'Saltanat düzenini ve kökenlerini anlamak için Muaviye yıllarına gitmek gerek'

İslam dini ve kültürü üzerine çeşitli gazete ve haber sitelerinde makaleleri yayınlanan ve bu alanda 4. eserini yayınlayan araştırmacı yazar Aydın Tonga, son kitabı 'Osmanlı’nın Paralel Devleti: Kadızadeliler'i anlattı.

cumhuriyet.com.tr

Ekvator Haber'den Ragıp Kamil İlbeyi'ne yeni kitabını anlatan Tonga, Kadızadeliler hakkında çarpıcı bilgiler verdi.

4. Kitabınız Kadızadeliler Doğu Kitabevi Yayınlarından çıktı. Bize biraz Kadızadelilerden bahsedebilir misiniz?

 Aydın TONGA – 1523-1573 yılları arasında yaşayan Birgivi Mehmet Efendi Kadızadeliler hareketinin fikri önderi olarak kabul edilmektedir. Mehmet Efendi İslam tarihinde yer yer ortaya çıkan “Selefi” ekolün bir temsilcisi olarak var olmuştur. Ağırlıklı olarak “dinde öze dönüş” retoriğini savunan Mehmet Efendi aynı zamanda “sıkı” bir ehl-i hadisçidir. Ve dolayısıyla dini metodolojisinde “aklın” yeri çok zayıftır. Bu bağlamda da Mehmet Efendi hadis olduğu öne sürülen sözleri, adeta kalkan olarak kullanır. Dolayısıyla, tekrar ifade edelim ki, anılan kimsenin din yorumunda “akılcı metodolojiyi” pek göremeyiz. Tam da bu sebepten ötürü Kadızadeliler hareketinin katı, Ortodoks “ehl-i hadis” ekolü geleneğine dayandığını rahatlıkla ifade edebiliriz.

Birgivi Mehmet Efendi’den sonra gelen Kadızade önderlerini Mehmet Efendi, Üstüvani Mehmet Efendi ve Vani Efendi olarak sıralayabiliriz. Kadızadelileri asıl olarak tarih sahnesinde tartışılır kılan husus ise onların devlet içerisindeki örgütlenme biçimleri, iktidarla olan ilişkileri ve halk nezdinde popüler hale gelen söylemleri olmuştur.

Daha önce yayınladığınız Derin İslam, Emeviler ve Muaviye kitapları gibi bu kitabınızda ilk 3 kitap ile bağlantılı mı?

Doğrudan bir bağlantı olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim Muaviye ve Emeviler birer dönem çalışmasıdır. Derin İslam adlı kitabımız ise İslam dünyasını kendi iç metinleriyle, tarihiyle hesaplaşmaya çağıran bir yüzleşme kitabıdır. Bu kitapta ağırlıklı olarak “din içerisinde din” olarak ifade ettiğimiz mezhep temelli din anlayışını ve hadis olduğu öne sürülen metinleri ele almıştık. Tam da bu noktada otoriter, despot din yorumunun öncelikle düşman gördüğü kimseleri akabinde de bu anlayışının dışında kalan Müslümanları nasıl yok edeceğini/yok etmeye çalıştığını anlatmaya çalıştık. Belki bu anlamda “Derin İslam” da dile getirilen din yorumunun eleştirisi ile Kadızadeliler’de yer verdiğimiz eleştiriler bir paralellik arz edebilir. Nitekim Kadızadeliler hareketi de insanı, onun din ve dünya ile kurduğu bağı bağnaz bir söylemle tekeline almaya çalışan tekfirci selefi bir yorumdur.

Sizleri genelde İslam dini ve kültürü üzerine yapmış olduğunuz çalışma ve makalelerinizle tanıyoruz neden bu alanı tercih ediyorsunuz?

