Sekiz soruda ÖYM değişikliği

DGM’lerden özel yetkili mahkemelere oradan da terörle mücadele mahkemelerine...

cumhuriyet.com.tr

AKP hükümetindeki çekirdek bir ekip, bırakın kamuoyunu, kendi milletvekilleri ve hatta bakanlarından bile son saate kadar sır gibi sakladıkları bir kanun değişikliği ile güya özel yetkili mahkemeleri kapattı. Güya diyoruz; çünkü, aslında birkaç küçük değişiklik dışında yapılan sadece bir tabela, bir isim değişikliğinden ibaret.

Özel yetkili mahkemeler gerçekten kapatıldı mı?

Hayır kapatılmadı, tam aksine çiftleşti. Birdi, iki oldu...

Birincisi, halen yaklaşık 20 bin kişinin yargılandığı davalara bakmaya devam edecek olan ve kaldırıldı denilerek toplumla adeta dalga geçilen özel yetkili mahkemeler (ÖYM). Kaldırıldığı kandırmacası yapılan bu mahkemelerin daha yıllarca bakmaya devam edeceği davalar arasında KCK, Ergenekon, Balyoz, Odatv, öğrenciler, belediyeler, sendikalar, sol, sosyalist örgütlere yönelik davalar var. Yani en az bir on yıl daha bu mahkemeler işlevine devam edecek.

İkincisi ise artık “terörle mücadele mahkemeleri” (TMM) diye anılacak olan yeni özel yetkili mahkemeler.

Son olarak 1984 yılında sıkıyönetim mahkemelerinin yerini alan DGM’ler yerine, şimdi olduğu gibi 2005’te de yine kaldırıldı denilerek ÖYM’ler kurulmuştu. Aslında sadece isim ve tabela değişmiş, DGM, ÖYM olmuştu. Şimdi de yine bir abrakadabra yöntemiyle, ÖYM’ler kaldırıldı denilerek ÖYM oldu TMM...

CMK 250, 251 ve 252. maddeler kaldırılmadı mı?

Hayır kaldırılmadı, yeri değiştirildi. Bu maddeler CMK’nin içinden alınarak, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) içine monte edildi. Yürürlükten kaldırıldığı söylenen CMK 250 – 252. maddelerindeki hükümler ile TMK’nin 10. maddesine eklenen yeni hükümler hemen hemen aynıdır.

Bu mahkemelerin görev alanları daraltıldı mı?

Hayır daraltılmadı, tümüyle aynı kaldı. Yani, 2005 yılına kadar DGM’ler, 2005’ten bugüne kadar ÖYM’ler hangi suçları yargılıyorsa, bundan sonra aynı suçları TMM’ler yargılayacak.

ÖYM’lerde devam eden davalarda yargılanan sanıkların durumu ne olacak?

Ne yazık ki, hükümet ÖYM’lerle birlikte bu sanıkları da adeta rehin olarak, kendisinin güvenmediği yargıdaki cemaat nüfuzunun insaf (!) ve vicdanına (!) terk etti. Üstelik hukuka, anayasanın eşitlik ilkesine açıkça aykırı bir düzenleme ile mevcut ÖYM’lerin ellerindeki davalarda, şartları oluşsa bile yetkisizlik, görevsizlik, izin alınması gereken hallerde durma, düşme kararı verebilmelerini bile kanun hükmü ile yasakladı. Bir teşbih yapılırsa; bu mahkemelerde yargılanan sanıkları, gözden çıkarılan, tasfiye edilmek istenilen kötücül insanların ellerindeki rehinelere benzetmek mümkündür. ÖYM’leri kaldırma gerekçesi olarak, çok açık bir şekilde, bu mahkemelerin demokratik bir hukuk devletinin mahkemeleri olamayacağını kamuoyuna ifade eden üst düzey AKP ve hükümet yetkililerinin, bu mahkemelerde kaderine terk ettiği sanıklarla ilgili olarak iç kamuoyunu eskiden olduğu gibi yanıltmaya, kandırmaya devam edeceği söylenebilir. Avrupa kamuoyuna ve AİHM’ye dönüp ne diyeceği ise merak konusu olmalıdır. Çünkü, artık mızrak çuvala sığmıyor.

Terörle mücadele mahkemeleri başka ülkelerde de yok mu? Ne sakıncası var?

Başka ülkelerde de terör suçlarına ilişkin çok sınırlı sayıda özel düzenlemeler var. Ancak, terörle mücadele mahkemeleri adıyla kurulmuş bir mahkeme yok. Neden yok? Çünkü, bir mahkemenin işlevi ve görevi terörle mücadele olmaz, olamaz.

Mahkemelerin temel görevi hukukun evrensel ilkelerine göre ve insan haklarına uygun olarak yargılama yapmak, yargılama konusu olayla ilgili maddi gerçeğe ulaşmak için çaba göstermektir. Hukuk ve mahkemelerin amacı, devletin terörle mücadelesine katkı sunmak, yardımcı olmak değil adalete ulaşmaktır.

Devletin güvenlik ve terörle mücadele için başka organları ve kurumları vardır. Eğer bir toplumda, hukuk ve mahkemeler, devletin asayiş ve güvenlik işlevinin aracı olarak görülmeye başlanmışsa, o ülkede artık adaletten söz etmek mümkün olmaz.

TMM’nin Terörle Mücadele Kanunu içine alınmasının anlamı nedir?

