Selçuk Erez ve Yeşim Erez'den 'Yaratıcılık'

Selçuk Erez, kızı Yeşim Erez ile kaleme aldığı “Yaratıcılık- Aklımızın Sınırlarını Aşmak” adlı kitabında; yaratıcılığa bilim temelinde yaklaşırken edebiyat ve sanatı da es geçmiyor. Erez ile yeni bir bilim dalı olarak nitelediği yaratıcılığı ve kitabını konuştuk.

Reyyan Bayar

‘Yaratıcı birey direnmeyi biliyor’

-Bilgi Üniversitesi’nde yaratıcılık konusunda verdiğiniz derslerin notlarından yola çıkarak gelişmiş kitap fikri. Bu derslerin başlangıcı nasıl oldu, hikâyesi nedir?

-Altı yedi sene evvel fark ettim ki İngilizce konuşan ülkelerde yaratıcılık ders konusu olmuş. İlkin 1960’larda bunu merak eden hekimler, bilişimciler, psikologlar bir araya gelip yoğunlaşmaya başlamış. İlk yaptıkları şey yaratıcı olduğunu bildikleri Bach, Beethoven gibi insanların yaşamöykülerini okumak, ortak tarafları saptamak, acaba annesi babası boşanmış olanlar mı daha yaratıcı oluyor veya çocukluklarında sıkıntı çekmiş olanlar mı gibi genellemeler olmuş. Bir zaman sonra bilimsel yöntemlerle bu işe eğilmişler. Çağdaş, yaratıcı olduğu düşünülen insanları birtakım kontrol gruplarıyla karşılaştırmaya başlamışlar. Bu giderek derinleşmiş. Fonksiyonel MR denen bir uygulama var. Bir şey yaparken; korkarken, okurken, hoşumuza giden bir nesneye bakarken beynimizin hangi kısmının çalıştığını tespit ediyor. MR aletine yaratıcı nitelikleri olan insanları sokup onlara doğaçlama yaptırılıyor. O vakit görülüyor ki değişik insanlarda beynin hep aynı noktaları çalışıyor bu gibi durumlarda. Demek ki yaratıcılığın bu noktalarla ilgisi var. Bir de başka bir insanın yarattığı notalar önüne konulup çaldırılıyor; o vakit bambaşka noktaları çalışıyor beynin. Demek ki yaratıcılıkla ilgili merkezler ayrı. Böyle ilginç şeyler okudukça konuyu iyice deşmeye başladım. Okudukça okudum, dosyalar oluşturdum. Bu konuda küçük konferanslar vermeye, yazılar yazmaya başladım. Bir hayli birikme oldu. Sonra öğrendiklerimi anlatmak istedim. Üniversiteye gittim, anlat dediler. Başladım, baktım ki anlattıkça daha ciddiye almam, dersimi çalışmam gerekti. Yaratıcılığın tarifi, bunu değerlendirecek testler, hastalıklarla, zekâyla ilgisi gibi noktalar... Ders notları böylece büyüdü.

-Alanınızın dışına çıkmaya başladığınız zamanlar hangi aşamadan sonra gerçekleşmeye başladı?

-Aşağı yukarı dört sene evvel ama ondan öncesi de vardı. Yalnız ben daima alanımın dışında dolaştım. Tuhaf tarafım var ki bir şey kaşıyor. Üzerime vazife olmayan şeyleri araştırıyorum. Bu da öyle başladı. Hoşuma gitti, devam ettim.

-Bir etkileşim sürecinden bahsediyorsunuz. Bu derslerde öğrencilerinizin sizden öğrendikleri muhakkak var. Peki siz gençlerden neler öğrendiniz?

-Öğrencilerin çok anlamlı bir katkısı oldu. Konuyu anlatırken öğrencilerin sana bir tepki gösteriyor. Anlıyorsun ki bu şekilde anlatılmaz; daha iyi anlatılmalı. Hoca iyi anlamamışsa anlatamaz. Eve gidiyorsun, daha iyi anlamaya çalışıyorsun. Acaba başkası nasıl anlatmış? Ben bunu daha iyi anlamak için ne yaparım? Onunla zaman geçiriyorsun. Tabii ki bu şekilde onların eleştirileri de fayda ediyor, öğrenciler aval aval dinlemiyor; tepki gösteriyor. Sen bir şey anlattığın vakit öğrenci kalkıp kendi başından geçen bir tecrübeyi anlatıyor. Söylenene verilen tepkiden çok şey öğreniliyor.
 
