Sebze meyvede işletme

Türkiye, iklim ve doğa koşulları açısından bir sebze-meyve cenneti... Ülkemiz fındık, incir, kayısı, kiraz, ayva ve nar üretiminde dünyada ilk sırada bulunuyor. salatalıkta ve karpuzda ikinci, domates, patlıcan ve yeşil biberde üçüncü sırada yer alıyor. Ancak, gerek üretim potansiyelimizi gerçekleştirmek, gerekse ihracat açısından bir türlü olmamız gereken yere gelemiyoruz.

cumhuriyet.com.tr

Ülkemizde üretilen yıllık sebze-meyve miktarı 2005 yılında 43 milyon tona yükselmişti. Bu rakam 2006 yılındaki kuraklık ve girdi maliyetlerindeki artışlar nedeniyle 41 milyon tona, 2007 yılında ise 40 milyon tona düşmüş bulunuyor. Dünya ölçeğindeki üretim göz önüne alındığında, Türkiye, dünyadaki toplam sebze meyvenin yüzde 4 civarında bir bölümünü üretmekte olmasına karşın, üretimdeki düşme eğilimi ilerisi için endişe yaratıyor.

2006 yılında sebze üretimi de bir önceki yıla göre yüzde 2.3 oranında azalmış ve yaklaşık 26 milyon ton olarak gerçekleşmişti. 2007 yılında ise kuraklık bir önceki yıl kadar şiddetli olmadığı halde üretim 25.6 milyon tona düştü; yani üretimde 400 bin tonluk bir azalma görüldü.

2006 yılında meyve üretimi yüzde 1.9 oranında artarak 15 milyon ton olmuştu. 2007 yılında ise 14.4 milyon ton oldu. Elmada yüzde 22.8, kayısıda yüzde 21.2, armutta yüzde 12.1, vişnede yüzde 48.9 ve kirazda yüzde 28'e varan kayıplar yaşandı.

2008 yılında sebze ve meyve yetiştirilen bölgelerde kuraklığın geçen yılki kadar şiddetli olmaması, önemli don olaylarının yaşanmamasına karşın, geçen yıl gübre, mazot, ilaç gibi girdilerde görülen büyük fiyat artışlarının üretimi yine olumsuz yönde etkilemesi bekleniyor.

Bu rakamlar, sebze-meyve üretiminde son iki yılda görülen düşüşün yalnızca kuraklıkla açıklanamayacağını, başta girdi fiyatlarındaki artışlar ve üreticinin yeterince korunamaması olmak üzere bir çok başka faktörün de etkili olduğunu ortaya koyuyor.


Türkiye’de sebze-meyve üretimine hakim olan işletme yapısı, küçük üretim.

Küçük üretim, her ne kadar üretimin tabana yaygınlaştırılması ve küçük işletmelerin geliri yüksek üretim türlerine yönlendirilmesi açısından olumlu özellikler taşısa da teknolojinin geliştirilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, bilinçli ve yüksek hijyenik şartlara uyumlu üretimin gerçekleştirilmesi açısından dezavantajlar içeriyor.

Bu dezavantajları şöyle sıralamak mümkün:

İşletmelerin genellikle küçük ölçekli olması, üretim maliyetlerini yükseltiyor ve yeni teknolojileri takip etmelerini zorlaştırıyor.

Üretici ve ihracatçılar yeterli örgütlenmeye sahip değil.

Kaliteli tohumluk, fide ve fidan kullanımı sınırlı kalıyor.

Bilinçsiz gübre kullanımı yaygınlığını koruyor.

Üretimde kimyasal ilaç kalıntısı ve depolamadan kaynaklanan toksinlerin varlığı ihracatta engel oluşturuyor.

Dış pazarın isteklerine uygun ürün çeşitleri ve standartlar yeterince geliştirilemiyor.


İhracatımıza gelince...

Ürettiğimiz meyve-sebzenin yalnızca yüzde 5'ini ihraç edebiliyoruz. Bu düşük bir oran, ancak son yıllarda ihracat oranında bir artış var. Son 5 yılda yaş sebze ve meyve ihracatı miktar olarak 1.5 milyon tondan 2.2 milyon tona, değer olarak ise 533 milyon dolardan, 1 milyar 471 dolara yükselmiş bulunuyor. Ancak Türkiye'nin potansiyeli göz önüne alındığında bu oran hâlâ düşük.

Üretim azalırken ihracatın artmasının nedenlerine baktığımızda şu tespiti yapabiliyoruz:

Yeni tesis edilen meyve bahçeleri tür ve standart olarak dünya standartlarına uygun ve üretimlerini esas olarak dış piyasalara yönlendiriyorlar. Geleneksel meyve sebze üreticileri ise kuraklık ve artan girdi fiyatlarından daha fazla etkileniyor ve rekabeti zorlaştıran koşullara ayak uyduramayarak piyasadan çekiliyorlar.

İhracat rakamının istenilen ölçüde olmamasının en başta gelen nedenleri ise, ihracatı teşvik amacıyla verilen primin düşük olması ve kimyasal kalıntı sorunu.


