Sanatçı Defne Halman: Korku üzerine kurulu bir sistem

Yandaş medya kanallarını canlı yayında trolleyen Defne Halman da söyleşi sırasında trollendi! Halman, “Bunca yalan, iftira ve itibarsızlaştırma kol gezerken ‘trollemek de meşrudur’ diye düşündük, sonuçta barışçıl ve yaratıcı bir trolleme yaptık! Trollemek de bir direniş biçimi, bu direniş; tutuklu gazetecilerle haksız yere işlerinden olanlarla dayanışmaydı." dedi.

Ceren Çıplak

Televizyonlardaki dizilerden çok, alanda hak ararken görürsünüz oyuncu Defne Halman’ı... Hatta taşıyacağı pankartları, afişleri kendi evinde hazırlar. Onun tuttuğu afişlerde kendi cümleleri, sloganları vardır. Biliyorsunuz, Defne Halman ile birkaç aktivist Cumhuriyet davası sırasında Çağlayan Adliyesi’nin önündeki yandaş medyayı canlı yayında trolledi! Muhabirin arkasında durarak elinde “Cumhuriyet susmuz”, “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” dövizleri ile Ahmet Şık, Nuriye-Semih fotoğraflarını kameraya gösterdiler. Çağlayan Adliyesi’nin önünde Defne Halman ile söyleşirken aynı ekip bu kez Defne Halman’ı trolledi! Halman, duruşma boyunca beş gün adliye önünde nöbet tuttu, gazete okuma eylemi de yaptı. Fakat yandaş medyayı trollediği sessiz ama etkili eylem sonrası ahaber muhabirinin yaptığı “Ellerinde sanıkların fotoğrafı. Gözlerini büyük büyük açıp hayli yüksek sesle beni susturmaya çalıştılar” açıklaması ise akıl almazdı... Dolayısıyla ilk sorum buradan geliyor Defne Halman’a:

-Neden gözünüzü büyük büyük açtınız!?

ahaber muhabiri akşam haberlerinde böyle bir ifade kullanınca şaşırıp hayret ettik. Muhabirin arkasında sessiz ve sakin bir biçimde durduk, yayına herhangi bir sözlü ya da fiziki müdahalede bulunmadık. Benim gözümde de güneş gözlüğü vardı. Böyle bir sonuca nasıl varmış bilemedim. Ama trollediğimiz yayın organlarını düşünürsek zaten gerçeklerle ilgilenmedikleri için söylediklerini gülünç bulsam da yadırgamıyorum. Onların habercilik anlayışı bu. Zaten gerçekleri aktarmak gibi bir niyetleri yok, tam tersine göz göre göre, çarpıtma ya da karartma var. Bilerek bambaşka şeyler söylüyorlar.

-Sizinki nasıl bir trolleme?

Trollemek tanımı çok yaygın kullanılıyor. Ancak Ak trollerin yaptığı, trollemekten ziyade linç, hakaret ve saldırı. Bunca yalan, iftira ve itibarsızlaştırma kol gezerken “trollemek de meşrudur” diye düşündük, sonuçta barışçıl ve yaratıcı bir trolleme yaptık! Trollemek de bir direniş biçimi, bu direniş; tutuklu gazetecilerle haksız yere işlerinden olan, hukuksuz yere tutuklanan kim varsa onlarla dayanışmaydı. Bu protesto aynı zamanda tabii ki yandaş kanalların habercilik anlayışına bir protestoydu. Yandaş medyaya gerçekleri izleyicilerine ulaştırmalarında yardımcı olduk çünkü kendileri söyleyemiyor. TRT de halkın vergileriyle halkın haber alma hakkını gasp ediyor hükümetin yayın organı olarak sahibinin sesine göre yorumlayıp söylüyorlar.

-Planlı mıydı?

Hayır, değildi. Cumhuriyet davasının ilk gününde gazetenin yazar, çizer ve yöneticilerinin haksız hukuksuz tutuklanmalarından 9 ay sonra yapılan duruşmayı takip etmek ve onlara destek olmak için Çağlayan’daydık. Yandaş medyayı trollemek amacıyla Çağlayan’a gelmemiştik. Sadece Çağlayan diyorum ben, adliye diyemiyorum çünkü adaletin olmadığı yere adliye denmez. Pek çok kişi içeri giremedi, biz içeriden gelecek haberleri beklemek için çay bahçesinde oturuyorduk, hemen yanımızda CNN Türk yayın yapıyordu. Kendi aramızda yayın sırasında ‘penguen’ gibi yürüyerek muhabirin arkasından geçsek mi diye konuştuk, bu sohbet devam ederken çay bahçesinin önünde de TRT Haber yayına hazırlanıyordu. Canlı yayına başladıklarında elimizde Ahmet Şık görseli, “Cumhuriyet susmaz”, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” yazılı dövizlerle yavaş yavaş geriden ilerleyip kameraya doğru yürüdük ve muhabirin arkasında durduk. Sesli ve fiziki bir müdahalede bulunmadık, zaten söylemek istediklerimiz ellerimizdeki pankartlarda net yazıyordu. Eylemimizi çekenler, arkadaşlarımız sosyal medyada paylaştılar. Bir anda yayıldı. Fakat bir süre sonra aynı noktada ahaber yayın yapmaya başladı. 2015’te, o zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan canlı yayında beni hedef göstermiş, ardından yandaş yayın kuruluşları da beni topa tutmuştu. Rumelihisarı’nın sahnesinin üstüne mescit yapılmasına karşı çıktığım için; söylediklerimi çarpıtarak bana söylenmeyen hakaret, iftira, tehdit kalmamıştı. Ben de ahaber’i görünce dedim ki “biraz da onları gerçeklerle yüzleştirelim.” Yine aynı şekilde meydanda biraz ilerleyip bu sefer Nuriye ve Semih’in durumuna dikkat çekmek için elimizde dövizlerle yürüdük ve muhabirin arkasında durduk, yayının yapılmasına da hiçbir şekilde engel olmadık.

