ŞARLO HİTLER’E KARŞI
Ülkemiz ve dünya zor, tehlikeli bir sürecin içine girdi. Koronavirüs vakaları ve ölenlerin artan sayıları tüm dünyada büyük bir korku, endişe ve güvensizlik yarattı. Bu haftadan itibaren komedi, romantik komedi, serüven türünde sinema tarihinde seçkin yerlerini almış olan filmleri tanıtmaya karar verdim. Bugün seçtiğim dahi sanatçı Charlie Chaplin’in yönettiği, senaryosunu yazdığı, oynadığı The Great Dictator’ı (Şarlo Diktatör) yeniden anımsamanın çok etkili olacağını düşünüyorum.
Aslı SelçukCharles Chaplin ve Adolf Hitler: Biri dünyanın en ünlü, en popüler, en tanınmış komedyeni, ötekisi dünyanın en acımasız, en megaloman, en nefret edilen adamı.Aynı yıl, aynı ay, aynı hafta doğan bu iki adam zamanlarının en çok sevilen ve en çok nefret kişileriydiler.Charles Chaplin (Şarlo) her ülkede güldürünün, Adolf Hitler’se acımasızlığın, ölümün, yıkımın simgesi oldu.
Şarlo, The Tramp (Serseri) rolüyle ünlenirken, Adolf tam bir serseriydi, sokaklarda sürünüyordu. Her ikisi de ülkelerini terkeden yabancılardı. Londra’nın çok yoksul bir mahallesinde doğan Şarlo kabare şarkıcıları olan annesiyle babasını örnek alarak tiyatroya sığındı, müzikhol komedyeni oldu. 1913’te ABD’ine gitti, iki yıl onun dünyanın en ünlü yüzü olmasına yetti.
1.Dünya Savaşı süresince dünyanın en çok tanınan yüzü Şarlo’nun yüzüydü. Shoulder Arms’ta (Şarlo Asker /1918) ilk barışçıl iletisini verdi. Otuzların ekonomik krizindeki ABD’inde yaşanan bunalımı, işsizliği, grevleri , lokavtları işledi. İlk politik filmi Modern Times’la (Modern Zamanlar /1936) insani ve sosyal açıdan kapitalizmi, Hitler yanlısı, Yahudi düşmanı işadamı Henry Ford’u eleştirdi. Adolf Hitler, 1930’larda önlenemez duruma geldiğinde Hollywood onu yok saydı. Yahudi sözcüğü Amerikan filmlerinde nerdeye hiç geçmese de ülkede Yahudi karşıtlığı çok fazlaydı. Juden sehen Dich an (Yahudiler Bize Bakıyorlar) adlı Almanca kitapta Şarlo pis bir akrobat olarak tanımlanmıştı. Şarlo Yahudiliğini hiçbir zaman yadsımadı.
Şarlo dünyanın bu en tehlikeli diktatörünün karşısına tek başına dikildi, 2. Dünya Savaşı’nın başlamasından altı gün sonra Hollywood’da kurduğu gettoda gizlice The Great Dictator’ın (Şarlo Diktatör / 1940) çekimine başladı. Hollywood stüdyoları onu desteklemedi, tüm finansı kendi üstlendi. Totaliter rejimlerle başetmek için salt cesaret, yürek yetmez, onlara karşı durmanın en iyi yolu suratlarına karşı gülmek, onları yok saymaktır. Şarlo’da böyle yaptı. Yazar Ray Bradbury’de (Fahrenheit 451) komedinin faşizme saldırmak için en iyi film türü olduğunu irdelemiştir.
Şarlo filminde çift rol üstlendi: Tomania diktatörü Adenoid Hynkel ve savaşta belleğini yitiren Yahudi berber. Berber Hynkel’in tıpatıp kopyasıydı. Bu filmde Şarlo ilkleri de gerçekleştiridi: O güne dek hiçbir filminde konuşmayan Şarlo ilk kez konuşutu, Şarlo Diktatör onun ilk sesli filmidir, ilk kez 300 sayfalık özgün bir senaryo yazdı, ilk kez dengeli, yetenekli bir oyuncu kadrosu kurdu. Hynkel’in sağ kolunu Henry Daniel oynadı. Benito Mussolini’ye gönderme yapan Bacteria diktatörü Benzino Napaloni’de Jack Oakie çok başarılıydı. Hannah’ta Şarlo’nun o zamanki yarı Yahudi eşi aktris Paulette Goddard vardı.
Mükemmeliyetçi Şarlo 559 gün süren çekimde beğenmediği bir sahne olunca yeniden çekti, yeniden kurguladı. Kendini dünyanın efendisi olarak gören Hynkel’in dünya küresiyle dansettiği, berber koltuğu, hıçkırık bölümleri komedinin ana sahneleridir. Finalde izleyicinin karşısına Charlie Chaplin olarak çıkar, ne Yahudi berberdir ne de Adenoid Hynkel’dir. Yaptığı konuşma çok etkileyicidi, tüm dünyaya, insanlığa seslendi : “İmparator olmak istemiyorum. Bu dünyada herkese yer var. Yaşam özgür ve güzel olmalı. Yahudi, Katolik, siyah, beyaz herkese yardım etmek istiyorum. Açgözlülük, erk hırsı insanların ruhlarını zehirledi, bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı. İnsanlığa, iyiliğe gereksinimimiz var. Diktatörler kendi hırsları için halkı köleleştirir. Güç halkın elindedir. Diktatörler ölür, özgürlük ölmez”.
Ancak Şarlo gibi büyük bir yaratıcı Faşizme, Nazizime karşı komediyle durabilirdi. Totalitarizme kendi silahlarıyla saldırmaktansa rakipsiz olduğu komediyle saldırdı.
