Şebnem İşigüzel’den kıyıda bir hayatın romanı; “İyilik”
Şebnem İşigüzel, sevilmek ve ayakta kalmak isteyen, isyan eden ve yenilen bir hayatı anlatıyor. İyilik, şimdiki zaman trajedisi. Çürüyen bir diş. Yenilgisi ve yengisiyle kanserin kıyısında yaşamı baştan keşfeden bir kadının hikâyesi. Şebnem İşigüzel ile “İyilik” adlı yeni romanını konuştuk.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Ekigamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr
- Kanser teşhisinin yarattığı ruhsal değişim ve iç hesaplaşmalar kaçınılmaz kuşkusuz. “İnsan nerede yaşar? Baktığınız ve gördüğünüz yüzünde mi? Yoksa daha derinlerde mi?” diyor roman kahramanı. Hatları ve sınırları karışık bir çözümlemeler silsilesi içinde. “İyilik”te ne yönde bir iradeyle harekete geçiyor?
- Yolun sonuna geldiğinde insanın epey karışık duyguları olmalı. İsyan, öfke, itiraz, niye ben sorusu? Ama benim kahramanım farklı bir ruh haline sahip. O ilkin şaşırtıcı bir sükunetle kabulleniyor ölecek olmayı. Aslında zaten hiç yaşamamış olduğunu düşünüyor. Ya da bizi de kandırıyor böyle söyleyerek. Yaşamak uğruna çok şey yaptığını ve şimdi ipten düşen cambazın kendisi olacağını anlıyor çünkü. Hayatını ne uğruna yaşadığını düşünüyor herkes gibi.
Hayatımızın sonuna geldiğini öğrendiğimizde ne yaparız? Bu herkese göre değişir. Kimisi hayatta kalmak için çabalar. Kimisi son zamanlarını iyi geçirmek ister. Ama benim kahramanımın hayatını kaplamış bir kanser vardı zaten. Sırlar, yalanlar, iflah olmaz arzular, boyun eğmenin yarattığı azap.
Ben küçük bir insan ömrüne güzelleme yapmak istedim. Dümdüz söyleyecek olursam günahıyla sevabıyla bir hayat hikâyesi. Anlatılacak ve yazılacak kadar ilginç bir hayat hikâyesi ama.
Öte yandan bizi ruhen peşine takıp sürükleyecek güçte bir kahraman olmasını istedim. Saklanmış sırlanmış bir hayat hikâyesi bu. Yarını yokmuş gibi başını derde sokan bir kahramanım var. Asıl derdi hastalıktan daha derinde. Sanırım bunu anlamak onun için çok sarsıcı oldu.
- Adı yok!
- Adı yok çünkü adlarımız da karşımızdakine bizim hakkımızda fikir veriyor. Bir de okur Venüs’den beri kahramanın isminin peşinde. Okurun bu arzusuna ben yine oyunla karşılık vermek istedim. Okuruma oyun oynamayı hep sevdim. Ancak öte taraftan kahramanım bir adı olsun istemedi. Tıpkı üstünde taşımaya meraklı olduğu markalar gibi adı da onu sınıflandıracaktı çünkü. Adı üzerine dönen tatlı hikâyeleri oldu ama adını bilemedik.
SAKİN, DERİN VE DÜŞÜNCELİ
- Hayatını sıfırlayıp ailesi, arkadaşları ve doktoruyla irtibatını mümkün olduğunca kesmesi... Yaşadım dediği dönemde aslında yaşamadığını fark etmesi... “Başımı alıp aniden ev terk etmelerim, otele yerleşmelerim sizi yanıltmasın. Bunun için çok bekledim. Yaşamak için hastalanmayı beklemem gibi” demesi... “Bütün hayatım poz vermekle geçmişti. Kendim olmaktan çıkıp trajedimle yaşamaya başlamıştım” demesi sonra... Hayatın peşinden koşmaya çalışıyor, nefes nefese...
- Çoğunluk için hayatını sıfırlamak ya da temize çekmek tatlı bir düştür. Gece uyumadan önce kim aklından başka bir hayat fantazisi geçirmez? Kahramanım da öyle. Son oyununu oynuyor aslında. Kitabın arkasında onun için söylenen “şahane bir pozcu” yorumu çok doğru.
Ne uğruna yaşadığını anlamaya çalışıyor. Ömrü boyunca uyumak istediği yere yolun sonunda varması gibi. Çok yaralı. Yaralarına bakmayı, yaralarını sarmayı yolun sonunda akıl ediyor ama çok geç tabii.
Sakin, derin ve düşünceli bir şey yazmak istiyordum. İkinci gecesinden anlattığı avlunun tasviri gibi. Ben de onun iç dünyasını öyle ince ince işlemek istedim. Yazdıklarımın duygusu önemli. Bunun okura geçmesini isterim. Sonuna doğru can havliyle pespayeleşti elbette. Ya da her şeyi döküldüğü için o asalet ve sükunet kayboldu. Bizi şaşırttığı kadar onu anlamalıydık da. Hayatın peşinden koştu dediğimiz şeyin içinde bence bunlar var işte.