-Nasıl tepkiler aldınız?

Bu kadar ilgi çekeceğini, ses getireceğini öngörmedik. Eylemimiz müthiş bir yankı yaptı, büyük bir etki yarattı. Eğlenceli, espirili yorumlar geldi, mizah dolu paylaşımlar yapıldı. Uzun süredir yüzümüzü güldüren o kadar az şey var ki... Bu direniş gülümsememize sebep oldu, çünkü yaratıcı bir biçimde tepkimizi ortaya koyduk.

 

‘Muhalif olmak bir seçim’

-Nasıl bir dönemin içindeyiz? Ayarsız bir kötülük içinde miyiz?

Her alanda hiç sakınmadan, göstere göstere şiddet, kötülük, intikam duygusu, zulüm ve haksızlık hüküm sürüyor. Maalesef karşımızda hesap sorabileceğimiz bir muhatap da bulamıyoruz. Muktedirler, kendi çıkarlarını ve koltuklarını korumak için, iktidar gücünü kaybetmemek adına, istedikleri yaşam biçimini, eğitim sistemini, sosyal yaşamı dayatmak istiyorlar. Bu anlamda özgür basın olmadan toplum da özgür değildir.

-Hem Muammer Karaca Tiyatrosu hem de tiyatronun sokak girişi kapalı!

İktidarın, rantın hırsının resmidir bu, aslında insanların gerçekleri söylemesinden ne kadar korktuklarını gösteriyor. Artık muhalif olanlara ya terörist ya da vatan haini diyorlar. Eleştiri ve sistemin yanlışlarına karşı direnmek de bir haktır. Muhalif olmak kişinin kendi seçimidir. Her şey bu kadar kötü giderken susmak bence doğru değil.

-Benim bedenim benim kararım’ yazılı tişörtleri de çok giydiniz...

Son dört yıl içinde birkaç olayı protesto etmek için üç kez bu tişörtü giydim. Çünkü benim bedenim iktidarın işi değil. Benim bedenimden sözlerini, ellerini ve siyasetlerini çeksinler.

Adliyede beş gün nöbet...

“9 aydır tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesinin yazar, çizer, yöneticileriyle dayanışmak için 5 gün süren dava için nöbetteydim. Gazeteciliği ağır ceza mahkemesinde yargılamak, gazetecileri işlerini yaptıkları için tutuklamak bir utançtır. 7 kişi tahliye edilirken Ahmet Şık, Akın Atalay, Kadri Gürsel ve ve Murat Sabuncu’nun tutukluğuna devam kararı verildi. Onlar da derhal serbest bırakılmalı. Özgür basını, gazetecileri hapsederek susturamayacaklar.”

'Doğrularıma ihanet etmem’

-Defne Halman hep alanlarda ve elinden döviz düşmüyor, sosyal medyada da sürekli destek veriyor. Sesini gür çıkaranlardansınız. Korkmuyor musunuz sektörün sizi dışlamasından, iş alamamaktan?

Elbette çalışabilmek, üretmek önemli ama kişisel çıkarlarımı gözeterek doğrularıma ihanet edersem, haksızlıklara karşı direnmezsem onurlu bir hayat sürdüremem. Alternatif mekânlarda, bağımsız tiyatrolarda inandığım projelerde daha çok oynayarak kendi yağımda kavruluyorum. Günlük hayatımı asgari biçimde idare edebilecek maddi gücüm varsa benim için yeterli. Babam Talât Sait Halman, şair, çevirmen, gazeteci, bilim insanı, Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı’ydı, annem yıllarca Birleşmiş Milletler’de üst düzey yöneticilik yaptı. 12-13 yaşımda bile ABD’de oturduğumuz binada çocuk bakıcılığı yapar, kendi kazancımı sağlardım.

'Beni sildiler'

"Birleşmiş Milletler radyosunda programlar yaptım. New York Üniversitesi’nde Türkçe dersi verdim. Bilkent Üniversitesi’nin New York ofisinde yöneticilik yaptım. Oyunculuğa da devam ettim. Dediğim gibi maddi kaygılardan öte omurgamın sağlam olması benim için önemli. Bu süreçte sanatçı arkadaşlarımdan bazıları beni hayatlarından çıkardılar, sosyal medya hesaplarından bile sildiler. Direnişler bana yeni bir aile kazandırdı, şimdi aynı yolda yürüdüğüm farklı arkadaşlarım var."