Sanatçının en hakiki hali

Ressam Mehmet Güleryüz'le tiyatro, eleştirel tutum, sanat piyasası ve desen tutkusu üstüne.

cumhuriyet.com.tr

Mehmet Güleryüz’ün, 1960’lardan başlayarak günümüze dek gerçekleştirdiği desenler Arte İstanbul Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Türk resminde figürü çağdaş ve fantastik bir yaklaşımla irdeleyen en önemli sanatçılardan biri Güleryüz. Pek çok sanat yazarının, yerinde bir deyimle, dışavurumcu olarak nitelediği Güleryüz için, desen başlı başına bir anlatım türü. Güleryüz’ün desenleri, birçok ressamdan farklı olarak, resimlerinden hiç de aşağı kalmayan bir değer taşıyor. O yüzden, sanatçının, Arte İstanbul’daki “desen de...” sergisini izleyenler, elli yıllık bir uğraşın izini sürme, gizini aralama olanağı buluyorlar.

Güleryüz’le, heykeltıraş Yunus Tonkuş’un Beyoğlu’na kazandırdığı İstanbul Arte’nin olağanüstü güzellikteki mekânında, 1960’ların tiyatro ortamını, resimlerindeki eleştirel tutumu, sanatçı ile sanat piyasası arasındaki ilişkiyi, son dönemde uluslararası müzayede kuruluşlarının çağdaş Türk resmine yaklaşımını ve elbette desen tutkusunu konuştuk.


Tiyatronun altın çağı

- İstersen, biraz eskiye gidelim, 1960’lara. Arena Tiyatrosu’na. Türkiye’de tiyatronun altın çağı başlıyor belki de. “Kral Übü”, “Aslan Asker Şvayk”, “Başkalarının Kellesi”, “Kayıp Mektup”. Sen de bu hareketin içindesin. Hem sahneye çıkıyorsun, hem de kostümleri çiziyorsun.

O dönemin önemi bugün daha iyi anlaşılıyor. 1960’lar dünyada da bir açılma, gerçek açılım dönemiydi.

Zaten ardından da ’68 geliyor. Türkiye için de bir “Rönesans”, bir başlangıçtı belki de. O günlerden bakacak olursak, bugün Türkiye’de tiyatro beklediğimiz yerde değil. Görsel sanatların, sinemanın ulaştığı bir yer var, ama tiyatro aynı yere ulaşamadı.

- Neden sence?

Bunun nedenleri, teknolojinin gelişmesiyle de ilgili. Bu arada büyük kırpmalar, budamalar da yaşandı. Politik anlamda. Gerçi tiyatro tek başına politikten beslenir diye bir şey de yanlış. Ajitatif tiyatro, kolay bir oyunculuk. Aslında oyunculuk büyük bir özen ve disiplin istiyor. Yalnız oyuncular açısından değil, yazarın yetişmesi açısından da. Sermet Çağan’ı, Vasıf Öngören’i düşündüğümüz zaman, o dönemin tiyatrosunda onların Brechtçi tiyatronun ardından gitmeleri, epik tiyatro arayışı, bütün bunlar sağlıklı, doğru şeylerdi. Tiyatro hiçbir şey yapmadı anlamında bir şey söylemek yanlış olur, o günlerde en önemli rolü amatör topluluklar üstleniyordu. 60’lı yıllar amatör tiyatronun altın çağıdır, dolayısıyla tiyatronun da altın çağıdır.


Kalıpları kırmak

- Tiyatro uğraşının, resminle bir bağlantısı, resmin üstünde bir etkisi oldu mu?

Tiyatro ile resim birbirini geliştirdi. Ben tiyatrodan resmimin meselelerine çok şey taşıdım. Bir kere, metin okuma, metin analizi çok önemli. Arena Tiyatrosu’nun çok ilginç bir özelliği vardı, aydın bir tiyatroydu. Orası benim için bir beslenme ve tartışma ortamı oluşturdu; ikinci bir okul görevi gördü. Resimde çözemediğim ve Akademi’de çözülmesinden umudu kestiğim pek çok şeyi orada sorguladım.

- Resimlerinde, toplumsal eleştirinin ötesinde, insanoğlunun hallerine, ilişkilerine hep eleştirel bir yaklaşım var. Bazen alaycı, bazen yergici, bazen sorgulayıcı, bazen irkiltici. Sanatın özünde bir muhalefet olduğu söylenebilir mi? Salt politik muhalefet değil tabii.

Bir değişim, biçim değiştirme önerisinde bulunma, kabul edilmiş ya da kurallara bağlanmış sanat anlayışının tersine davranma da bir karşı duruş tabii.

1960’ların başında adını koyamadığım şeyler vardı, nasıl bir resim düşünüyordum, belli değildi. O yüzden, ağırlığı tiyatroya verdim.

Akademi’yi geçiştiriyordum. Arena’nın 60’lardaki çıkışı, tiyatroda bir uç bulma, birtakım kalıpları kırma arayışıydı. Repertuvarındaki oyunlarla müthiş bir karşı çıkış yarattı. Var olan ortamı hem estetik hem de dinamik olarak zorlayan bir tiyatroydu.


Bedeni yırtmak

- Kara güldürünün babası Alfred Jarry’nin “Kral Übü”sü örneğin…

Bizim gençlik matineleri bir bayram havasında oynanırdı. İlk kez bir darbe sonrasında darbe parodisi yapılıyordu. Karşı duruş ve eleştiri, bir estetiğin yıkılmasını göze almak ve bunun için uğraşmak çok önemli. Ama önereceğin şeyin de doğru yere oturması gerekir. Resimdeki karşıt tavrımı, tiyatroda anlamış olduğumu söyleyebilirim.