- Kansere bir tek şey için borçlu gibi; topluma, aileye ve kendisine oynadığı sürü üyesi rolden sıyrılmayı. Ve bir bilinç açımı, ruh tazelenmesi, yaşama doğru son bir depar! İçine attıkları, yaraları, gizlemek istemiyor artık.
Kanser nasıl bir başlangıç? Bunu soruyorum çünkü bitenlere hoşçakal derken, yeni kararlara, pratiklere, duygu ve düşüncelere merhaba diyor. Peşinen getireceği yalnızlığı bilerek bir daha kimseye sığınmamaya da karar vermiş. Helâlleşmiyor kimseyle. Kanser onu özgür kılmıyor ama arındırıyor demek ne kadar olası?
- Özgür görünmesine rağmen aslında hiçbir zaman özgür değildi. O hep birilerinin kölesi oldu. Hep bir boyun eğendi. Zekâsı ve gücü ona ekonomik özgürlük sağladı sadece. Orada bile kişilikli davranamadı. Hep sömürüldü. Bunun rağmen yolun sonunda parasız kalmaması iyi bir şeydi. Bu onun adına iyilikti. Yüzleşerek ve vicdanını sorgulayarak arındı evet.
Antik Yunan’da hastalıkların nasıl tedavi edildiğini okudum. Şaşırtıcı biçimde romanda benzer şeyi yaptığımı gördüm. Tıp biliminin kurucusu Hipokrat’ın yetiştiği Asklepion’da tedavinin ilk kuralı temizlik. Hasta temizlenip temiz bir yatağa yatırılıyor. Hekim, cerrah olmak iyilik için iyileştirmek için doğaya karşı gelmek olduğundan Tıp Tanrısı Asklipios, Zeus’un hışmına uğruyor mesela. Bu antik dönem bilgileriyle yaptığımın uyuşması bana çok ilginç geldi. İnsan ruhunda özünde değişen bir şey yok aslında. Bu yüzden şimdiki zaman trajedisi.
Bir mucize beklemedi benim kahramanım. Biraz daha vakit kazanmanın ona bir faydası yoktu çünkü yapayalnızdı. Öte taraftan vicdanıyla hesaplaşmak istedi. Giderayak da istediği gibi olmak, yaşamak arzusundaydı. Hayatını ne uğruna tükenttiğini acı bir biçimde gördü.
- Dosteyevski’nin Ötesi’ni okuyor. Dostoyevski’nin kahramanı Golyadkin ile kendisini nasıl özdeşleştiriyor? Bu anlamda da nasıl bir kıyı kahramanın ve yazarının yaklaştığı?
- Kendi hayaletine rastlamak üzerinden okuyor bu kitabı. Edebiyat tarihinde kahramanımın adını zikrettiği bir kaç kitapta bunun örneği görülür. Zihnimizin bize oynayabileceği oyunlardan birisidir bu. Nitekim kahramanımın başına da gelir. Romanın o bölümünü çok severek yazdım.
Deniz kıyısında olanlar benim de beklemediğim şeylerdi. Dolayısıyla Dostoyevski’nin Öteki kitabı kahramanımın elinde oyuncak gibi kaldı. Kendi hayaletine rastlamanın sadece onun başına gelmediğinin ispatı olmasının ötesinde hiçbir görevi yoktu kitabın. Tıpkı çanta gibi o da bir eşlikçiydi sadece. Zaten kitabı bitiremedi. Hiçbir şeyin derinine inemediği hep yüzeyde kaldığı gibi.
- Bir odasını kiraladığı Aslı’nın evindeki penceresinden başka pencerelere ve insanlara, yaşamlara bakıp varsayımlarda bulunuyor. Toplumun kadına bakışını değerlendiriyor özeleştiride de bulunarak. Durumları parlak değil romanın kadınlarının. Ya hastalanıyorlar, ya bezginler, ya yalnızlar, ya yorgun, ya şeytani ya da ölü. “İyilik”inönce kadınlara ve köşeye sıkıştırıldıkları noktalara sonra da erkeklere bakışını değerlendirir misiniz?
- Kadınların çoğu baskı altında yaşamaktan yorgun. Daha fazlasını kaldıramayacak noktada. Bizim gibi baskıcı toplumlarda en fazla kadınlar, gençler ve farklı olan köşeye sıkıştırılıyor. Herkesi düşün kendini yok say. Çoğu kadın böyle yaşıyor. Yıllarca bir evi yörüngede tutmak gibi başkalarının hiçe saydığı bir uğraş bile başlı başına ömür törpüsü bir durum. Haklı olarak önce kadınlar sarsılıyor. Dağ olsan yıkılırsın.
