Sait Faik'le Gökova'da
Ne iyi etmişim de tatile çıkarken Sait Faik’i yanıma almışım! Yeni yayımlanan pek çok kitapta rastlayamadığım ruh derinliğinin vurduğu dil yalınlığını yeniden içime çektim.
Celâl Üster/Cumhuriyet Kitap EkiSait Faik’le Gökova’da…
Borges, bir kitabı, sözel bir yapı olmanın da ötesinde, okuruyla kurduğu diyalog olarak okurunun belleğinde bıraktığı dayanıklı imgeler olarak görür. Borges’e bakılırsa bir kitap, bir başına bir varlık değildir; bir ilişkidir, bir sayısız ilişkiler eksenidir.
Gerçekten de kendimizi şöyle bir yokladığımızda, en sevdiğimiz kitapların, bizimle söyleşebilen, belleğimizde silinmez imgeler bırakabilen, bizimle çok yönlü bağlantılar kurabilen yazarların kaleminden çıkmış kitaplar olduğunun ayırdına varırız.
Sait Faik, benim gözümde, böylesi yazarların başında gelir. Dahası, belki de, Sait Faik’i Sait Faik yapan niteliklerin sırrı da buradadır.
Geçenlerde hayatımın en uzun tatillerinden birini yaptım: Yazı yazmadan, çeviri yapmadan geçen bir yirmi gün. Yazmadım, çevirmedim ama okudum. Eh, Joseph Brodsky ne demiş: “Kitap yakmaktan da büyük suçlar vardır. Bunlardan biri de kitap okumamaktır!”
“ZAMAN” ADLI ELEŞTİRMEN
Yanıma aldığım yazarlardan biri de Sait Faik’ti. Kim bilir, James Russell Lowell’ın “Zaman’ın bizim için eleştirmiş olduğu eski bir kitap, ne kadar büyük bir güvenlik duygusu verir!” sözünün verdiği güvenceydi belki de beni yönlendiren. Yoksa yeni bir kitapla boğuşmayı göze alamamış mıydım? Ama belki de “Yeni bir kitap yayımlandığı zaman, eski bir kitap okuyun” sözüne uymuştum. Az dili yanmıyor insanın yeni kitaplardan…
Sait Faik’in belirli bir yapıtı yerine “Seçme Hikâyeler”ini (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. basım, Ekim 2012) aldım yanıma. Bir de Fethi Naci’nin “Sait Faik’in Hikâyeciliği” (Yapı Kredi Yayınları, 1. baskı, Mayıs 2003) adlı yol gösterici kitabını. Sait Faik’in şaşırtılı sularında onun kılavuz kaptanlığında seyredeyim diye.
“İNSAN TÜKENMEZ”, KİTAP TÜKENİR
Yalnız, hemen söyleyeyim: “Sait Faik’in Hikâyeciliği”ni bulana kadar akla karayı seçtim. YKY’nin kitabevinde bile yoktu- “İnsan Tükenmez” ama kitap tükenmişti… Sonunda, Galatasaray’daki Sahaflar Çarşısı’nda bulabildim.
Fethi Naci’nin “Yaşar Kemal’in Romancılığı” adlı kitabı, Yaşar Kemal ne yazık ki kısa bir süre önceki ölümüyle “gündemde olduğu” için kitapçılarda var ama “Sait Faik’in Hikâyeciliği”nin de en kısa zamanda yeni basımını yapmalı YKY.
Kaldı ki bu iki kitap, 1990’da “Bir Hikâyeci: Sait Faik-Bir Romancı: Yaşar Kemal” adıyla bir arada yayımlanmış, ertesi yıl da Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştü. O yüzden, ikiz sayılırlar bir bakıma…
SAİT FAİK GEMİSİ
“Seçme Hikâyeler”deki ilk öykü, “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”, Sait Faik’in ilk kitabı “Semaver”den (1936) olmakla birlikte, en sevdiğim öykülerinden biridir.
