‘Savaşı yaratanlar layığını bulacak'

Ülkenin bir ucundan ölüm haberleri gelir, insanlar aylarla ifade edilen süredir sokağa çıkma yasağı altında yaşamaya çalışırken, dün dünya şairi Nâzım’ın 114’üncü yaşını kutlamak için, karanfiller bırakıldı denize umut diye Tarabya sahilinden.

Ezgi Atabilen

Eniştesi olan yazar Refik Erduran’ın yardımıyla 17 Haziran 1951’de Nâzım Hikmet’in Türkiye’den ayrıldığı noktadan. Sıraselviler’deki binasından çıkartılan ve dün akşam Okmeydanı’ndaki yeni yerinin açılışını yapan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Rutkay Aziz, ““Hürriyete, demokrasiye, barışa hasret olduğumuz şu günde onu yürekten selamlıyorum. Neredeyse her gün bir tutukevine dönen bu güzelim Türkiyemizde bir büyük selamı da Silivri’deki Can’a ve Erdem’e, bir hürriyet şairinin doğum gününde gönderiyorum” der ve Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, “Edirne de bizim. Diyarbakır’da bizim. Orada ölen çocuklar da bizim” sözleriyle özgürlük, adalet ve barış vurgusu yaparken, çocuklar denize karanfillerini bırakıyorlardı. Tören sonrası bir tekneyle Nâzım’ın Karadeniz’de Rumen şilebi Plehanov’a binişine varan Türkiye’den ayrılış rotasını Boğaz’ın çıkışına dek izledik.

Nâzım’ın büyük aşkı Vera Tulyakova’nın kızı Anna Stepanova da kızı, damadı ve torunuyla birlikte aramızdaydı. Nâzım o henüz 9 yaşını bitirdiğinde doğumgünü hediyesi niyetine yazdığı şiirde “hep temiz yürekle yaşa” diye nasihat ettiği Anna’nın gözleri temiz yüreğinin bir aynası sanki. Nâzım’ı sorulduğunda, Nâzım’ı konuştuğunda ışıl ışıl parlayan mavi gözleri yaşla doluyor. “Nâzım Hikmet’in hikâyesi bizim hayatımızın da hikâyesi. Biz onun yaşadığı ve öldüğü evde yaşıyoruz hâlâ. Onun resimleri, onun eşyaları arasında” diyen Anna’yla, Nâzım’ın ‘Anuşka’sıyla dar vakitte samimi bir sohbetin içine giriyoruz...

- Bugün burada olmak size neler hissettiriyor?

Çok seviyorum bu yüce şehri. Benim için Boğaziçi yeryüzündeki en güzel yerlerden bir tanesi. Biz evimizde Nazım Hikmet’in çalışma odasını korumayı sürdürüyoruz. Onun dergilerden kestiği fotoğrafları, resimleri asıyoruz, saklıyoruz. Evimizde katlamalı, uzun bir Boğaziçi panaroması vardır. Bir Nâzım Hikmet’in zamanı bir de şimdiki yaşadığımız zamanı gösterir. Annem de 24 sene önce İstanbul’u ziyaretinden geldiğinde bana neler hissettiğini anlatmıştı. Şimdi onu daha iyi anlıyorum. Bütün İstanbul’u Nazım’la birlikte gezdiğini söylemişti. İleride torunum Arkadii büyüyecek ve elbette ki Nâzım’ı bilecek. Çünkü evde hep onun portreleri var. Biraz daha büyüdüğü zaman ona Nâzım Hikmet’in kim olduğunu anlatacağız. Büyükninesi Vera’nın kitabını ve Nâzım şiirlerini okuyacak. Bizim ailevi geleneğimiz böyle devam edecek. Nâzım hep ailemizin içinde olacak.

 

‘Annem ölü Nâzım’ı benden çok seviyordu’

- Ondan söz ederken gözleriniz yaşla doluyor hep. Nasıldı ilişkiniz?

(Gözleri dolarak) Nâzım Hikmet yaşamıma girdiğinde 8 yaşındaydım. Bugüne kadar da hep hayatımın içinde Nâzım. Elbette ki o benim ailemden biri. Biyolojik babam olmasa da aramızda kan bağı var sanki. Bir şey daha söylemem lazım. Ben onu hiçbir zaman annemden kıskanmadım. Ama Nâzım öldükten sonra, neden annem Nâzım’ı benden çok seviyor diye düşündüm. Nâzım’ı kaybettiğimizde 11 yaşındaydım. Benim için çok acılı bir dönemdi. Ölmüş birini bile yaşayan benden daha çok sevdiğini görüyordum. Gördüm ve anladım ki, annem için onsuz olmak çok zordu, ağırdı. Annem için Nâzım evde yaşamaya devam ediyordu. Ona hep yardım ettiğini düşünüyordu. Ve hatta bazen Nâzım’ın kendisine gücendiğini, kızdığını... Hep böyle paralel bir yaşamı vardı annemin. Sürekli kabrine gidip onunla konuşuyordu.

‘Türkler yüzünü gizlerdi’

- Vaktiyle uzaklaştırıldığı, kitaplarının yasaklı olup yakıldığı bir ülke burası. Şimdi aynı ülkede bu kadar değer görüyor olması tezatlığı karşısında neler hissediyorsunuz?

Zaman değişiyor. Eskiden Nâzım’ın kabrine çok az Türk gelirdi. Yüzlerini saklayarak gelirlerdi mezarlığa. Çünkü o zaman Büyükelçilik Nâzım’ın mezarına gelinmesini önermezdi. Ama zaman değişti. Şimdi bütün Türkler Nâzım’ın mezarını ziyaret ediyor, Büyükelçilik de dahil. Bizim geleneklerimize göre ailelerimizin mezarlarının bakımlarını kendimizin yapması lazım. Ben arada gidiyorum, mavi boncuklar, şiirler, çiçekler, paralar görüyorum Nâzım adına mezarına konulmuş. Annemin kabri de orada, oraya da çiçekler bırakıyorlar.

- Şu an ülkenin güneydoğusunda bir savaş ortamı var. Barış istiyoruz diyen akademisyenler mesleklerinden uzaklaştırılıyor, haklarında soruşturmalar açılıyor. Nâzım Hikmet şahit olsa bu yaşanılanları nasıl görürdü?

Bunu gerçekten bilemem bunu. Eğer bu durum bana acı veriyor, ağır geliyorsa, Nazım’a ne derece ağır gelirdi, düşünemiyorum bile. Nâzım hayatı sevdi, insanları sevdi. İstedi ki, herkes mutluluk, sevinç ve huzur içinde yaşasın. Bunlar ne kadar fazla olursa bizim hayatımız da o kadar iyi olacak diye düşündü. Bana öyle geliyor ki, adlar, hikâyeler, tarihler sürekli değişiyor. Savaşı yaratanların hepsi eninde sonunda lâyığını bulacaklar.