“BASKI VARSA YARATICILIK ÖLÜYOR”

-Kitabın ilk cümlesi: “Yaratıcılık oldukça yeni bir bilim dalıdır.” Yaratıcılığı bilim sınıfına sokan nedir size göre? Biz ölçülebilir şeylerin ‘bilim’ adı altında toplanabildiğini öğrenmiş bir nesiliz. Yaratıcılığın ‘ölçme’ birimleri neler? Ya da yeni nesil bir bilim olarak farklı ölçüm değerleriyle mi bakmak zorundayız meseleye?

-Hiç olmazsa ölçülmeye yeltenilen bir birikim. Kitabın son kısmında da yaratıcılığı ölçmenin yöntemleri var. İlk kez 1960’ta başlamış bu konuya merak. Epey zaman geçmiş. Sistemik bakışın altmış senelik bir özgeçmişi var. Bundan evvel de zaman zaman nedir diye bakmışlar. Giderek de konuyla ilgili yeni bilgiler artıyor.

-Gerçek yaratıcılığın toplumsal yararla ölçülebileceğini ifade ediyorsunuz kitapta. Bunu biraz açar mısınız? Pragmatist bir bakış açısı değil mi bu? Fayda ekseninde mi bakılmalı duruma?

-Daima fayda bahis konusu değil. Picasso’nun yaptığı bir resmi düşünelim. Bunda bir yaratıcılık, farklı bir mesele var. Peki bunun topluma faydası var mı diye bakarsak, yok. Estetiği zenginleştirmesi kâfi. Değişik şekilde yazılmış bir şiirin, romanın, öykünün toplumsal faydası var mı? Hatta bir bale gösterisinin? Faydaya girer diye bakmamak gerek. İnsanı zenginleştiren her şey insanlığın yararınadır.

-Yaratıcılığa bilimin penceresinden bakarken edebiyatı ve sanatı esgeçmiyorsunuz. Bu ikili nasıl besliyor yaratıcılığı?

-Hangi roman yaratıcı bir romandır? Bunun üzerine düşünen edebiyatçılar var. Bazı yazarlar yaratıcı olmanın ve roman yazmanın tenkitlerini yazıyor. Bir şey düşünüyor; bir kahraman olsun, başından şunlar geçsin, sonunda mutluluğa karışsın veya ölsün... Baştan sona kadar tasarlıyor iskeleti. Sonra bunun içini dolduruyor. Bazısı ise bir yerden başlıyor, ne olacağını kendisi de bilmiyor. Yaza yaza, yanıla yanıla kendine göre ilerliyor. Sonuna kadar gidiyor. Önceden tasarlanmış mı? Bunu nereden bileceksin? Edebiyatçının söylediğine değil yazdığına bakmak gerek.
 
“DEĞİŞİK BİR ŞEY YAPMA DÜRTÜSÜ”

-Farklı alanlarda, üstelik farklı bakış açılarına da yer vererek yaratıcılığın izini sürmek size neler kattı? Yaşamınızı nasıl etkiledi?

-En önemli, en başat şeyi açık kafalı olmak. Yani senin kafanı, senin görüşünü kısıtlayıcı baskıdan kaçmak. Başka? Mahalle baskısından tut, dinden devam et, okuldaki baskılar, ana baba baskıları gibi şeylerle de ilerle... Baskı olduğu zaman başın sağolsun, yaratıcılık ölüyor. Bizim ülkede bir sürü örneği var, yaratıcı olunmaması için her şey mevcut bizde. Bundan sıyrılabildiğin kadar iyisin. Bunu el yordamıyla biliyoruz. Çoğumuzda da karakterimiz nedense bu şekilde gelişmiş. Ben de insanlara bir şeyler söyledikçe pekiştim, söyleme gereçlerim arttı. Orada şöyle, burada böyle, araştırmalar da bunu gösteriyor, diyebildim. Daha kuvvetle konuşur oldum. O bakımdan faydalı oldu bana.

