Seni yok edebilirim…
Son ayların en çarpıcı işlerinden biri olarak dikkat çeken “I May Destroy You” Londra’da yaşayan siyah bir kadının neler olup bittiğini hatırlamadığı bir gecenin ardından çıktığı içsel yolculuğu anlatıyor.
Emrah KolukısaBundan bir kaç yıl önce hayatımıza bir anda giren ve kafalarımızı güzel anlamda allak bullak eden Phoebe Waller-Bridge’in ardından (ki kendisi en çok da yazıp başrolünü üstlendiği “Fleabag” dizisiyle çarpmıştı bizi, bir takım başka dizilerin yanı sıra) şimdi de yeni bir kadın yazar/oyuncu/yapımcı, kısacası yaratıcı var karşımızda, belki de hepimizi yok edip yeniden var edecek olan: Michaela Coel. Şu sıralar Digiturk/Beinconnect ekranında devam etmekte olan “I May Destroy You” adlı dizisiyle gündemde olan Coel kendi hayat deneyimlerinden de yola çıkarak tasarladığı dizide cinsel rıza, tecavüz, ırkçılık gibi günümüzün en yakıcı meselelerinden bazılarına cüretkar yorumlar getiriyor.
Çok satar “Chronicles of a Fed-Up Millennial” adlı kitabın yazarı, sosyal medya fenomeni (ya da ‘influencer’ mı demeli) Arabella yeni kitabını yetiştirmek için debelendiği günün akşamı bir kaç arkadaşıyla bara gider ve ertesi gün kafasında küçük bir yara, hafızasında önemli bir boşlukla uyanır. 12 bölümlük dizinin geri kalanı işte o gece neler olduğunu anlamakla geçecektir, hem Arabella hem de biz izleyiciler için. Her ne kadar komedi-drama kategorisine alınsa da işin komedi kısmının hayli sarkastik bir dozu olduğunu ve tansiyonu yer yer iyice sertleşen bir dramayla karşı karşı olduğumuzu söyleyelim. İnsan ilişkilerini odağına alan “I May Destroy You” bu ilişkilerde karşılıklı rızanın ne anlama geldiği ve bireylerin koyduğu kişisel sınırları aşmanı9n nasıl sonuçlandığına dair zihin alıştırmalarıyla dolu ve günümüzde suç kavramının nasıl yeniden şekillendiğine dair de güçlü önermelerde bulunuyor.
EVİ OLANLARLA OLMAYANLAR
Dizinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu Michaela Coel’un YouTube’da izleyebileceğiniz çok önemli bir konuşması var, kendi hayatını, yaşam deneyimlerini anlattığı… Orada bahsettiği birbirinden ilginç hadiselerden birini aktarmama izin verin. Coel oyunculuk eğitimi aldığı bir derste hocasının bir gün “Ailesinin evi olanlar şu tarafta toplansın, olmayanlar ise diğer tarafta” dediğini ve bir anda kendini ev sahibi olmayanların toplandığı tarafta yapayalnız bulduğunu anlatıyor. “Bunu neden yaptığını da anlamadım” diyor ama hissettiği derin acıyı ve hatta öfkeyi de unutamadığı anlaşılıyor. Buna benzer ayrıcımlıklarla ve ırkçılıkla ilgili bir çok olay geçmiş başından Coel’un ve bunların en sertlerini de lisedeyken yaşamış. Zaten “I May Destroy You”nun en çarpıcı sahnelerinden biri de yine Arabella’nın geçmişine dönüp onun ve arkadaşlarının lise yıllarında başından geçenleri izlediğimiz bölümde çıkıyor karşımıza. Okul bahçesinde Arabella ve arkadaşları hararetle bir konuyu tartışırlarken geri planda bir kız çocuğu başka öğrenciler tarafından feci şekilde dövülüyor ve bırakın ayırmayı, kimse dönüp bakmıyor bile. Herkesin kendi minicik evrenine kapandığı ve sadece o evrenin içinde olup bitenlere karşı tepki verdiği bir manzaranın aslında bugünkü sosyal medya alışkanlıklarımıza da örnek teşkil edecek bir davranış kalıbının ipuçlarını içerdiği düşünmek çok da yanlış değil sanki.
“I May Destroy You”nun karakterleri, Arabella da dahil, kendi çelişkilerini sahiplenerek yaşayan, ilişkiler (arkadaşlık, aile, romantik ya da cinsel beraberlikler) söz konusu olduğunda bu çelişkileriyle başa çıkmaya çalışan, gerektiğinde geri adım atan, gerektiğinde gemileri yakan ama verdikleri tavizleri de, hesapları da bilinçli ve samimi bir şekilde veren karakterler. Tüm bunların sonunda elbette Arabella’nın o meşum gecede neler yaşadığını da öğreniyoruz ama son tahlilde asıl mühim olanın, izleyici olarak, bu benzersiz yolculukta bizim de dönüşmeye hazır olup olmadığımız, kendi günahlarımızla yüzleşip yüzleşemeyeceğimiz, aynaya bakıp bakamayacağımız gibi şeyler olduğunu da fark ediyoruz. Coel’un ve mükemmelen yazıp oynadığı “I May Destroy You”nun esas başarısı ve dehası da burada işte; yani bizi yok etmeye yeltenmesinde… Buna izin verebilecek miyiz peki? Yok olup yeniden kendimizi var edebilecek miyiz? Bu soru da burada dursun böyle.