Sanatçı Fazıl Say: Aslolan tutku ile yaşamak
Yeni albümü “Güz Şarkıları” ve yeni kitabı “Akılla Bir Konuşmam Oldu” vesilesiyle söyleştiğimiz Fazıl Say, “Hep daha iyisini arıyorum” diyor.
Emrah KolukısaFazıl Say’ı tutabilene aşk olsun! Yurtdışındaki bir konserden iki gün önce geldi, iki gün sonra yine gidecek... Önce İsviçre’de bir konseri var, ardından İstanbul’da (23 Aralık), sonra yine yollarda... Sadece konserlerle meşgul değil ama Fazıl Say, bir yandan çalakalem yazıyor, albüm kayıtlarına giriyor ve tabii durmaksızın beste yapıyor. En üretken dönemlerinden birinde ünlü besteci. Aralık başında piyasaya çıkan “Güz Şarkıları” albümünde usta şairlerin eserlerinden yaptığı besteleri sundu müzikseverlerin beğenisine. Ondan birkaç hafta önce de Doğan Kitap etiketiyle çıkan ve daha önce sosyal medyada paylaştığı yazılarını toplayıp tematik bir şekilde kurguladığı son kitabı “Akılla Bir Konuşmam Oldu” gelmişti. Dedik ya, tutabilene aşk olsun Fazıl Say’ı. Onu yakalamak pek öyle her babayiğidin harcı olmadığı için biz de e-posta yoluyla söyleşelim dedik. Buyrun efendim.
-“Akılla Bir Konuşmam Oldu” adlı kitabınız çarpıcı bir bölümle açılıyor. İlk yazının ikinci cümlesinde “Bunalımdayım” diyorsunuz. “Hatta hayli zamandır” bunalımda olduğunuzu öğreniyoruz. Buradan başlayalım mı? Sizin gibi başarılı, dünyaca ünlü, saygın bir sanatçı neden bunalımda?
Çalıştığım eserlerde birbirinin tamamlayıcısı üç hissiyat vardır: Sevmek, düşünmek ve anlamak. Nâzım Hikmet’in bir şiirindeki sözleridir. Bakın; ne yapıyorsak o işi sevmeliyiz, ona emek vermeli ve üzerinde derin bir şekilde düşünmeliyiz, o eseri anlayabilmeliyiz ki anlatabilelim ve insanlar da bizi anlasın, düşünsün ve o eseri insanlar da sevebilsin.
Elbette sevmek, düşünmek ve anlamak zor bir prosedürdür. Çünkü doğal olmak zorundadır... Hem bestecilik üretimi, üretimin sıkıntıları ve beklentileri, hem de bir yorumcunun performans sanatlarında geçtiği engebeli ömür, yorucu ve zordur. Ruhsal olarak da bedensel olarak da. Aslında bedeni yenmesi gereken bir ruh ile sanat anca sanat olur, bir şeyleri özgürsek iyi anlatırız... Yılın üçte ikisi turnede olmak, yol yorgunlukları, bir şehrin bir salonunda her akşam dünyanın tanıdığı müzisyen Fazıl Say olmak, o yükü taşımak, ayrıca bestelediğiniz eserlerdeki iddia ve sorumluluğunuz... Estetik zekânız engelsiz olmalı, engelsiz bir dünya ise mümkün değildir ve haliyle bunaltıcıdır, bunca derde bir de size engel olmak isteyenler eklenir, burada illa ki görüş farklılığı gibi sebeplerden oluşan düşmanlıklardan bahsetmiyorum, kıskananlar vesaire de çok yorucudur...
‘Müzik ruh ile çalınmalı’
-Konserler vermek ve beste yapmak... Hangisi daha çok heyecanlandırıyor sizi, hangisi daha çok korkutuyor ya da? Hangisi zaman zaman bıkkınlık veriyor, veriyorsa tabii?
Kitabımda da yoğun bir şekilde yer alır, ben ikisi ile büyüdüm, 4-5 yaşımdan beridir hem piyano çalıyorum hem beste yapıyorum. 47 yıllık bir ömürde, arkamızı dönüp baktığımızda çok sayıda eser bırakmışız. Sosyal medyada sıkça dolanan bir “Fazıl Say 8 yaşında TRT arşiv programı” var; ben de seyrettim, tam 40 yıl önce olan bir kayıt, özünde o küçük çocuk da ben de hâlâ aynı şeyi yapıyoruz, tutku ile beste yapıyoruz, piyano çalıyoruz ve daha iyisini arıyoruz, tutku ile yaşamak.
-Masabaşı çalışması yaparken renkli kalemler kullandığınızı biliyoruz. Bu aslında eserin içindeki duygu yoğunluğunu analiz ettiğiniz, hangi bölümün nasıl çalınacağına dair kendinize notlar aldığınız bir çalışmanın sonucu. Bir besteyi çalarken sizin için duygular mı öne çıkar, birçokları müziğin matematik yönüne vurgu yapar örneğin...
Müziğin özünde zaten matematik vardır, ekstra onunla uğraşmamıza gerek yok, biz bir bestecinin eserini çalıyorsak, o bestecinin o eserde ne anlatmak istediğini çok iyi anlamalıyız, buna emek vermeliyiz, armoni analizi, form analizi, şarkısı dansı, bu eseri ruh ile çalmak için, ve o eseri niye çaldığımızın da bir sebebi olmalı, ben bu eseri şu sebepten çalıyorum diyebilmelisiniz. Bütün bunlara siyah kalem yetmez. Yüzlerce renkli kalem iyidir.