-Yaratıcı bireyin yaptığı her işte üslup olarak diğerlerinden bir şekilde ayrıldığına dikkat çekiyorsunuz. Bu toplumdan ayrılmanın handikapı ne olabilir? Ya da olabilir mi? Yaratıcı bireyler için farklı bir eğitim düzeni düşünülebilir mi bu bağlamda?

-Evet, kötü oluyor. Toplumla iletişiminin bozulması, yaratıcılığın tanıtılmaması hadisesi... Sen çok yaratıcı olabilirsin ama senin söylediğini toplum duymazsa, görmezse ancak kendi kendine oyun oynarsın. Veya öldükten sonra kıymetin anlaşılır, o da belki. Demek ki toplumdan çekip ayırdığımız insanlar bu konuda çuvallayacak! Ama hem toplumun içinde olsun hem de topluma karşı yalıtabilelim onu. Toplumda deli muamelesi gördükleri de oluyor yaratıcı bireylerin. Bir yerde direnmeyi de biliyor bu insanlar. Delidir diyenler, direnmeyi pek bilmeyenler. Hem aldırmayacaksın, hem bildiğini okuyacaksın hem de direneceksin.
  

“BU TOPLUMDA ANANEYİ SÜRDÜRMEK ESAS”

-Yaratıcılığı yeni bir bilgi dalı olarak konuştuk hep. Ama gündelik yaşamdaki kullanımımızda sosyal bir faktör olarak görülüyor sanki, katılır mısınız?

-“Çok yaratıcı maşallah filan” deniyor. İşte Karadenizli bir ev yapmış, oradan da evine bir köprü yapmış. Çok zeki görülüyor, pratik zekâ... Yaratıcılığın halk arasında anlamı bu. Ama bilimsel olduğu vakit tarifi, kitapta söylediğimiz gibi. Yaratıcı kelimesinin anlamı değişmiş Eski Yunan’dan bu yana. Eski Yunan’da müzik yaratıcılık değil ki. Tabiat seslerini taklit ediyorsun. Heykeltıraşlık yaratıcılık mı? Hayır. İnsana, ata bakarak aynısını yapıyorsun. Bunun neresi yaratıcılık? Bu zamanki müzik ve heykelle ilgili aynısını söyleyemeyiz. O zaman düşünülmüyor böyle farklılıklar gösterebilmek. Yaratıcılık değil ama o zamanki insanları da eleştiremeyiz. Şiire yaratıcılık olabilir diyorlar çünkü tabiatta karşılığı yok, taklit etmiyorsun. Zaman geçiyor, anlaşılıyor ki insan tabiatı taklit etmiyor, başka bir şey yapıyor. İşte o zaman adı yaratıcılık oluyor. Ne kadar değişik, herkesin yaptığından farklı bir şey yaparsan -ama o işin erbâbı ya da bazı koşullarda halk da benimseyecek, tamam diyecek- o yaratıcılık oluyor. Demem o ki; yaratıcılığın tarifi değişiyor, birçok anlamda kullanılabiliyor.

-Yaratıcılık kavramını bilim ve sanatla temellendiriyorsunuz kitapta. Yaratıcı düşüncenin oluşumunu sosyolojik bakışla Türkiye özelinde nasıl yorumlarsınız?
-O konu üzerinden fazla gitmedim kitapta. Bizimki gibi baskıcı toplumlarda gelişemiyor yaratıcılık. Ankara’daki cami hikâyesi var örneğin. Bu ne biçim cami, kubbesiz cami olur mu filan diyorlar. Yerine bildiğimiz Kocatepe Camii’ni yapıyorlar. İstanbul’daki 1500’lerde 1600’lerdeki kubbeli caminin kötü, çimentodan yapılmış bir örneğini yapıyorlar. Yaratıcı değişik bir şey yapmakla yükümlü ya da gerçek anlamda bu dürtüyü içinde taşıyor. Bu toplumda yaratıcılık olmaz. Bizim toplumda ananeyi sürdürürsen sende iş var, yapmazsan olmuyor; kötü...