Sir Charlie Chaplin’in biyografisi:
Aslı Selçuk
Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Güney Londra’nın Charles Dickens’ın romanlarının baş konusu olan yoksul kenar mahallelerinin birinde dünyaya geldi. 25 Aralık 1977’de Corsier-sur-Vevey’de 25 yıl oturduğu Manoir de Ban malikanesinde uykusunda yaşamını yitirdi.
Şarlo’nun kişiliği çok zengin ve çok değişik unsurların bileşimidir. Annesiyle babası bir yaşındayken ayrılınca annesi Hannah’la kalan Charlie her gece sahnenin arkasında uyur annesini beklerdi. Beş yaşındayken acı bir deneyim yaşadı: Sahneye çıkıp sesi çatallaşan annesine yardım etti. Bu hüzünlü olaydan sonra annesinin sahne yaşamı sona erdi.
Babalarını içki yüzünden yitiren (1894) Charlie’yle üvey kardeşi Sydney, Londra sokaklarında dans edip para toplayarak annelerine baktılar. Anneleri hastanadeyken iki kardeş öksüzler yurduna (Lambeth Çalışma Evi) gönderildi. Annesi Hannah’ın tanıdıklarının desteğiyle Charlie değişik oyunlarda çocuk rollerine çıktı.
1913’te Charlie, Fred Karno topluluğuyla ABD’ine gidince ilk filmleri Making a Living ve Kid Auto Races in Venice’te (1914) bol pantalonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, bastonlu Şarlo tiplemesini yarattı. Kısa filmlerini kendisi yazıp yönetti. Yıldızı giderek parladı. Filmleri kısa, komik ve yalındı.
The Immigrant (Şarlo Göçmen /1917), The Kid (Şarlo Yumurcak /1921) gibi sessiz sinemanın ölümsüz klasiklerini gerçekleştirdi. Şarlo Göçmen’de komediyle hüznü, Amerika’yı tedirgin eden bir konuyu, yoksul insanların Avrupa’dan göçünü humanist bir bakışla yansıttı. 1 Dünya Savaşı’nda filmleri tüm dünyayı dolaştı. Shoulder Arms (Şarlo Asker /1918) bir savaş parodisiydi. 1919’da kurduğu United Artists için çektiği Gold Rush’ta (Altına Hücum) 1846’da kardan ötürü dağda yoksun kalan göçmenlerin açlıktan ayakkabılarını, hayvanlarını, ölen arkadaşlarını yemelerini anlattı. Çocukluğunda amansız bir yoksulluk yaşayan Şarlo, açlığı vurucu bir komedi öğesi olarak kullandı. Şair Elie Faure “Şarlo insanları açlık konusunda bile güldürebilen tek adamdır” demişti.
Aykırı düşünceleri pantomimle aktarma yeteneği vardı. Yarattığı makyajı, giysisi onu soyut ve evrensel bir figür yaptı. Bedeni herkesin tanıdığı bir form oldu. Nesnelere can verebiliyor, bir nesneyi bambaşka bir şeye dönüştürüyordu. 28 yaşında milyoner, dünyanın en ünlü adamı oldu. 1918’de ABD savaşa girince halka özgürlük tahvili sattı, bu bir yıldızın gücünün ilk kanıtıydı. Büyük ününe karşın hümanist yaklaşımını korudu.
Otuzlarda Amerika’yı kıstıran ekonomik bunalım, işsizlik, yoksulluk, Yahudi düşmanlığı gibi sorunları deşti. Modern Times’ta (Modern Zamanlar/ 1936) kapitalizmin ezici baskısını, insanın robotlaştırılmasını eleştirdi. Film marksist düşünceye dayanıyor, insanın kendine ve emeğine yabancılaşmasını tartışıyordu. Kırklarda Hitler’i, Mussolini’yi, Yahudileri taşlamak yürek isteyen bir işti. The Great Dictator’ın (Şarlo Diktatör /1940) yapımcılığını üstlendi. Hitler dünyayı kasıp kavururken o da filmini çekti. Nazilerin şiddetini, gaddarlığını olduğunca sergiledi.
Büyük Diktatör’le sessiz dönemden sesli döneme geçiş yaptı. Monsieur Verdoux’da (Bay Verdoux/ 1947) kapitalizmi, burjuva toplumunu eleştirdi. Şarlo görüntüsünden çıktı, kadın kasabı Landru’dan esinlenerek yeni bir tip çizdi.
1940’ların sonunda 1950’lerin başında Amerika ilk yıllarında idealize ettiği Şarlo’ya sırtını döndü. Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komisyonu onu üst üste komünist olmakla suçladı. McCarthy komisyonunun neden Amerikan yurttaşı olmadınız sorusunu Şarlo “Ben dünya vatandaşıyım, ulusçu değilim, ulusçuluk savaşları kışkırtır” diye yanıtladı. Annesi başta olmak üzere tüm kadınlara adadığı, hem sevdiği hem nefret ettiği Londra’yı betimlediği Limelight’ın (Sahne Işıkları /1952) ilk gösterimini Londra’da yapan Şarlo ABD’ine dönmek için göçmen vizesi alması gerektiğini öğrenince İsviçre’ye yerleşti.
Şarlo insanların yüreklerine seslendi, hep erke meydan okudu, dehasıyla kendi zamanının sevinçlerini, acılarını yetkinlikle anlattı. Büyük bir görsellik, zamanlama ustasıydı. Öylesine ustalaşmıştı ki her yaptığı doğal görünür, filmlerine koşulsuz gidilirdi. Sinemanın gelmiş geçmiş en büyük dahisiydi.