Terörle Mücadele Kanunu, terörün tanımından başlayarak suç ve cezalara, olağanüstü usul hükümlerine kadar birçok maddesi uzun yıllardır tartışılan, eleştirilen, insan haklarına aykırı bulunan bir kanundur. Yirmi yıllık uygulamada görüldü ki, kanunun belirsizliği ve esnekliğinden de yararlanılarak uygulama, her türden toplumsal muhalefeti “terörist” faaliyet olarak görmekte, insanları mağdur etmektedir. Öyle ki, mala zarar verme ya da mühürde, resmi belgede sahtecilik suçu kapsamındaki bir eylem bile terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği iddia edilerek terör suçu sayılabilmekte ve bu mahkemeler önüne getirilebilmektedir. Parasız eğitim isteklerini içeren pankart astıkları ya da dereler üzerindeki hidroelektrik santrallarına karşı protesto gösterisi yaptıkları için insanların terör suçlamasıyla ne gibi mağduriyetler yaşadıklarını hep beraber yaşadık, yaşıyoruz.

Cemaat hukukuna darbe

Hükümet, gerçekten de sadece isim ve tabela değiştirmek için mi bu kadar çaba(!) sarf etti?

Yapılan değişiklik esasta sadece isim ve tabela değiştirmekten ibaret kalsa da, hükümetin bu değişikliği yapma çaba ve ısrarının gerisinde bir başka amacın daha önemli ve etkili olduğu anlaşılıyor. İstanbul başta olmak üzere özel yetkili savcılık ve mahkemelerin çoğunluğunun Gülen cemaatinin mensup ve sempatizanlarının kontrolünde olduğu, buradaki savcılar ve hâkimler üzerinde bu cemaatin belirgin ve belirleyici bir etkisinin bulunduğu, bunun adli işlemlere yansıdığı kamuoyunda genel olarak dile getirilen, bilinen bir durum. Bu savcılık ve mahkemelerce yapılan adli işlemler ve alınan kararların yansızlığı, inanılırlığı, güvenilirliği ve saygınlığı konusunda çok uzun zamandır yaşanan sıkıntıların kaynağı olan bu durum, önceleri hükümetin de desteklediği bazı operasyonlarda çok da sorun edilmemişti. Ancak, özellikle özel yetkili savcılık ve mahkemelerde belirleyici konuma gelen cemaat gücü, giderek hükümete rağmen ve hatta MİT krizinde olduğu gibi hükümete karşı da kullanılmaya başlandı. Bu noktada, hükümet, cemaate karşı bir adım attı ve mevcut özel yetkili hâkimleri, ellerindeki mevcut davalarla baş başa bırakarak, (HSYK üzerinden) yeniden belirleyeceği hâkimlerden oluşturulacak kendi özel yetkili mahkemelerini kurmaya karar verdi. Şimdi, HSYK’de de etkili olduğu bilinen cemaatin, TMM’lerde görevlendirilecek yeni hâkim ve savcıların belirlenmesinde, hükümetle girişeceği yarışın sonucu beklenecek. Özel yetkili savcılardan önemli bir kısmı, tıpkı özel yetkili hâkimler gibi artık yeni soruşturma ve kovuşturma yapamayacaklar. Böylece, özel yetkili savcılık ve mahkemelerdeki cemaat ağırlığını, hükümetten yana çevirecek olan plan kapsamında bu kanun değişikliği yapılmış gibi gözüküyor.

 

Değişen hiç mi bir şey yok, bu değişikliklerden önemli olanlar var mı?

Elbette bazı küçük değişiklikler var. Bunlar arasında nispeten kayda değer olanlar arasında şunlar sayılabilir:

Hukuksuz gizlilik ortadan kalktı

a) Dava açılıp mahkemece iddianamenin kabulü kararı verilene kadar şüpheliye ve avukatına, soruşturmanın gizliliği gerekçesiyle, hiçbir belge ve tutanak verilmiyordu. Buna karşın, şüpheliden ve avukatından gizlenen kendi ifade tutanakları dahil bütün belgeler, bir şekilde medya aracılığıyla kamuoyuna servis ediliyordu. Böylece esasen şüphelinin hukukunu korumak amacıyla getirilmiş bir sistem olan gizlilik, uygulamada sadece şüpheliye karşı ve onun hukukunu çiğnemek için uygulanan bir sisteme dönüşmüştü. Adil yargılama ilkesine apaçık aykırı bu uygulamaya dayanak olarak gösterilen TMK’nin 10/d bendi kaldırıldı.

Sanıksız ve savunmasız yargılamaya son

b) ÖYM başkanlarına tanınan (CMK 252/1-(f)), duruşmanın düzenini bozan sanığı veya müdafii o günkü oturumun tamamına çıkmamak üzere, duruşma salonundan çıkartma; bu kişilerin, sonra gelen oturumda da duruşmayı önemli ölçüde aksatacak davranışlara devam edecekleri anlaşılırsa ve hazır bulunmaları gerekli görülmezse, yokluklarında duruşmaya devam olunmasına mahkemece karar verilebilme yetkisi kaldırılmıştır. Duruşma salonundan çıkartılan sanık veya müdafinin bundan sonraki oturumlarda da duruşmanın düzenini bozmakta ısrar etmeleri halinde, bir daha aynı dava ile ilgili oturumların tamamına veya bir kısmına katılmamalarına karar verilebilmesi yetkisi de kaldırılmıştır. Böylece, fiziken savunma olmadan yargılama yapılmasına dair yaşanan olumsuz uygulamaların önüne geçilmek istenmiştir.