-Kendinizden bazı beklentileriniz olduğunu yazmışsınız. Diyorsunuz ki “Bu hayatta kendimden besteci olarak 100 saatlik beste, yorumcu olarak da 100 saatlik de kayıt istiyorum.” Bunun da yarısını yaptığınızı söylüyorsunuz. Kalan yarısı için bir planlama yaptınız mı ve tabii bu hedefe ulaştığınızda her şey bitecek mi, bırakacak mısınız?
Beethoven’ın 32 sonatı kaydını 2020’ye yetiştiriyorum, bu 10-11 CD’lik müziktir. Bu proje gerçekleştiğinde 50 yaşında olacak olan Fazıl Say’ın yorumcu olarak 50 CD’si olacaktır; bu da yolun yarısı demektir. Bestelediğim eserleri opus numaralarıyla sıralarım oldum olası. Şu an irili ufaklı pek çok eser ile 75’teyim. 100 saatlik beste konusuna gelince; bakın 56 dakikalık bir “Mezopotamya Senfonisi” veya 2 saat 25 dakikalık bir opera ya da solo keman için 4 dakikalık bir “Kleopatra”... Hepsi bir opus taşır. “Nâzım Oratoryosu” 77 dakikadır, “Kara Toprak” 6 dakikadır, biri opus 8’dir, biri opus 9. Bu bakımdan, 75 eser ile sanırım 100 saatlik müziğin henüz 25-30 saatlik bölümünü başardım. Yol orada da uzun... Ömür yeter de hepsi biterse, herhalde 100 yaşında olurum, yıl 2070 olacak, o zaman tekrar konuşuruz, sorarsınız...
-47 yaşındasınız ama anlaşılan kendinizi 74 yaşında hissediyorsunuz. Nedir sizi böyle hissettiren?
74 eser bestelemek ile 47 yıl yaşamayı karşılaştırmıştım kitabımda, onu soruyorsunuz... Cevabı zor!
‘Sosyal medya iyi oldu’
-Sosyal medya yazılarınız bir kitabı dolduracak denli hacimli. Sosyal medyayı en aktif, en yoğun kullanan sanatçılardansınız. Neredeyse sizin ana iletişim yolunuz gibi. Sesinizi, sözünüzü bu yolla duyurmak ne ifade ediyor sizin için?
Bence; sosyal medya çıktığından beri kültür sanat daha iyi anlatılıyor. Bu yokken sadece medya varken adamlar istediğini yazıyordu. Mesela 3 bin 500 tane “Fazıl Say büyüledi” haberi vardır, emin olun. Genel yayın yönetmeni bir fotoğrafçı yollamış gazeteden konsere, ilk 1 dakikasından fotoğraf çekip gazlamış fotoğrafçı, yayın müdürü de ben buna ne yazayım diye düşünmüş ve “Fazıl Say büyüledi” yazmış, 3 bin 500 tane var, aynı manşet... Aynı kelimelerle... Bunun kime ne faydası vardı ki? Şimdi halbuki düşünün; benim Instagramımı, Facebook fan sayfamı takip eden biri müzikle ilgili pek çok konuda, benim düşüncelerim ile detay konularda bir bilgi kazanabiliyor, konser ve provalardan kesitler dinleyebiliyor, buna yorum yazabiliyor, soru sorup cevap alabiliyor... Sosyal medya bizim için iyi oldu.
‘En sevilen albümüm ‘Güz Şarkıları’ olacak
"Akılla Bir Konuşmam Oldu”nun bir bölümünde Fazıl Say yeni albümü “Güz Şarkıları” için bakın neler söylüyor...
"Bugüne kadar yaptığım şarkı albümlerim arasında hem Türkiye’de, hem dünyada en sevileninin “Güz Şarkıları” olacağını hissediyorum. Güz Şarkıları’nın içindeki Doğu-Batı sentezi, Türk musikisi, caz, kabare müziği, nostaljik melodileri ve herkes için akılda kalıcı sözleri ile benim şarkılarım içinde baş köşede duracaktır diye düşünüyorum. Sonbaharın melankolik renk ve dokusunun sarmalladığı, her biri farklı stilde ve farklı konularda olan 8 şarkıdır. Güvenç (Dağüstün) bu şarkıları çok iyi anladı, çok emek verdi, çok çalıştı ve şan tekniği açısından söylemesi çok zor olan bu albümü müthiş bir şekilde yorumladı, benim için büyük mutluluk. Kendi şarkı albümlerimde ilk kez piyano partisini kendim çalmıyorum. Ece (Dağıstan), şarkı dolu tuşesi ile bu albümün başrolündeki piyanodan tüm güz renklerini çıkartabilen muazzam yaratıcı bir yorumcu. Müteşekkirim.
‘Dünya işi oldu’
Bu albüm için ülkemizin olağanüstü nitelikli müzisyenleri bir araya geldiler, kayıtlar ben Uzakdoğu turnemdeyken İstanbul’da yapıldı. Kanun ve kemençenin kimi zaman bir caz “Jam-Session” içindeki doğallığı, Ahmed Arif’in Doğu Anadolusuna “duduk” ile yaptığımız yolculuk... Bu albümde Bass-drum-sax ile Türkiye’de ne kadar iyi caz müzisyenlerinin olduğunu fark edeceksiniz. Nefesli ve yaylı sazlardaki tüm klasikçilerin dünya seviyesindeki yorumunu bulacaksınız. Tüm bu müzisyenlerin bu albüme olan katkısı beni çok duygulandırdı, “Güz şarkıları” bence “dünya işi” oldu. Bu müziği ve yazdığım partisyonu Pieter Snapper o kadar iyi anladı hissetti ve pek çok kanaldan o kadar akıllıca kaydetti ki, dinlediğiniz müzikler bir “resim” gibi oluştu. Hem vokal solisti hem de orkestrayı çok iyi hazırlayan İbrahim Yazıcı’ya da sonsuz teşekkürlerimle.”