Türkiye’de zirai mücadelede 1250 çeşit ilaç kullanıldığı tahmin ediliyor. Bu çeşitlilik ilaç kullanımında standartlaşma ve denetim sorununun çözülemediğini gösteriyor. Nitekim, kalıntı sorunu özellikle iç piyasaya sürülen ürünler açısından büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Tarım ilaçlarının doğru kullanımı için çiftçilerin eğitilmesi, periyodik denetimlerin yapılması ve ürünlerin tüketiciye ulaşmadan önce laboratuvar testlerinden geçmesi bir zorunluluk.

Türkiye’de ilaç çeşitlerindeki fazlalığa karşın birim alanda kullanılan ilaç miktarı Avrupa ülkelerine göre son derece düşük. Örneğin dekar başına İspanya’da 2.6, İngiltere’de 3.6, Almanya ve Fransa ‘da 4.4, Yunanistan’da 6, İtalya’da 7.6, Hollanda’da 17.5 kg. ilaç kullanılırken Türkiye’de bu oran 0.5 kg’da kalıyor.

Bu sorunları önlemenin en kolay yolu, tarımsal ilaçların tıpkı tıp ilaçları gibi reçete kullanımına bağlanması ve üretim sürecinin denetlenmesi.

Bu konuda hazırlanan bir yönetmeliğin uygulamaya konulması durumunda karşılaşılan sorunların büyük ölçüde azalması bekleniyor. Bu yönetmeliğe göre, her üreticiye bir barkod verilecek, üreticiler, gübre dahil üretimde kullandıkları her türlü ilaç ve kimyasalı, kullanım tarihleri ile birlikte kendilerine verilen üretici defterine kayıt edecekler. Kayıtlar teknik elemanlar tarafından denetlenecek. Standartların üstünde kalıntı içeren sebze ve meyveyi üretenlerin yanı sıra, bu ürünleri satanlar ve ihraç edenler de sorumlu tutulacaklar. Üreticinin isteğe bağlı "serbest danışmanlık hizmeti" alması durumunda, üreticinin görev ve sorumlulukları, serbest danışmanlık hizmeti veren kişi, kurum veya kuruluşca yerine getirilecek.


Yaş sebze ve meyve pazarlamasında en önemli görev Toptancı Hallerine düşüyor.

Hallerin denetlenmesi konusunda en büyük engellerden biri de yetki karmaşası. Haller, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Belediyeler tarafından denetleniyor. Bu da zaman zaman denetim boyluğu yaratıyor.

Ayrıca Toptancı Haller Yasası yeterince uygulanamıyor.

Örneğin, Türkiye’de üretilen toplam 40 milyon ton sebze ve meyvenin yalnızca 9 milyon tonu, yani yüzde dörtte birinden azı Hallere girerek kayıt altına alınıyor. İhraç edilen 2.2 milyon tonluk ürün de buna dahil. Geri kalan bölüm ise kayıt dışı işlem görüyor.

Bu kayıt dışı işleyiş, üretici ve tüketiciye verdiği zararın yanı sıra, önemli bir vergi kaybına yol açıyor. Sebze ve meyvenin genel ortalama satış fiyatı 1 YTL olarak hesaplandığında kayıtdışı işlem gören 31 milyon ton sebze-meyvenin satış değeri 31 milyar YTL yapıyor. Bu rakam, yaklaşık 25 milyar dolara denk geliyor. Bu rakam üzerinden tahsil edilemeyen KDV, stopaj, gelir ve kurumlar vergisi hesaplandığında Hazine’nin kaybının 5 milyar dolara yakın olduğu görülüyor.


Sebze-meyvecilikte ürünlerin tazeliğinin korunarak piyasaya sürülmesi çok önemli.

Bu açıdan soğuk hava depoları büyük önem taşıyor.

Son yıllarda özellikle meyve-sebzeciliğin merkezi Antalya'daki soğuk hava depolarının sayısında bir artış var. Bu sayı halen 100'ü geçmiş ve bu depoların kapasitesi yılda 100 bin tonun üzerine çıkmış bulunuyor. Tek başına Elmalı ilçesinde 50 civarında soğuk hava deposu var ve tüm Antalya kapasitesinin dörtte birini bu ilçe karşılıyor.

Bu rakamlar Antalya yöresindeki olumlu gelişmeleri gösterirken, diğer bölgelerdeki durumun ne kadar kötü olduğunu da ortaya koyuyor.


Üretim kavgası, üreticinin hakkını vermek, onu üretebilir durumda tutmak, verimliliği artırmak çok önemli, ama sorun burada bitmiyor. Ürettiğimizi korumak, sağlığa uygun koşullarda ambalajlamak, muhafaza etmek, tüketiciye ulaştırmak, üretici ile tüketici arasındaki mesafede oluşan haksız kazançları ve rekabeti önlemek de önemli.

Gıda işletmeciliği tarladan tüketiciye kadar uzanan bir zincir.

Bunu böyle görmediğimiz sürece, bu zincir bir yerde kopuyor, yapılan iyi şeylerin de faydasını göremiyoruz.

 

( İbrahim Yetkin, Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı )