Selçuk Yöntem: Keşke hüzünlü bir kelimedir

Akis filmini konuşmak üzere buluştuk, hayata ve insanlara uzandık… Selçuk Yöntem, “Her şey hep güzel olamaz. Çoğunluğu olursa ne âlâ” diyor.

Hilal Köse

Selçuk Yöntem, salgın günlerinde de durmadan üreten eden isimlerden. Çekimleri süren Bir Denizaltı Hikayesi adlı dizide Kıvanç Tatlıtuğ’un babası rolünde. Ama biz ödüllü filmi Akis vesilesiyle buluştuk. Sanat yaşamından, pandemi günlerine, ülkeye ve insanlara dair keyifli bir sohbete imza attık.

Nasılsınız, pandemiye alıştınız mı?

Pandemiyi herkes gibi kabullenmeye çalışan bir yapı içindeyim. Süreci, spor yaparak, kitap okuyarak, kendimle ilgilenerek, hayatın anlamını daha iyi kavrayarak geçirmeye çalışıyorum. Aşılarla ilgili gelişmelerden sonra önümüzde bir ışık gözüktü. Umuyorum ki iki üç ay içerisinde her şey başka olacak, tekrar oyunlarımızı oynayacağız, çekimlerimizi, seslendirmelerimizi daha rahat ortamda yapacağız. Tam anlamıyla eski günler gibi olmasa da daha özenli daha dikkatli bir hayat bizi bekliyor.

Aşıyı yaptın mı bu iş bitiyor. En önce yapılması gereken aşıda daha koordineli çalışıp işi bitirmekti ama yine de buna da şükür diyoruz.

Herkes bundan sonra bir değişiklik bekliyor. Dünyanın daha bir yer olup olmayacağı konuşuluyor. Sizin görüşünüz ne yönde?

İnsanlar ders aldılar. Benim en büyük korkum, insanların iyiye de kötüye de çok çabuk alışması. Eskisi gibi olmamızdan korkuyorum. Nasılsa her şey düzeldi diye bir anda unuttuk gitti! Beni en çok ürküten bu ama bilincinde olan insanların özenli bir heyet süreceklerine inanıyorum. Ben zaten hayatı özenli ve dikkatli götürmeye çalışan bir insanım. Anın kıymetini çok iyi bilen bir insanım. Çok iyi anlamaya çalışan bir insanım. Mesela sarılmak, öpüşmek... Biz dokunmayı seven bir toplumuz. Bunların tekrar geri geleceğine inanmak istiyorum ama özensiz olmayacak bu iş...

Hiçbir zaman normal olamayacağız gibi geliyor artık...

Olmayacak çünkü bu bitince başka şeyler olacak. Dünyayı çok hor kullanıyoruz dünyayı. Marmara Denizi'nde yaşadığımız şey. Bir profesörün açıklamasını dinledim, seyrediyoruz yapacak bir şey yok diyor. Yapılacak tek şey arıtma cihazlarının hemen çalıştırılması, yoksa Marmara ölüyor, yok oluyor. Doğa tokat atıyor ama biz bunu hâlâ anlamıyoruz.

İnsanlar bunca tahribatı görüyorlar ama bir yandan da dağılmış bir ruh halinde, 'boşvermiş' gibi davranıyorlar, ciddi bir eyleme geçmiyorlar. 

Tedirginlik, endişe, anksiyete insanları çok kötü bir psikolojiye sokuyor. Sonra da ben bu psikolojiye girmeyeyim diye fazla bir mücadele etmiyorlar. İnsanlardaki bu çelişkiyi anlayamıyorum ben bu çok hüzünlü.

UMUTLU OLMAZ ZORUNDAYIZ

Umutsuzluk mu görüyorsunuz etrafınıza baktığınızda şimdilerde...

Umutlu olmak zorundayız, umudumuzu kaybedersek her şeyimizi kaybederiz, çok samimi söylüyorum. Yaşama coşkusu olmadan bu dünyadaki misyonumuzu yerine getiremeyiz. Coşkuyu, umudu içimizde sürekli beslememiz gerekiyor.

Hiç umutsuzluğa düştüğünüz olmuyor mu?

Olmaz olur mu? Tabii ki oluyor ama onu yok edecek aktivitelere hemen girmek lazım. Çıkıp bir yürüyüş yapmak, bir müzik açmak, evdeki işlerle uğraşmak... Kolunuza takılı lastiği çekip bıraktığınızda çat diye çarpar, acır ya... Sigara bırakanlara önerilir bu yöntem. Biz de kendimize böyle lastikler üretiyoruz (Gülüyor.)

Bu arada çok fazla evde kaldık. Evle, ev işleriyle aranız nasıldır?

Çok iyidir. Evi, ev düzenini çok severim. Evde her şeyin çok düzenli olmasını isterim, aksi halde kitap, gazete okuyamam, televizyon seyredemem. Bir şeyler dağınıksa dağınık olmayan bir eylemde nasıl bulunabilirsiniz? Her şey dağınıkken üretenler var ama ben onlardan değilim.

Eski bir I·stanbul oteline bir gece, dört farklı çift gelir. En son ge- len kis¸i insanüstü yetileri olan Aziz Sodom’dur. Otelin sahibi, Sodom’un misa rleri hayattaki seçimleriyle yüz- les¸tirecegˆi yıkıcı bir bulus¸ma ayar- lar. Misa rlerin gizli yas¸amları gün yüzüne çıkarken her s¸ey altüst olur... Filmin senaryosu, Akis adlı tiyatro oyunundan uyarlandı. Sodom, yazar Burroughs’den esinle yazıldı. 

AKİS GİZİ OLAN BİR FİLM

Filminiz Akis ödül aldı, tebrik ederim. İngilizce çektiğiniz bir Türk filmi… Nasıl oldu fikrin hayata geçmesi?

İlker bana teklif ettiğinde, konuştuk Türk filmini niye İngilizce çekiyoruz diye. Sonra ben de bunun güzel bir macera olacağına inandım. Tabii çok zor bir Türk olarak İngilizce oynamak, zor ama üstesinden geldik. Çünkü çok inanmış bir yapı vardı, yönetmeniyle senaristiyle, sesçisiyle... O enerji beni de içine aldı. Çok keyif bir çekim süreci geçirdik.

Dil çalıştınız mı?

Birazcık dilim var ama o dilde oynamak başka bir şey. Bazı arkadaşlar daha hakimdi İngilizce’ye. Ben biraz zorlandım ama halletik. Degˆis¸ik bir film, bir gizi var. Bir otelde geçiyor. Yas¸adıgˆımız dünyada hangi zamanda oldugˆu belli olmayan bir zamanda geçen bir film... 

Tam da pandeminin ruhuna uygun. Filmde kapalı bir yerde buluşmalar gerçekleşiyor...

Evet... O buluşmalarda yani otele gelen herkesle benim karakterim Sodom'un bir çatışması var.

Aşk-ı Memnu sizi takip ediyor bu arada…

Her yıl aynıyı diziyi çekiyormuşuz gibi bir durum var. Bütün oynayanlar da dahil. Eskimiyor. Tabii şimdi baktığımızda saçlarımın simsiyah olduğunu görüyorum (Gülüyor.) 11 yıl geçmiş aradan. Aşk-ı Memnu çok güzel bir buluşmaydı. Ben ne zaman rastlasam tekrar izliyorum, bıktırmayan bir yapısı var çok ilginç bir şey. Kostümü, dekoru eskimemiş, konuşma esprisi tazeliğini koruyor. İlginç...

ÜLKEYİ DEHŞETLE İZLİYORUM

Peki sizi bu kadar takip eden başka bir rolünüz var mı?

Kurtlar Vadisi'ndeki Arslan bey arkamdan epey geldi, hâlâ da gelir. İlk iki sezonun hem dünyaya hem Türkiye'ye hem politik, hem başka açılardan bakan bir yapısı vardı. Çalıştığım her dizide mutlu olduğum bir taraf var yoksa yapamazsınız.

Kurtlar Vadisi deyince, son dönemde olan biteni izliyorsunuzdur...

Kurtlar Vadisi'ni aştı canım her şey!

Ne hissediyorsunuz peki?

