‘Saldırganı Hoş Tutmak’
Erendiz Atasü’nün siyaset ve sanat üzerine yazıları da öyküleri ve romanları kadar ilgiyle okunuyor; yeni ufuklar açıyor. Gazete ve dergilerde yayımlanmış, etkinlik konuşmalarında dile getirilmiş birbirinden farklı konulara değinen, duyarlı bir Cumhuriyet kadını kimliğini bütünleyen yazılar toplanmış “Saldırganı Hoş Tutmak”ta.
Alper Akçam“Doğrucu Davut” olarak tanımlandığım için övünç mü duymalıydım? Edebiyatın içinde yalpalamayı, yeni ve aykırı anlamlar ardında at koşturmayı, bilineni silip yeniden yazmayı amaçlayan birisi için doğruculuk yakıştırmasını nasıl karşılayacağımı bilemedim. Bazıları için edebiyat dünyasında, öyküleriyle, romanlarıyla, eleştirel denemeleriyle bilinen birisinin siyasete dokunan yazılara bulaşması hiç de uygun bir davranış olarak değerlendirilmez. Hasan Bülent Kahraman, yakınlarda yitirdiğimiz, kendince usta öykücülüğünün önde olması gereken Oktay Akbal’ın sanatçı değerini polemik yazılarının geriye ittiğini, onu yavanlaştırdığını çağrıştıran bir yazı yazmıştı. Bana da zaman zaman uyarılar gelir; boş ver şu siyaset telini, sen edebiyat makamında çalmaya bak diye...
HİÇ SUSMAYAN YAZAR
Türkiye gibi bir ülkede yaşayan, yazmaya soyunmuş birileri için ülkenin sıcak siyaset minderinden uzak kalabilmek çok da kolay değil; bunca genç ölümün, katliamın, siyaset bezirgânlığının karşısında edebiyatçı ününü örseleyebileceğini bile bile bir şey söylemeden yutkunup kalmak...
Erendiz Atasü de hiç susup kalmadı, kalmıyor. Siyaset ve sanat üzerine yazıları da öyküleri ve romanları kadar ilgiyle okunuyor; yeni ufuklar açıyor. ‘Saldırganı Hoş Tutmak’ta, 2004 ile 2015 arasında yazılmış, gazete ve dergilerde yayımlanmış, etkinlik konuşmalarında dile getirilmiş birbirinden farklı konulara değinen, duyarlı bir Cumhuriyet kadını kimliğini bütünleyen yazılar toplanmış. Bu kimlik, “Aydınlanma’nın İki Bilgesi” başlığıyla İlhan ve Turhan Selçuk için yazdığı, Haziran 2013 tarihli, Hacıbektaş’taki anma töreninde konuşma metni olan yazıda o iki kardeşi tanımlarken kurduğu, skolastik düşünen ya da bakış açısının temelinde hümanist bir zemin bulunmayan kimi aydınların çok anlayamayacağı farklı bir denklemle aydınlanır. Selçuk kardeşler, Atasü’ye göre “Cumhuriyetçi, Atatürkçü, laik, Aydınlanmacı, anti-emperyalist ulusalcı ve sosyalist” bir kimlik taşır! Daha sonra bu denkleme “hümanist ve sanatçı” bir ek de getirmiştir. Yazarımız Atasü de kendi deyimiyle elli yıllık bir Cumhuriyet gazetesi okuru olarak bu kurgu içinde tanımlanabilecek bir kimliğin sahibi. Bu kimlik kurulumunun ve Cumhuriyet sevgisinin en somut örneğini İlhan Selçuk vermişti zamanında: “Baba Türk, ana Kürt olan Yaşar Kemal ile Musevi aileden gelen, dedeleri sarayda hekimlik yapmış Tilda Hanım’ı buluşturan adların çöpçatanı Cumhuriyet devrimidir.”
Erendiz Atasü’nün annesi Selanikli, babası Trabzonludur. Üzerine yazılar yazdığı ve bugün de kışkırtılmış bir ivmeyle Ortaçağ karanlığına doğru süren olan politik süreç, insanları dinsel inançlarına, etnik kökenlerine göre ayrıştırma yolunda hızlı adımlar atmakta.