Bir defa din/inanç dünyası sosyolojik bir gerçeklik olarak önemli bir alandır. Yalnızca maneviyatla kurduğu ilişki açısından değil, dinin siyasetle, iktidarla kurduğu ilişki de bu önemi büyütmektedir. Dolayısıyla dini yaşamdan ve yazından “kategorik” olarak dışlamak ya da önemsizleştirmek doğru değildir diye düşünüyorum. Diğer taraftan insanların içinde yetiştiği toplumsal süreçlerin bir neticesi olarak sonsuzlukla, yaratılışla kurduğu bir bağ var. İnsanlar kendi sıkışmışlıklarını, çaresizliklerini ya da umutlarını, beklentilerini sözünü ettiğimiz süreçler sonrasında özümsediği inançlar üzerinden yeşertip, yaşayabiliyor. Ezcümle din/inanç hali “insana” dair bir haldir. Ve elbet insanı konuşurken, dini/inancı da konuşmamız icap ediyor.

İslam dini meselesine gelirsek dünyada yaşayan neredeyse her beş kişiden biri kendini “Müslüman” olarak görüyor. Yukarıda saydığım sebepleri göz önünde bulundurursak Müslümanların gerek insan ve yaşam ile kurdukları bağı inanç üzerinden anlamak gerekse de tarih boyunca siyasal İslam’ın iktidarla ilişkilerini faş etmek için İslam’a ve İslam tarihine dokunmamız, bu alanla hemhal olmamız gerekiyor. Pek tabi olarak İslam üzerine çalışmamızda yaşadığımız toprakların, bu topraklara dert, acı umut olan yaşanmışlıkların da etkisi oldu.

Makaleleriniz birçok insana araştırma ve sorgulama yollarını açıyor peki bu durum kimseyi rahatsız etmiyor mu?

“Cehalet ayrıcalıklı sınıfların kullandığı ustaca bir silahtır” der Marks. Yine şu söz de Karl Marks’a aittir: “Din, bunalmış mahlukun iç çekişi, merhametsiz bir dünyanın ruhu ve aynı zamanda akılsız bir çağın aklıdır. Din halkın afyonudur.” Peki, bu sözleri neden aktardım? Şöyle ki, Marks’ın da dediği gibi ayrıcalıklı sınıflar, seçkin zümreler sahip oldukları varsıl dünyayı sürdürmek için, var olan üretim ilişkilerinin, ekonomi-politik gerçekliğin sorgulanmasına izin vermezler. Eğitim siteminden, hukuk yapısına kadar bütün toplumsal yapılar bu anlayış üzerine kurulur. Din/inanç alanında da “haram” sofralar üzerine kurulan bağnaz hükümdarlıkların sürdürülmesi için sözünü ettiğimiz o “cehalet” halinin hep diri kalması gerekmektedir. Bu anlamda benim yazılarım da muktedir sokaklarda pek hoş sedalarla yankı bulmamakta ve hatta irite bir ses olarak nitelendirilmektedir. Öte yandan “din dünyasını” mutlak bir muhafazakârlıkla koruma altına aldığını düşünen ya da öyle yaşayan insanlar da yer yer yazılarıma tepki göstermekte. Zira Marks’ın yerinde ifadesiyle kendileri açısından sığındıkları bir ulvi limana saldırdığım düşünülmekte. Oysa hiçbir şekilde ne niyet olarak ne de fikri düzeyde insanların din/inanç dünyasına düşmanlığım söz konusu dahi olamaz. Benim buradaki muhataplarım, kendi yorumlarını hakikat olarak dayatıp bu yorumu kabul etmeyen kimseleri de, eline geçirdikleri “din görünümlü urganla” boğmak isteyenler, karşıtının yaşam hakkını ortadan kaldıranlar ve yaşamın laik/seküler ruhunu karartmak isteyen kimselerdir.

Diğer üç kitabınızı okumayanlar ve okumak isteyenlere kitaplarınızda neleri bulabileceklerini kısaca anlatır mısınız?