Yaşam kendi organizasyonu içerisinde bir şeyleri açığa çıkarıyor. Halk ne kadar biliyorsa ben de o kadar biliyorum. Bir vatandaş olarak gündemi, ülkemi, politikayı takip ediyorum. Yaşamın bir matematiği var. Çok güzel sözlerimiz var, ne ekersen onu biçersin. Yaşama nasıl yaklaşırsan öyle cevap alırsın. Türkiye'de olan biteni herkes ne kadar hayret ve dehşetle izliyorsa ben de o kadar hayret ve dehşetle izliyorum.

Bir yandan da ülke gidişatına hiçbir etkimiz yokmuş gibi hissettiğimiz günleri yaşıyoruz...

Etkisiz ve çaresiz hissediyoruz. Bu güvensizliği de beraberinde getiriyor. Biz neye inanacağız? Hangi değerlere göre hareket edeceğiz? Özgürlüğümüzün olduğuna kendimize nasıl inandıracağız? Bütün bunların olmadığı bir yaşamda nasıl mutlu olabiliriz? Çocuklarımıza, gençlere nasıl umut vadedebiliriz. Bu bir psikolojik çöküntüdür aslında ve bu da toplumlara iyi gelmez. Ben ülkemde bunları görmek ve yaşamak istemiyorum, bunlar benim çok ağrıma gidiyor.

KÖTÜ HIRS MAHVEDER

Sizin oyunculuğunuzu özel kılan şey ne sizce?

Önce elimize bir metin geliyor, bu metinin dramatik yapısı önemli. Bana sunulan rolle kişiliğimin buluşması, benim o gerçekliği var edeceğime inanmam gerekiyor. Yan kadro, yönetmen, şirket ilgilendiriyor. Bütün bunların birleşimiyle karar veriyorsunuz. Her şeyin çok pozitif olması lazım. Sanat üretirken huzursuzluk onu hiçbir zaman olumlu anlamda realize etmez çok yönlü düşünmek zorundasınız. Ben de bu göstergelere bakarım, hislerime bakarım. Sığ bakamayız, önemli bir macerada zaten zor şartlarda çalışırken, bireysel huzursuzluklar mahveder işi. Rolle özdeşleşme duygusuna inandığım an o işi kabul ediyorum.

İzleyici tepkisini çok düşünür müsünüz bir işin öncesinde ya da çekimler sırasında?

Ben işimi iyi yaparsam kötü eleştiri alacağımı zannetmiyorum ama her işte de iyi eleştiri alınacak diye bir şey yok. Yaşamın dengesinde var her şey hep güzel olamaz. Çoğunluğu olursa ne ala. Onun için yaptığım tiyatro oyunlarında, dizilerde, filmlerde eleştirilenler de oldu. Tiyatroda daha şansılıyım diyebilirim, her oyunumun çok iyi reaksiyon aldığını hatırlıyorum. Bir senaryoda bütün sahneler mükemmel olursa o senaryonun güzel olacağına inanmıyorum. O zaman dengeyi nasıl kuracağız? Bir şeyler başka giderken birden bire başka bir sahne bambaşka bir güzelliği verecek ki siz bambaşka bir dünyaya girin diye... Onun için her şey çok güzel olamaz ama olması için çaba gösterebilirsiniz.

Tiyatroda en son Amadeus'ta Salieri rolündeydiniz. Bu yaz yeniden oynamaya başlayacaksınız değil mi?

Tarihlerimiz belli, aralığa kadar. Çok güzel başlamıştık, salgın çok büyük bir şanssızlık oldu. Prova döneminde biletler bitmişti, hâlâ biletlerini iade etmeyen seyircimiz var. Çok güzel bir buluşma oldu. Işıl Kasapoğlu yönetti, Okan’la (Bayülgen), Özlem’le (Öçalmaz) ve diğer arkadaşlarımla birlikte olmak çok mutlu etti beni. Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment baş koydular işe, çok büyük bir yapım olduğu için esasında riskti ama gerekli reaksiyonu aldılar. Salieri hayalini kurduğum bir roldü.

Gerçekten mi? 

1985 yılında Yücel Erten rejisiyle İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynanmıştı. Salieri rolünde hocam Can Gürzap vardı. Salieri rolü beni çok etkilemişti o zaman. Hayal etmiştim iyi hayal etmişim (gülüyor.)