Yaşanan süreçte öncelik laiklik ilkesinin yıkılmasına verilmiştir; bu nedenle de türban meselesi bir “başörtüsü” demagojisi kullanılarak öne çıkarılmıştır (“Laik Düzen Yıkılırken” başlıklı giriş yazısı). Kapitalizmin arkaladığı Sünni şeriat örgütlenmesinde bir erkek zorbalığı egemendir; kadın birey için bir bireysel seçim hakkı yoktur.
Kadınlar ve çocuklar Atasü’nün saldırgan karşısında öncelikle kucakladığı imgelerdir.
Aralık 2014 tarihli “Machbet’ten Osmanlıca’ya” başlıklı yazıda Ankara sahnelerinden hükümet baskısı ile kaldırılan Shakespeare’in oyununda vurgulanan “taht uğruna işlenen” suçlara değinir. “Sözcükler Önemlidir / Muhafazakârlık ve Elitizm” üzerine yazısında Batılı muhafazakârlar ile bizimkileri karşılaştırır. Batı’daki muhafazakâr partilerin din istismarcılığıyla, eğitimin dinselleştirilmesiyle, batmış imparatorluklarına dönme hevesiyle bir ilgileri yoktur. Merkel bir papazın kızıdır; basında genç kızlığında denize girerken çıplak bir fotoğrafı yer almıştır ama, kiliseye girerken çekilmiş bir fotoğrafı yoktur. Bir sonraki yazıda CHP’ye seslenir... Partideki din adamlarının türban denilen örtünme biçiminin siyasallaşmış bir yorum ve Müslüman Kardeşler dayatması olduğunu halka neden anlatmadıklarını sorar. Peygamber soyundan gelen Ürdün hanedanı kadınların başlarının açık olduğunu söyleyerek de karşıt bir örnek verir. “Gezi Deneyimi ve Ötesi” üzerine yazdığı “Bir Kaderi Paylaşmak” yazısında gezi görüntülerinin kendisine “mutlu bir aşkın armağan edebileceği neşeyi ve umudu” sunduğundan söz eder. Gezi Direniş’ine katılan “Anti-kapitalist Müslümanlar” karşısında kadın bireyin kendisi olarak var oluş sorununa yaklaşımları konusundaki kuşkularını konuşur. Nash’tan yaptığı “Matematik bilmeyen uluslarda adalet olmaz” alıntısıyla İslamcı düşünce ile laiklik anlayışı arasındaki çelişkileri tartışmaya açar.
Fazıl Say’ın “halkın dinî değerlerine hakaret”ten yargılanıp ceza aldığı dava üzerine, ‘Türk Ceza Yasası’ndan “Türklüğe hakaret” maddesinin çıkarılması için mangallarda kül bırakmayan kimi liberal aydınlara seslenir: “Düşünce Özgürlüğü Şampiyonları Neredesiniz?”
EVETÇİ TARAFA SORULAR
Erendiz Atasü’nün eleştirel yaklaşımı yalnızca din istismarcısı politikalara, Cumhuriyet ve laiklik karşıtlarına karşı, tekil bir bakış açısının ürünü değildir. “Sevgi Soysal’a Mektup”ta, Soysal için “kişisel bunalımları bitti; hayata nesnel gözlerle bakabiliyor,” türünden yapılmış kalın çizgili, birey ve özellikle kadın bireyin öznel konumuna duyarsız kalan sol onayı eleştirir... “Yurdum Gurbet Olurken”de bir kez daha kadına yönelik şiddete çevirir bakışlarını. “Şeytana uydum” türünden gevelemeleri hafifletici neden sayan yargıya dikkat çeker. “Aydınlanma ve Ezbercilik” başlıklı yazıda bir televizyon programında Aydınlanma karşıtı konuşma yapan bir şaire yüklenir.
Kitaba adını vermiş “Saldırganı Hoş Tutmak” yazısında Sivas Kırımı’nda Aziz Nesin’in halkı tahrik etmesinin etkili olduğunu söyleyen bir iktidar partisi kadın milletvekili ele alınmıştır.
