Sanat soyguncularının peşinde (20.03.2014)
Matt Damon ve Kate Blanchett’ın da oynadığı film, II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerce yağmalanan sanat yapıtlarının kurtarılması operasyonunu konu ediniyor. Ama nerede Frankenheimer’in aynı konuyu işleyen ‘Tren’i, nerede Clooney’nin ‘Hazine Avcıları’…
Sungu Çapan/Cumhuriyet2. Dünya Savaşı’nda Nazi işgalindeki Fransa’nın zengin müzelerinden, galerilerinden toplanmış, paha biçilmez sanat eserlerini vagonlara tıka basa doldurup Almanya’ya göndermek isteyen Naziler ve yardakçılarıyla onlara karşı mücadele eden Fransız direnişçilerinin kapışmasını, ürkünç, irkiltici bir savaş fonunda, siyah-beyaz görüntülerle ve gayet sürükleyici bir heyecan-aksiyon temposuyla anlatan, Burt Lancaster, Jeanne Moreau, Paul Scofield gibi usta oyunculardan oluşan, süper bir kadronun rol aldığı, yıllar önce soluk soluğa seyrettiğimiz “The Train-Tren”(1964), hem Amerikalı usta yönetmen John Frankenheimer’in en esaslı işlerinden biriydi, hem de yarım yüzyıl öncesinin en göz alıcı savaş filmlerindendi.
Bugün “Hazine Avcıları” adıyla gösterime giren, George Clooney’nin yönettiği “The Monuments Men”, işte bu konuyu dramatik ve komik yanlarıyla ele alan, 2 saatlik, yepyeni, eğlencelik bir savaş serüvenini perdeye taşıyor.
Robert M. Edsel’in, ölüm, acı ve kana gark olmuş, karanlık 1940’lı yıllarda Avrupa’da gerçekten yaşanmış birtakım olaylara dayanan ve özetle birtakım özel koleksiyonların, ünlü müzelerin, galerilerin ve Rotschild gibi ünlü Yahudi koleksiyonerlerin kişisel arşivlerinin Nazilerce yağmalanmasını aktaran anı kitabından sinemaya uyarlanan “Hazine Avcıları”, Normandiya çıkartmasıyla (katil ve hırsız) Nazilerin kaçınılmaz yenilgisinin artık ufukta belli olduğu savaşın son döneminde geçiyor.
İnsan hayatının mı, sanat eserinin mi daha değerli olduğunun sorgulandığı film, vaktiyle resim eğitimi almak isterken yeteneksiz bulunup tüm insanlığın ve 20. yüzyılın başına bela olarak Avusturyalı ressam bozuntusu çavuş Adolf’luktan korkunç Führer’liğe evrilen o malum diktatörün (Hitler’in) arzuları doğrultusunda, Batı uygarlığı ve kültürünün nerdeyse tüm anıtımsı sanat eserlerinin yerlerinden alınıp çalınarak Almanya’ya taşınmak istendiği bir süreci işliyor.
Amerikalı Teğmen Frank Stokes (George Clooney) savaşta kısmen örselenip Nazilerce çalınmış, Michelangelo’nun “Meryem’le Oğlu” yontusu ya da Rembrandt, Rubens gibi büyük ustaların yağlıboyalarıyla Rodin’in heykelleri gibi, izini sürdüğü ve sanat tarihine geçmiş klasik eserleri geri almak amacıyla Hazine Avcıları denen, 7 kişilik gözü kara ve maceraperest bir uzmanlar ekibi kuruyor.
Modern sanattan pek de hazzetmeyen Nazilerin Paul Klee, Joan Miro, Max Ernst ya da Picasso gibi öncü sanatçıların eserlerine tu kaka yaklaşımının da altını çizen filmde, Stokes-Clooney’nin patronluğunda, Matt Damon, John Goodman, Bill Murray, Bob Balaban gibi namlı Amerikalı yıldızlar ve İngiliz Hugh Bonneville’le (birkaç yıl önce Oscar kazanmış, o sessiz “Artist” filmiyle üne kavuşmuş) Fransız Jean Dujardin’den oluşuyor Hazine Avcıları’mız.
Az buçuk sanattan anlayan, mürekkep yalamış İngiliz, Amerikalı ve Fransız askerlerden oluşan bu gruba, Paris’teki direnişçi kardeşi Nazilerce yakalanıp öldürülmüş, güzel ve dişli müze sekreteri Claire’in de (Cate Blanchett) katıldığı film, Paris’ten ünlü resim ve heykelleri toplayıp götürmek niyetindeki Göring’le Albay Stahl’ın ziyaretiyle açılıyor.
Berlin’e ilk giren ve Nazilerin topladığı sanat eserlerine (aynen Batı âlemine geri kazandırmak isteyen Amerikalılar gibi) göz koyan Sovyet askerlerini de gayet kaba saba olarak resmediyor film, genelde seyirciyi angutlaştıran, beylik klişelere yaslanan o malum Hollywood yaklaşımıyla.
Günümüz Amerikan sinemasının, 2 Oscar, 3 Altın Küre ödüllü, zirvedeki oyuncularından, 1961 doğumlu aktör, yapımcı, yönetmen, senarist Clooney’nin 1990’larda TV ekranında ER’le yükselişe geçen kariyeri, yönetmen Steven Soderbergh’le 1998’de “Out of Sight” filmiyle başlayıp büyük ticari başarıya erişen “Ocean’s Eleven” serisiyle süren verimli işbirliği sonucunda kameranın önünden arkasına geçerek yönetmenliğe de meyletmesiyle çeşitlendi.
Yönettiği, biyografik bir heyecan denemesi olan ilk filmi “Confessions of Dangerous Mind-Tehlikeli Aklın İtirafları”nı (2002) “Good Night and Good Luck” (2005), “The Ides of March” (2011) gibi ilginç denebilecek filmleri izledi.
Clooney’nin hem oynayıp hem de yönettiği bu “Hazine Avcıları”, bildik güldürü öğeleriyle soslandırılmış dramatik bir savaş serüvenini yalap şalap hikâye eden, sinematografik başarısından çok, el attığı konusunun ilginçliğiyle öne çıkan bir seyirlik.