Salieri’nin hırsı çok deli bir hırsmış...

Salieri belki Mozart’a rastlamasaydı onun bu kadar hırslı bir adam olduğu ortaya çıkmayacaktı. Kendi yağı ile kavrulup giderdi. Mazort’ın ne kadar iyi bir müzisyen olduğunu anlıyor, kendisinin o kadar iyi olmadığını idrak edip Tanrı’ya isyan ediyor. Mozart’a sen nereden çıktın karşıma diyor. Mozart’ı kabullenseydi daha başka olurdu tabii...Peter Shaffer (oyunun yazarı) da çok güzel dramatize etmiş, bir mühendis gibi işlemiş.

Hırslı olmaya dair ne dersiniz?

İyi hırs, iyi kıskançlıklar başarılı sonuçlar çıkarır. Kötü hırs herkesi mahveder, yok eder...

Hırsı öfke takip ediyor…

Öfke yayıldı mı zaten vicdan yok oluyor. Sevgi, paylaşım yok oluyor, buna izin vermememiz lazım. Birbirimizi sevmemiz lazım. Hırs herkesin içinde vardır. 'O ne güzel başardı, ben de başarmalıyım' denebilir ama kimsenin omuzuna basmadan olacak bunlar. Tarihe bakınca aslında ders alınacak çok şey var. İyi okursanız aynı hataları yapmazsınız...

İLK OYUNDA 4 REPLİK

Oyunculuğa başlarken şanslı mıydınız?

Şanslıydım ama mezun olur olmaz başrol oynamadım. İlk oyunumda dört repliğim vardı.

Ne diyordunuz?

Köyün delisiydim! Hatırlamıyorum ama dört repliğim olduğunu iyi biliyorum. Benim için önemli bir deneyimdi.Hidayet Sayın'ın Topuzlu adlı oyunuydu. Basamağı beşer onar çıkarsanız yorulursunuz, sonra tepede barınamazsınız. Basamak basamak çıktım ben.

Daha iyi olma yarışınız sürüyor mu hâlâ?

O bitmez hiçbir zaman. Bu meslekte oldum diyemezsiniz, derseniz şılap diye yere yapışırsınız.

Kendinizi çok eleştirir misiniz izlerken?

Çok eleştiririm ama ne yaptığımın da bilincindeyimdir. Eleştirilere de çok kulak veririm. Herkes övdüğünde orada bir yanlışlık var demektir ama yüzdesi fazlaysa da onu da hissediyorsunuz. Sorguluyorsunuz önce, 'beni sevdikleri için mi böyle söylediler' gibi sonra  övgünün yelpazesinin geniş olduğunu da anlayınca o güven veriyor size ona göre kendinizi değerlendirmeye başlıyorsunuz.

Siz başkalarını izlerken nasıl olursunuz?

Ben çok saf bir seyirci olarak izlerim. İnce eleyip sık dokuyan bir eleştiri yapmam.

Anladığım işle ilgili durumlarda da hayata karşı da pozitif bir insansınız.

Kesinlikle çünkü negatifliğin hiçbir işe yaramadığını yaşadım, gördüm. Yaşadıklarımın sağlamasını yaptım. Negatif olduğunuzda karşı taraf da size öyle yaklaşıyor. Hep sizin dediğiniz olacak diye bir şey yok. Empati yapmayı öğreniyorsunuz...Ortak bir noktada buluşmak böyle mümkün olur.

Bir rolünüzle ilgili şimdiye kadar aldığınız en tuhaf tepki ne oldu?

Kötü bir adamı oynamıştım bir dizide, yolda yürürken bir kadın "Tü Allah belanı versin" demişti.

ÇOK MUTLU BİR AİLEYDİK BİZ

Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi?

Tiyatrodan etkilendikten sonra hiçbir şey düşünemedim. Ailem olağanüstü destek çıktı. Babam o zamanki şartlarda konservatuvarda okurken bir ev tuttu bana. Çok şanslıyım... Babam çok kültürdü, aydınlık bir insandı.

Çocukluğunuz nasıldı peki?