2010 Referandumu sonrası yazdığı “Referandum Sürecinde Sanatçı ve Toplum” başlıklı yazısında oynanan oyunları gözler önüne serer. Özelikle de demokrasi ve çeşitli sosyal haklar verilecekmiş beklentisiyle referandumda “evet”çi tarafta bulunan kimi aydınlara sorar: “Biz çocuk istismarıyla ya da yurttaşların izlenmesi ile ilgili maddeleri mi oyladık, yüksek yargıyı hükümetin sultası altına sokan değişiklikleri mi?” Özellikle de son zamanlarda gelişen olaylarda tanığı olduğumuz, önceden tasarlayarak gazete basan, cam çerçeve kırıp yakan saldırganların, öldüresiye adam dövenlerin sokaklarda elini kolunu sallayarak dolaştığı, gazetecilerin ad ad tehdit edilenlerin televizyon ekranlarında boy gösterdiği günümüz yargı düzeni, Atasü’nün haklılığını bir kez daha göz önüne sermiş gibidir.
“Kürtaj ve Ötesi”nde bir kez daha kadın sorunu üzerindeki duyarlılığını gösterir. Engels’in kadın için yaptığı “ev içi köleliği” tanımını paylaşır; kürtaj yasağı üzerine tartışmalara girer; Anayasa ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden maddelere vurgu yaparak kadın bedeninin ve emeğinin özgürlüğü söylemini yineler.
“Unutmaya Hakkımız Var mı?” başlıklı yazıda kimyacı bir bilim kadını olan Serpil Çelenk Güvenç’in ikili anlaşmalar üzerine yazdığı sosyal bilimler tezini konu edinir. 1961 Anayasası’nın topluma getirdiği değişimden, TİP’in Kemalizm üzerine yaklaşırken tutunduğu tavırdan söz eder. Günümüz sol cephesinde sürekli demokrasi karşıtlığı öznesi gibi tarif edilen Kemalizm’in gizli Türkiye Komünist Partisi ve 1965’de on beş milletvekili ile TBMM’de tarihe geçen bir demokrasi mücadelesi vermiş Türkiye İşçi Partisi tarafından ilerici bulunduğuna, Kurtuluş Savaşı’nın kutsallığına ve Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkılmış olmasına vurgu yapar. Sonra döner, NATO karşısında boyun eğerek ve yandaşlığına soyunarak kendi kurucu düşüncesine ihanet etmiş Kemalist bürokrasiyi eleştirir...
ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
“Saldırganı Hoş Tutmak”, ülkenin kültürel sorunları üzerine açılmış bir şemsiye gibi kirli düşünce yağmurlarından insan kardeşlerini korumaya, eleştirel bir bakış açısı oluşturmaya yönelir. ”İdam ve Toplumsal Vicdan”da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, “Üç Şair” de Sivas’ta öldürülmüş Behçet Aysan, Metin Altıok ve Uğur Kaynar, “Tekel Direnişini Unutmayalım”da o güzel dirençli duruşa düşmüş Balyoz Harekatı gölgesinden, “Doktorun Dramı”nda kendi sorunları ve birey kurtuluşu yerine toplumsal sorumluluklarını önde tutmuş Sivas’ın Dr. Behçet Aysan’ı ile Silivri’nin Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nu onurlandırır. “Hukukun Tükendiği Yerde İnsan Onuru”nda 13 Nisan 2009 günü terörist damgasıyla evi basılan mücadele, sağlık ve barış insanı Prof. Dr. Türkân Saylan’ın dramına selam durur...
Kitapta altını çizerek bir kenara ayırdığım iki konuyu da Erendiz Atasü ile uygun bir zamanda tartışmak isterim: Birincisi, Cumhuriyet elitleri denen ve kendilerini “uyuşuk ve tembel” halk karşısında Cumhuriyet’in asli sahibi, epeyce yukarı konumda, öğretici, belletici ve örnek alınması gereken bir zümrenin var olup olmadığı. Diğeri; “kendini yineleyen bir nitelik” giydirerek tanımladığı Doğu sanatıdır. Selçuk kardeşler için yazdığı yazıda örneklediği Nasreddin Hoca ve Bektaşi fıkralarına ek olarak Anadolu’nun tüm hiyerarşilere karşı çıkan, İsmail Hakkı Tonguç’un yarım kalmış mucize Köy Enstitüleri harmanında doyasıya bir biçimde kültüre ve yaşama kattığı seyirlik köylü oyunlarını, Karagöz’ü, Köroğlu’nu, bitip tükenmeyen sözlü kültür zenginliklerini de anımsatarak...
Saldırganı Hoş Tutmak/ Erendiz Atasü/ Can Yayınları/ 160 s.