- Figür resmine karşı bir tavır mı?


Ne eksikti ve ben neyi söyleyemiyordum? Senin gereksinimlerin neler, o zaman ondan söz et. Bende öyle patladı resim. Figür resmi, figür üzerinden resim yapılırken, figürün hayattan ne kadar kopuk, ne kadar tutucu olduğunu fark ettim. O zaman bedeni yırtmak gerekiyordu. Geçenlerde İstanbul’a gelen, insan bedeni parçalarının sergilendiği “Body Worlds” sergisine bakıyorum da, benim o günlerde yapmaya çalıştığım şey buydu. O da anatomi dersinde kadavra görmemle başladı. Niye bu bedenden söz edilmiyordu? Bunu yaptığın zaman da, Akademi eğitimince tiksindirici diye karşılanıyordu.


En dolaysız kayıt

- 1963’teki ilk sergin de desen ağırlıklıydı. Ferit Edgü, “desen de...” sergisinin kataloğu için yazdığı yazıda, senin deseni resmin yan, hatta temel öğesi olarak görmediğini, ona “özerkliğini verdiğini” söylüyor. Ama desen hâlâ büyük ölçüde “resmin kendisi” olarak değil, “resmin yan öğesi” olarak görülüyor galiba...

Çizmek, benim için görmenin bütünlenişi. Belgesel fotoğrafın ustası Henri Cartier-Bresson son zamanlarında yalnızca desen çizdi. Bir de görülmeyeni çizme hali var. Benim desenim düşsel, ama gördüklerimden, edindiklerimden sonra insana müthiş bir fırsat tanıyor. Bundan sonra bırakıyorsun, kendinin de bilmediğin ve biriktirdiğin şeyler ortaya çıkıyor. Desen için tuvale gerek yok, atölyeye gerek yok. Desen en basit, en saf, en kaprissiz malzemeyle oluşturabileceğin bir şey. Hiçbir şey yoksa, kuma çizersin, çiviyle duvara çizersin. Aslında çizmek, her saniye var olduğunu anlama hali. Sende var olanı ya da gizli olanı ortaya çıkarıyor. Benim Defterler’in nedeni o. 30-40 sayfa arka arkaya çiziyorsun. Sonra baktığın zaman, o 40 sayfada resim düşündüğünü ve onu kaydettiğini görüyorsun. Resim düşüncesinin kaydı. En dolaysız kayıt. Orada makyajı yok bu işin. Desen, sanatçının en hakiki haline yaklaşmaya fırsat veriyor.


Son söz kimde?


- Son sözü söyleyebilmek çok önemli sanırım...

Sanatçının “anayasa”sının üzerinden gelişmeler izlenirdi. Gelişmenin seyri takip edilirdi. Bugün böyle bir şey söz konusu değil. Her yapıt kendi içinde kopuk olabiliyor. Her şey birbiriyle karıştırılıyor. Günümüz, en zor zamanlardan biri. Çünkü yapıtına bir bakış süresi talep ediyorsun, o bakış süresini sana vermiyorlar. Başka türlü güçlerin bütün sorunu kendi gücünü oluşturmak ve son sözü söyleyen olmaları. Bu durumda aracılar ortaya çıkıyor ve sanatçının yerini alabiliyor. O zaman bir kesim sanatçı ortadan kalkacak. Bizim türümüzdeki sanatçılar, kendi başına karar veren ve söylemi kendince sürdüren sanatçılar ortadan kalkacak. Bugün Türkiye’de sanat sanki 95’lerden başlıyor gibi. Ondan önce yapılan işlerin çoğu görülmeyebiliyor. Şu an farklı oyun kurguları var.



Yutulabilir sanat

- Sanatçı ile sanat piyasası arasındaki ilişkiye nasıl bakıyorsun? Piyasa, sanatçının bağımsızlığını etkiliyor mu?

Son yarım yüzyıl, inanılmaz değişimlerin, sanat alanına başka sektörlerden en fazla katılımın yaşandığı bir dönem. Görsel sanatlarda, protest hâkim gibi gözükürken, onu protest olmaktan çıkaran başka bir etmen var; o da, yapıtların bir yanıyla dekoratif oluşu.

Hem protest hem dekoratif nasıl olunur, çelişkili bir durum.

Ama dekoratif yapıtın bir nebze de protest olması isteniyor. Bir anlamda üzerinin çikolatayla kaplanması gibi.

Gel gör ki, asıl tat ortadan kalkıyor. Acı bir tat bıraksın istiyorsun, fakat yutulabilir olması için belirli dozda bir çikolatayla kaplıyorsun. Bu yutulabilir olma meselesi çok hâkim ortalığa.


Sotheby's müzayedeleri

- Son zamanlarda Sotheby’s gibi uluslararası kuruluşlar Türk resmiyle yakından ilgileniyor. Gerçek anlamda bir dünyaya açılmadan söz edilebilir mi?

Gerçek anlamda dediğine göre, demek bu işin gerçek olmayan hali de olabiliyor! Ben de merak ediyorum, aynı soruyu soruyorum. Bir girişim, bir deneme bu. Türk sanatçısı deneniyor, ama Türk sanatına aracı olanlar, Türk koleksiyoncusu, Türk sanat eleştirmeni denenmiyor. Soruyorum: Türk sanat eleştirmeni hangi uluslararası ortamlarda var? Bütün bunlar daha girişim aşamasında, ama girişim aşamasında gelecek de belirlenir.