Sarınca ‘Kaygı’nın alevleri
İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde ‘kaygı’ öne çıkıyor.
Emrah Kolukısaİstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde izleyiciyle buluşan “Kaygı” genç bir kurgucunun gitgide kararan ruh haliyle başa çıkamayıp gerçeğe sığınışını anlatan güçlü bir ilk film. Ceylan Özgün Özçelik’in önce Berlin Film Festivali’nde, ardından South by South West’te gösterilen ve sonuncusundan ödül de alan filminde bir yandan yakılıp yıkılan ve yeniden çok daha çirkin bir kent olarak inşa edilen İstanbul (hatta Türkiye) bir yandan da her an yeni bir yalanın servis edildiği, gerçeğin binbir türlü kamufle edilerek sunulduğu televizyonlar ve gazeteler var fonda. Önde ise bir televizyon kanalında kurgucu olarak çalışan Hasret... Sayıları çok olmasa da etrafımızda Hasret gibileri var, tanıyoruz, biliyoruz, hatta belki de o biziz. Çalıştığı televizyon kanalında kendi halinde bir belgesel kurgucusuyken bir anda haber kurgusuna transfer edilen ve zaten allak bullak olan ruh hali iyiden iyiye bozulan Hasret, her gün yalan haberlerin üretimine katkıda bulunmaktan vicdani bir azap duymakta ama buna karşı ne yapacağını bilememektedir. Üstelik bir süredir kâbuslarla boğuşmakta, anne babasının nasıl öldüğüne dair tuhaf hatıra kırıntılarına rastlamaktadır. Gitgide pençesine düştüğü kaygı hissini içinden bir türlü atamayan Hasret ‘kentsel dönüşüm’ yüzünden bir süre sonra yıkılacak evine kapatır kendini ve hafızasının derinliklerine inmenin bir yolunu aramaya başlar. Bulduğu yol onu gerçeğin yakıcı ateşine çıkaracaktır. Medya sektörünün bir açıdan dehşetengiz (bunca yalanla nasıl yaşıyoruz diye bile sormuyorum artık inanın, nasıl ölmüyoruz, hayret), bir açıdan ise absürt derecede komik haline bakıp da “Kaygı” gibi bir filmin nasıl daha önce çekilmediğine şaşıyor insan. Ceylan Özgün Özçelik henüz ilk uzun metrajlı filminde hem sağlam bir senaryo ile çıkıyor karşımıza hem de acemiliğini çoktan atlatmış gibi duran ve hem kamerasına hem de kurgusuna hâkim bir yönetmenin incelikli anlatımıyla. Klişlere hiç yüz vermeden, metaforlarla hikâyeyi boğmadan, izleyicisini aptal yerine koymadan eni konu vurucu bir film var karşımızda. Algı Eke’nin doğal, ekonomik ve doğru oyunculuğu ise filmin belki de en büyük artısı. “Kaygı” sadece Ulusal Yarışma’nın değil muhtemelen yılın en iyi filmlerinden.
Orhan Eskiköy’ün ‘Taş’ı
Ulusal Yarışma’nın kâğıt üzerinde bir diğer iddialı filmi de Orhan Eskiköy imzalı “Taş”. Özgür Doğan ile çektiği “İki Dil Bir Bavul” ve Zeynel Doğan ile çektiği “Babamın Sesi” adlı filmleriyle adını genç kuşak sinemamızın önemli isimleri arasına yazdıran Orhan Eskiköy, bu kez yine bizim coğrafyamıza ait ama sürreel tonlar taşıyan, masalsı, siyah beyaz bir filme imza atmış. İşin doğrusu “Taş” deneysel yönleriyle öne çıkan, ama kimi zaafları yüzünden hedefi tutturamayan bir film izlenimi veriyor. Yönetmenin tercihleri yanlış demek haksızlık olur belki ama keşke çok daha hâkim olduğu belgesel tarzda diretseymiş ve mistiğin içindeki gerçeği bulmaya çalışmak yerine, gerçeğin içindeki mistik olanı gösterseymiş, “Babamın Sesi”ndeki gibi örneğin. Öte yandan filmin kamera çalışması gayet sağlam, oyunculuklar yer yer aksasa da başarılı ve tempo arada sırada bir hayli düşse de anlatım denemeleri isabetli. Ama, son tahlilde, Orhan Eskiköy’den çok daha güçlü bir film bekliyor insan, onu da belirtelim.
‘Koş Frodo, oy ver ’
Cuma akşamı Atlas Sineması’nda “Richard IIIé izlemek üzere toplananlar çok hoş bir sürprizle karşılaştılar. Ben ne yazık ki orada değildim ama sonrasında sosyal medya üzerinde izleyip vakıf oldum ve kaçırdığıma da üzüldüm. Film başlamadan hemen önce (ya da bittikten sonra) Film Festivali Direktörü Kerem Ayan kısa bir konuşma yaparak açılıştaki ‘çeviri skandalı’na atfen “Bizim homofobik olduğumuzu söyleyenler varmış, bu kadar saçma bir şey duymadık. Öyle olsak ‘Nerdesin Aşkım’ diye bir bölüm yapar mıydık?” dedi ve seslendi “Nerdesin aşkım?...” Yanıt hemen sahne gerisinden geldi ve “Buradayım aşkım” diye seslenen kişinin bizzat Ian McKellen olduğu ortaya çıktı. Bu müthiş sürprizin ne kadar büyük alkış aldığını tahmin edersiniz. Benzeri bir alkışı da bundan saatler önce Boğaziçi Üniversitesi’nde almıştı McKellen. Melis Behlil ile yaptığı söyleşi sırasında elindeki kâğıttan şunları okudu usta oyuncu: “Koş Frodo, oy ver!” Anlaşılan Sir Ian McKellen kısa sürede bizden biri oldu çıktı, hatta galiba “Gezici” oldu, ne dersiniz?
İSTANBUL FİLM FESTİVALİ’NDE BUGÜN
-Ulusal Kısa Film Yarışması 1 ve 2 - 11.00 & 13.00 / Pera Müzesi
-“Kamerainsan” (Kirsten Johnson) - 11.00 / Nişantaşı City’s
-“Şeytan Tüyü” (John Butler) - 19.00 / Nişantaşı City’s
-“Blue” (Sertan Ünver) - 19.00 / Beyoğlu Beyoğlu
-“Zer” ( Kazım Öz) - 21.30 / Beyoğlu Atlas