Seçkin Erdi'den 'Kampana'
Seçkin Erdi’nin kaleme aldığı “Kampana”, bir ilk roman. Tasvirleri ya da akıp giden iç sesleriyle okuru bunaltmadan uzun bir şarkı dinlermişçesine bir hava yaratıyor. Yormuyor ama telaşlandırıyor ve insanları kendi hikâyesine baktırıyor.
Adalet ÇavdarBir kuşak ve sokakta hayat bulmuş insanın önce Bandista’dan sonrasında ise Debdebe adlı müzik grubundan tanıdığı bir insan Seçkin Erdi. Üniversiteyi bitirdikten sonra çeşitli yayınevlerinde editörlük ve redaktörlük işleri yapan Erdi, 2012’de İstos Yayınları’nın kurucu kadrosunda yer aldı ve hâlen burada çalışıyor. Biz onu şarkı sözleri ve şarkı söyleme üslubu ile bilirken o bir anda karşımıza Kampana adlı romanıyla çıkıverdi.
“Kampana”: (İtal. “campana”), Çan ve tekerleği dönmekten alıkoyan madeni çember anlamına geliyor. Romanın içeriğinden bahsetmeden önce diline değinmek gerek. Müzikle uğraşan bir insanın elbette ritmik bir metin yazması doğal diye düşünebilirsiniz. Kampana, kendi içinde ritmi olan bir kitap. Kimi yerinde sayıklama, kimi yerinde kaybolmanın telaşıyla yazılmış ve Erdi’nin, kelime dağarcığı ile okurunu şaşırtan, şaşırtırken de ritme kapılmasını sağlayan bir roman.
KUZGUNUN GÖZÜ
Bir erkeğin birden fazla anlatısı Kampana. “Benler konseyi”nin toplanması, dar alanda kısa bir paslaşma. Kendi içinde kaybolma, hapsolma, rahatsız olma ve bir kuzgunun sesi. Bir toplanma alanında sessizlik talebi içinde başlıyor roman, askerlik. Bilinmeyen dillerin kendi içinde uğultusu ve sürekli bir azar. Bir kuzgun “gak” diyerek selamlıyor içlerinden birini. O biri anlatıyor kendinden fazlası ve azı olarak. Kendi içinde konuşuyor her daim, kendi uğultusuna kaptırıyor anlatısını. Görmek denen şey ile başı dertte kahramanın, erkekliğin kayıplığı işin içinde desek de aslında insan olma niyetinde.
Bir kuzgun kendi gözünden anlatıyor dünyayı, kuyrukta kışlaya girmeye bekleyen onlarca erden sadece biri duyuyor sesini ve dinliyor kuzgunu, kuzgunu dinledikçe aklı karışıp kendine dönüyor. Görüntüsü, sırı dökülmüş bir aynanın önünde kirli silik belirginleşiyor. Orada artık kendi olmamalı, kendi olmak başa bela, “ben”lerinden birini seçmeli ve devam etmeli, hangi benin onu orada tutabileceğini bulmalı. Zamanı dondurmalı.
Askerlik üzerine uzun uzun yazılabilir elbette. Erkek olmak üzerine saatlerce konuşulabilir ve yine de içinden çıkılamayabilir. Mesele insan ve kendin olmak. Mesele, şehrin uğultusu içinde duyulamayan iç seslerin, kapalı bir alanda kendini feryat figan duyurmaya çalışması ile baş etmek.
Askerlik; zorunlu bir mahpusluk durumu; hem devlete hem kendine. İnsanın, yirmi dört saat baş başa kaldığı kendisini deşmesi kadar ürkütücü bir şey yok hayatta ama bir yandan da bu bu hâl bir lüks belki. Aklı sabit tutmak öyle kolay değil elbette ama yaşamak, her yerde ve her devirde her zaman insan olarak kalmanın zorluğu sonuçta cebimizde.