Baharatçıların baharat sattığı kenar mahalledeki kadınlar da Aslı gibi eğitimli kadınlar da aynı yerde buluşuyor aslında: Çok fazla tahammül etmeleri gerekmiştir ve artık dayanacak güçleri kalmamıştır. Eğitim ve ekonomik güç bile devre dışı kalıyor bu durumda. Tükenmek, kopmak diye bir şey var hayatta ve bunu en çok kadınlar yaşıyor.
Romandaki erkeklerin sorunu bütün erkeklerle aynı: Özgürlük ve eşitlik konusunda kafaları karışık. Hayatı destekleyecek biçimde sevmekten yoksunlar. Feminist düşünce aslında bunu savunur. Kadınlar için arzulanan her hakkı erkekler için de hayat için de ister.
“DÜŞÜNCE İLHAM KADAR GEREKLİ'
- Romanın kötülerini anlatır mısınız?
- Onları asla yargılamadan. Onlara ruh üfleyen benim ve benim gözümde böyle olmalarının geçerli, haklı anlaşılır, nedenleri var. İyilik, kötülüğe dönüşme potansiyeli taşıyabilir. Gecenin gündüz oluvermesi gibi. Birbirini tamamlayan bütün ikililikler böyledir. Felsefe bunun üzerine bizi düşündürür. Romandan önce yaptığım okumalarla sanırım hep buradan beslendim.
Bir romanı yazmak kadar üzerine düşünmek önemli. Roman kendini bu düşünceyle yazdırıyor çünkü. Ateş olup içinize düşüyor ilkin yazacaklarınız. Ama sizi kül etmeden kendisini doğurması gerekir. Bu yüzden akıl fikir ve keskin bir düşünce ilham kadar gerekli bence. Romanı asla duygusuz ve ruhsuz bırakmayacak biçimde sağlam bir fikrinin olması gerekiyor. Dolayısıyla kahramanlar da buradan doğuyor.
Herkesin kötü olmak için geçerli bir nedeni var. İyilik eden de çoğu zaman kendini yüceltmek için yapıyor bunu. İyilik ve kibir çoğu zaman kolkola dolaşıyor. Romanın diğer kahramanları aslında bundan muzdarip.
Mine Hanım öyle olmayı hak görüyor çünkü işveren. Alkol sorunu kontrolsüzlüğünün nedeni. Avukatın ise işi bu. Güya hak arıyor, adalet peşinde koşuyor. Güyalar üzerine yaşayıp gidiyor herkes. Diplomacılar da görünüşte işlerini yapıyorlar. Onların işi de bu. Sahte diploma sahibi yapmakla kötülüğü iyiliğe dönüştürüyorlar aslında. Nereden baktığınıza göre değişen gerçekler bunlar.
Tüketime dayalı bir sistemde herkesin kendisini kaybetmesi, yok etmesi kaçınılmaz. Bu kahramanlar sistem hatası. Herkes içsel hayatı kayıp ne halde olduğunu bilmeden yaşıyor. Neredeyse ilkel bir güdüyle diyeceğim. Çünkü temel hazlara ve ihtiyaçlara dayanan bir yaşama biçimi oluştu. Şimdiki zamanın trajedisi de buradan başlıyor işte.
- Neden dudaklarından eksilmiyor o sözcük; iyilik?
- Burada itirazsız yaşayan ve itiraz ederek ölen bir kahraman var. Ve ona iyilik adı altında yapılan şeyler. Daha doğrusu bu “iyiliklerle” şekillenen bir hayat hikâyesi. Akıllı, güzel, yetenekli bir kadını tüketen şeyler hep bu dayatılanlardı. Ebeveynlik görmediği için yeterince kuvvetli bir kişiliği yoktu. Buraya kadar yapabildi. Kendisine bir iyilik yapamadan yaşayıp gitti.
Kadehlerin kaldırıldığı şeyler zamanla içi boşalan şeylere dönüşüyor. Sözde şeylere. “İyiliğe” dileği de böyle bir şey. Romanın sadece iki yerinde geçer bu. Yaşamak üzerine hayatın ne olduğu üzerine bir roman bu.
Onu herkesin ihtiyaç duyduğu ama hep uzağına düştüğü içini çoktan boşalttığımız bir şeyle süslemek istedim. Adıyla başlı başına bir güzellik olmasını istedim bir bakıma. Çünkü kahramanımın hayatı su gibi akıp gitmesine rağmen öyle olamadı. Buna rağmen her hayat gibi kıymetliydi çünkü bize derin şeyler hissettirmeyi ve düşündürmeyi başardı.
Herkesin kendisi adına dilediği ama kimsenin bir başkasına yapmadığı bir şey iyilik. Herkesin hayalinde herkesin uzağında. Yenilen bir hayat hikâyesinin son sözü olmaya yakıştı doğrusu.
Şebnem İşigüzel / İyilik / İletişim Yayınları / 204 s.