Çocukluğum çok güzeldi. Çok mutlu bir aileydik biz babam subay olduğu için hep tayinler olurdu ama daha çok Ankara ve İstanbul’da olduk. Afyon’da ilkokul dördüncü sınıfı okumuştum.

Babanızı sormuşken sizi de soralım. Siz nasıl bir babasınız?

Onu kızıma Iraz Yöntem’e sormak lazım. O olumlu yanıt verirse iyi bir babayımdır. (Gülüyor.) Elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan, ailesiyle hayatı paylaşan, iyi bir baba olmaya çalışan bir babayım...

Sanat yaşamınızda keşke dediğiniz bir şeyler var mı?

Keşke hayatın en hüzünlü kelimesidir. Demenin hiçbir alemi yok. Keşke dememeyi gerektirecek şekilde yaşamak lazım.

Nasıl yapacağız bunu?

E yapamıyoruz çünkü o zaman tecrübe denen şey olmuyor. (Gülüyor) Keşkeler olacak ama çok büyük keşkeleri yaratmamaya çaba göstermeliyiz. Çünkü o geçti artık.

GEÇMİŞ SÜREKLİ TIRTIKLANMAZ

Hayat andan ibaret diyorsunuz yani...

Tabii ki anı yaşamak çok önemli. Şu an bu anı yaşıyoruz ama bu demek değil ki bir iki saat sonra ne yapacağımın bilincinde değilim. Sürekli ‘o oldu bu oldu keşke öyle olmasaydı’ demek hiçbir işe yaramaz. Keşke bütün dünya her an anı yaşasa! Geçmişi tırtıklayarak yaşadığımız zaman sonuçları olumsuz olur.

Salgında sanatın ve sanatçıların kıymetini daha iyi anladığımızı düşünüyor musunuz?

Sanatın insanları ne kadar birleştirdiği, canlı performansların insanları nasıl sosyalleştirdiği iyice anlaşıldı. Bir tiyatro izlemeye, bir bale izlemeye, bir sergiyi gezmeye çok daha başka bakacak insanlar. Bu dönemde sanatın bize sağladığı katkılarla direnç kazandık.

En zor günleri sahneden uzak olan müzisyenler, tiyatrocular geçirdi...

Korkunç. Bir sanatçıya, sanat kurumuna ne kadar destek olursanız, toplumunuz olumlu anlamda o kadar var olur. Bizde maalesef böyle olmadı, nasıl toparlayacağız bilmiyorum. Kendi içimizde yardımlaşmaya çalışıyoruz elimizden geldiği kadar... Ama tazelenme tekrar olacaktır inanıyorum. Devletin de yardım etmesi, el vermesi lazım, gelişmiş ülkeler harpler bittikten sonra bile ilk önce sanat binalarını inşa etmeye başladılar. Bunun bilincinde olmak gerekiyor, pandemi öncesi sahnelenen 250 oyun vardı.

ÜNLÜ OLDUĞUNUZU UNUTMALISINIZ

Maskeler inince ne yapacaksınız?

Aslında maskeler olumlu anlamda hep olmalı belki de. Hasta olduğumuzda karşımızdakine bulaştırmamak için...

Sanatla uğraşanlar biraz vurgun yemiş gibi oldu bu dönem, bu alanda ilerlemek isteyen gençlere tavsiyeleriniz var mı?

Neye inanıyorlarsa onu sevmelerini dileyebilirim. Her meslek kutsaldır. Kendilerini nerede yararlı görüyorlarsa orada ısrar etmeleri, hedeflerine kitlenmeleri gerekir.

Ya ünlü olmanın olumlu ya da olumsuz etkileri...

Ünlü olduğunuzu unutmanız lazım. Ben bunun farkında olan bir insan değilim. Ben işimi iyi yapmaya çalışıyorum, öyle olunca her şey geliyor maddi manevi... Evet biz ekrandayız ama ünlü olmak için değil iyi iş yapmak için çaba gösteriyorsunuz o zaman ünlü oluyorsunuz veya size öyle diyorlar o beni pek ilgilendirmiyor. Hazım meselesi... Kalıcı olmak için işinizi iyi yapmanız gerekiyor.