Bir kışla, insana dair gözlem yapmak için en iyi alanlardan biri olabilir. Çeşitli kültür ve yörelerden gelen farklı yaşlardan pek çok insanın bulunduğu bir yer. Bir anda hiç bilmediğin pek çok hikâyenin dinleyicisi ve orada yaşayacaklarının seyircisi oluyorsun. Sonra birileri senden “ben askerdeyken bizim bir devre vardı” diyerek anlatmaya başlıyor. Bir anılma biçimi olarak askerde öylece kalıveriyorsun. Aklı biraz çalışan, okumuş ve yazmış herhangi bir insanın, o ortama uyum sağlayabilmesi için kafasındaki seslerin bir kısmını durdurması gerek. Seçkin Erdi, kendince okuyan ve aklı dünyaya açık olan bir erkeğin, kışlada hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Hikâyeye giren başka kahramanlar da var elbette: Mazlum, İkizler, Kara...
Bir tebessümün başa bela olması, gelmeyen telefonun sürekli beklenmesi, çeşitli delirme ve durulma anları. Küfürler, kavgalar, küçük çaplı kıyametler sonra sonrası bir sefer, bir çan sesi, bir kampana. Biraz şarap, kayıplık ve kendine geliş, iki kelime; “tamam oldu”, yeniden başlamak için sonlandırmak niyetiyle.
“BENLER KONSEYİ”
Gündelik hayatın koşturmacasında bazen olmadık yerlerde garip davranışlar sergileyip sonra kendimizi sorgulamaya zaman bulamazken kışladaki bir adam sürekli “Ben neyim, kimim, ne oluyorum?” diye soruyor. Bir andan diğerine geçerken öncesini sorgulayıp ardından öyle kayboluyor. Bu sırada yaşadığı şeyler hata değil, deneyim olarak geri dönüyor ve benler konseyi, her daim yargılamaya devam ediyor. İç sesler susup anlar yaşanıyor ve bütün bunlar çok kısa sürede oluyor. Gerçek hayatta yaşama biçimi, kışlada hayatta kalma mücadelesi, toplumsal ve kişisel normlar birbirine giriyor.
Edebiyat vasata indirgendiğinden beri herkes bir şekilde kendine dair bir hikâye anlatma derdinde. Erkek dili, erkek romanları, erkeklik hâlleri ise neredeyse bir kategori oldu. İnsanlık hâlleri içinde en çok anlatılan şeylerden biri erkeklik. Oysa insan olmak hepimizin derdi, dünyada ve bir şekilde hayatta kendin olarak kalma uğraşı her canlının yaptığı bir şey.
Erdi’nin romanı, askerlik ve erkeklikten bahsetse dahi içinde kadının varlığı bulunmuyor; başka kimlik üzerinden değil, kendi kimliği üzerinden var etmeye çalışıyor. İçeriğini başa gelen trajedilerden değil, o anda orada bulunmaktan alıyor. O yüzden bence devrin “erkeklik” üzerine yazılan metinleri arasında önemli bir yere sahip. Çünkü bir kışlada nın varlık ve yokluk sıkıntısı çeken ve bunların hiçbirinin farkında olmayan erkeklerin yaptıklarını sorgulayan biri tarafından anlatıyor.
Kendine ve çevresine merhamet etmiyor anlatıcı, sadece anlamaya çabalıyor. Sorguladığı şeyleri paylaşabilecek biri bulamadığı için “benler konseyini” topluyor. Yargılamak, ceza vermek ve bundan sonra nasıl devam edeceğini anlamak için kendinden fazlası ile uğraşıyor. Savunurken kendini yargılıyor.
Kampana, bir ilk roman. Ne eksik ne fazla bir kelimeye sahip. Tasvirleri ya da akıp giden iç sesleriyle okuru bunaltmadan uzun bir şarkı dinlermişçesine okutuyor kendisini. Yormuyor ama telaşlandırıyor ve insanları kendi hikâyesine baktırıyor. Bir kitabın bence en önemli niteliklerinden biri kapağını kapattıktan sonra size küçücük bir ânı dahi sorgulatmayı becermesi. Evet, bir kışla ve bir askerlik hikâyesi olarak özetlenebilir Kampana ama bundan ötesi iç seslerle baş etme öyküsü.
Kampana / Seçkin Erdi / Everest Yayınları / 144 s.