondan sonra da Beşiktaş’a geldim. 100’üncü yılda son şampiyonluğunu kazandığı dönemdi. Muhteşem bir takım vardı. Daha doğrusu takımın başkanı, Lucescu da, Sinan Engin de iyiydi. Taraftar da başarıya hazırdı. Gerine gerine Beşiktaş’ı şampiyon yaptığımı söyleyebilirim o sene...

Öyle bir kariyerin var ki, oynamadığın büyük takım, çalışmadığın teknik adam ve başkan yok sanki... Baştan başlayalım. İlk Beşiktaş dönemin 1991-97 arası. 136 maçta 67 gol atmışsın... Neredeyse 2 maçta 1 gol, üstelik orta saha oynuyorsun... O dönemde asbaşkanın Uğur Ekşioğlu ile kavga etmiştin ayrılmana yakın...

Ben Türkiye’de ilk defa böyle bir şey görmüştüm. 2. başkan Uğur Ekşioğlu kaybettiğimiz bir maçtan sonra “Sergen’i de satarız matarız” demişti. Ben de basın toplantısı yaptım, “Al o formayı sen giy, ben oynamıyorum” dedim bıraktım, gittim. 10 gün idmanlara çıkmadım. Gençlik işte, ne acaip adammışım. Şimdi olsa hayatta yapmam. Sonra Süleyman Seba bağırdı çağırdı, tekrar başladık. Ama sezon sonu İstanbulspor’a sattılar beni...

Senin bu tavrın hiç değişmedi, bütün futbolculuk kariyerin boyunca mesela teknik direktörden, başkalarının korkacağı otoriter figürlerden kendini çok sakındığını söyleyemem...

Beni ilgilendirmiyor antrenör, o, bu... Ben kendi karakterimi biliyorum. Futbolcuyum, oynatırsa oynarım, oynatmazsa oynamam. Onların dikkat etmesi lazım. Elinde Sergen gibi bir futbolcu varsa onu sahada tutacaksın. Kötü oynasa da, iyi oynasa da, antrenman yapmasa da bu adam sahada olacak. Çünkü maç kazandıran adam bu. Ayrıcalık tanıyacaksın, biraz serbest bırakacaksın, istediği zaman oynayacak.

O zaman disiplin bozulmaz mı takımda?

Ne disiplini Allah aşkına! Büyük takımların çok büyük bir disiplin sorunu yok ki zaten. Herkes işini yapıyor. Disiplini sağlamak antrenörün işi. Sen oyuncuya 50 milyar ceza verdin, yok kadro dışı bıraktın, böyle disiplin sağlanmaz zaten. Çünkü böyle şeyler oyuncuların pek umurunda olmaz.

Aziz Yıldırım’la tanıştın... Nasıl gitti? Fenerbahçe’de zor geçti galiba. Bir sezon kalmıştın. 24 maç 8 gol...

Fenerbahçe zor oldu. O zaman Aziz Yıldırım daha yeni başkan olmuştu, çok tecrübeli değildi. Çok uğraşıyorlardı benimle. Yok o kafeye gitme, yemek yeme, oraya oturma... Beni takip ettiriyorlardı geceleri, nereye gittim diye... Böyle acayip şeylerle uğraşıyorlardı. Futbol oynamamıza müsaade etmiyorlardı.

Bir de Aziz Yıldırımın’ın o dönemde hep soyunma odasına girip çıktığı söylenirdi. Girer miydi sahiden?

Niye girmesin? Antrenör otoritesini kuramazsa girer.

Başkan soyunma odasına girdiği zaman motive edici mi davranırdı, yoksa sinir bozucu mu?


Pek hatırlamıyorum ama bir maçtan sonra girmişti, Rüştü’ye bağırıp çağırmıştı.

İnsan buz gibi oluyor mu böyle bir şeye şahit olduğunda? Mesela Süleyman Seba herhalde hiç girmemiştir?

Süleyman Seba’yı bir bayramlarda görüyordum.

İdeali hangisidir?

Bence Seba’dır ama hiç gelmesin değil tabii... Gelsin, ilgilensin ama oyuncu direkt başkanla görüşememeli. Yani başkan zırt pırt oyuncuları arayıp telefonla onu bunu  söyleyip taktik verirse, öyle iş olur mu?

Hiç taktik aldın mı?

Yok almadım ama alanlar vardı. Aziz Yıldırım Rüştü’ye o dönemde şöyle diyormuş: Topu dışarı atacaksan tribünlere vur ki, o zaman taraftarlar senin yanlış yapmadığını, atağı kesmek için topu oraya attığını bilsinler.
 
Ondan sonrasını zaten hepimiz biliyoruz. Ben daha özel konulara girmek istiyorum.


Anlıyorum. At yarışı filan konuşmak istiyorsunuz ama özellikle bir konuya parmak basmak istiyorum. Eskişehir Başkanı Nebi Hatipoğlu ile bir söz üzerine anlaştık. Arkama dahi bakmadım. Para konuşmadım. Adamın firmasının TV reklamında bile bedava oynadım. Yalnız o benim hak ettiğim parayı vermedi. Hâlâ ondan alacaklıyım. Kamuoyunun da bunu bilmesini isterim.

Seninle at yarışı, ayrılamaz iki kavram gibi. At yarışı sevdan yüzünden başına neler geldi?

Valla ben atları seviyorum. Sadece at yarışı oynamak değil 7-8 atım vardı bir ara ama herkes at yarışını kumar gibi gördüğü için başımıza gelmeyen kalmadı. Mesela bir kere Milli Takım’dayken İtalya maçı için kampa girmiştik. Arkadaşları aradım. Bütün at yarışı bültenlerini bana faksladılar. Tabii Fatih Hoca’nın haberi oluyor, hepsini yırtıyor. Ama beni tutabilene aşkolsun, aynı bültenleri bir daha fakslattım. Yine kuponumu yaptım. Karşılığında Fatih Hoca beni İtalya maçında oynatmadı. Kanada kampına gitmiştik. Orada da aynısı başıma geldi. Kanada kampına bültenler geldiği için büyük kıyamet koptu. Bu at yarışı işinden başıma çok bela açıldı.
 

Oruç tutuyorum cumaya gidiyorum

Gelelim gece hayatına...

Gece hayatı derken, İstanbul’da herkesin gittiği yerlere, kız ya da erkek arkadaşımla gidiyorum. Diğerleri gibi basını görünce arka kapıdan değil, ön kapıdan rahatça çıkarım. Çok kız arkadaşım oldu ama çapkın bir adam olmadım. Kısacası seçici bir adamım, öyle herkesle birlikte olmam.

Evlenmek istedin mi hiç?

Bir kere evlilik aşamasına geldim. Bağlanma sorunum yok, çünkü zaten kadınlar seni bağlarsa bir dakikada bağlar.

Bugün oruç tuttuğunu öğrenince çok şaşırdım... Çünkü oruç denilince akla Hakan Şükür geliyor... Yeni mi başladın, hep mi tutardın?

Çocukken de tutardım. Ama maç günleri yoruyor. O yüzden maç günleri tutmazdım. Bunun bilinmesini istemedim. Bir erkeğin özel yaşamı gibi, ibadeti de gizli olmalıdır.

Namaz kılar mısın?

Sürekli kılmam. Ama elimden geldiğince cumalara giderim.