Daha önceki bir cevapta ifade etmiş olduğunuz suale kısmen de olsa yanıt verdiğimi düşünüyorum. Ama yine de özetle önceki kitaplar hakkında şunu söyleyebilirim: Muaviye ve Emeviler bir dönem okuması olmakla birlikte İslam dinini zenginlerin, kodamanların, mülk ve servet sahiplerinin hizmetine sokan bir zihniyetin de adıdır; bu kitaplar da söz konusu iradeyi irdelemekte, onların zihniyet kodlarını tartışmakta. Sözünü ettiğimiz kitapları okuyanlar da görecektir ki, İslam tarihinde esas bölünme Muaviye ve onu besleyen öncülleri ve ardılları ile ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, zengin Şam oligarşisini arkasına alarak Halife Ali’ye karşı savaş açan Muaviye Sııfın’da 70 bin insanın ölmesine sebep olmuştur. Bakınız o günlerde Mekke nüfusu 10 bin dolayındadır. Diyeceğim siyasal İslam tarihi, yüzyıllara damgasını vuran saltanat düzenini ve bu düzenin kökenlerini, kaynağını okumak için Muaviye yıllarına gitmek gerekiyor. İşte bu kitaplar böyle bir düşüncenin sonucu olarak kaleme alındı.

Derin İslam kitabını ise yorumu hakikat olarak dayatan ve akabinde bu dayatmayı örgütlü bir kötülükle ulusal ve hatta küresel düzeyde egemen kılmak isteyen güçlerin beslendiği “dini kaynakları” açığa çıkarmak üzere kaleme aldım. Bu tarihi irdelerken de gördüm ki, sözünü ettiğimiz bağnaz örgütlü din çevreler esas olarak hadis olduğu rivayet edilen sözleri silah gibi kullanmakta, bu zihniyete itiraz edenleri ise sünnet/hadis düşmanı diye yaftalamakta. Oysa bu kimseler hadisler konusunda bile tutarlı davranmayıp tabiri caizse işine gelen hadisleri kullanmakta işine gelmeyenleri ise anında göz ardı etmektedir. Nitekim bir “hadise” göre bir kimsenin cennete gitmesi için “Allah’tan başka ilah yoktur demesi bile yeterlidir” (Müslim, Ebu Davut vd kaynaklar). Fakat işte bu “sıkı hadisçiler” böyle durumlarda hadis üzerine bin yorum getirmekten “aslında Peygamber şunu demek istedi” sözlerinden kendini alamaz, yorum üzerine yorum yaparlar. Ama nasıl oluyorsa istedikleri hadis söz konusu olunca aynı kimseler birden otoriter kesilirler ve peygamber hadisi üzerine yorum özgürlüğünü anında yok ederler. Hatta hadisleri vahiy gibi değerlendirip, tartışmaya bile açmazlar. Özetle, “Derin İslam” bu anlayışa güçlü biçimde itiraz etmek üzere -kadri kararınca- tarihe düşülen bir not olarak görülebilir.

Son olarak okurlarınıza araştırmalarınıza dayanarak ne tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Tavsiye niyetinde değil ama naçizane şunu söyleyebilirim: dini örgütlenmeleri ve hatta o örgütlenmelerin söylemlerini irdelerken, en az söylem kadar iktidar meselesi de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu noktada bir hususun altını çizmek gerekiyor ki, iktidar kavramını burada hem “iktidar” olgusu bağlamında hem de yürüyen güç ilişkileri temelinde düşünüyorum ben. Diğer bir ifadeyle dini bir örgüt, öncelikle kurduğu “iktidar” dünyası içerisinde ele alınmalı sonrasında ise o örgütün güç merkezleri ile olan ilişkileri sorgulanmalı. Ve nihai olarak bu örgütlenmelerin salık verdiği dünyanın “yaşanabilirliği” tartışılabilmeli. Zira o örgütlerin kurmak istediği dünya da yalnız onlar yaşmayacağına göre bizim de bu alana bakmamız hem ödevimiz hem hakkımız olmalıdır.

***

 Aydın Tonga 12 Kasım 2017 tarihinde TÜYAP kitap fuarında, Doğu Kitabevi standında imza gününde olacak.

Osmanlı’nın Paralel Devleti: Kadızadeliler