Gerçi, Fethi Naci, “Semaver”e adını veren “Semaver” öyküsünde Sait Faik’in sonraki hikâyelerde düşmediği bir yanılgıya düştüğünü saptar: “Asıl yöntemi, yaşadığı, gözlemlediği gerçeklikten hareket olduğu halde bu hikâyesinde okuduklarından, kitaba dayalı düşlerden hareket eder, bunun için bir yapaylık, bir özenti sırıtır bu hikâyede…”
Oysa aynı kitaptaki “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”nde o yapaylıktan eser yoktur. Bunun nedeni de “Sait Faik gemisi”nin, balıkçı Stelyanos ile torunu Trifon’un öyküsünün anlatıldığı bu hikâyede bütünüyle kendi sularında seyrediyor olmasıdır sanırım.
Sonradan edebiyatımızın 50 Kuşağı yazarlarını derinden etkileyecek, Ferit Edgü’nün deyişiyle onların “deniz feneri” olacak Sait Faik’i benzersiz kılacak özelliklerin pek çoğunun ipuçları yatar “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”nde.
İLK ÜÇ KİTAP
Nitekim, Fethi Naci de Sait Faik’in ilk üç kitabı “Semaver”, “Sarnıç” (1939) ve “Şahmerdan”da (1940), alışılmış yazı diline bağlılık olmakla birlikte, sonraki hikâyelerde ortaya çıkacak “Sait Faik dili”nin o coşkulu, o şiirli havasının daha bu ilk dönem hikâyelerinde bile kendini göstermeye başladığını söyler.
Bu saptamaya verdiği örnekler arasında “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”nden alıntılar da vardır: “… bu perişan ve laubali kıvırcık saçları…”, “İçinde dalgalar, fırtınalar, sakin denizler, acayip balıklar, bambaşka, bize benzemeyen, bize benzeyen insanlar dolu, bir insanın tahayyüllerinin, hatıralarının gemisiydi.”
“Seçme Hikâyeler”de, Sait Faik’in ilk kez 1950’de yayımlanmış olan “Mahalle Kahvesi” kitabındaki “Sinağrit Baba” öyküsünü de yeniden okuma olanağı buldum.
BABA SİNAĞRİT
Ne zaman “Yahu epeydir şöyle baba bir sinarit yemedik, olsa da yesek!” desem, vicdanım sızlayarak anımsadığım bir öyküdür “Sinağrit Baba”. Fethi Naci’nin, Sait Faik’in “ikinci dönem hikâyeleri” diye nitelendirdiği öykülerden.
Fethi Naci, kitabında, bu öyküye, “kurulu düzen eleştirisi” ya da “daha iyi bir düzenin kurulabilmesi” açısından yaklaşmakla yetinmiş. Öyküden yaptığı alıntı da doğal olarak bireysel savaşımdan çok örgütlü, toplu savaşımın öngörüldüğü satırları içeriyor:
“… bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman, bu hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi.”
KİMİN OLTASINI SEÇMELİ?
Aslında, “Sinağrit Baba”, uzun uzun incelenmeye değer bir öykü kanımca.
Bu kısacık öyküde, “Bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü” diye düşünen, “kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiş, ne oltalar koparmış”, adam sarrafı bir sinaritin gözünden insan manzaraları seyrederiz. Bizim bilge “sinağrit baba”, suyun otuz sekiz kulaç altına inmiş oltalarının başında bekleyen insanların huyunu suyunu, tıynetini okur.
Sait Faik, bu dört sayfalık öyküsünde, kimi koca romanların bile beceremediği “insan çözümlemesi”nin üstesinden geliverir.
Bana sorarsanız, “Sinağrit Baba” da, tüm bir Sait Faik edebiyatının sırlarını, ipuçlarını içeren öykülerdendir.
NE İYİ ETMİŞİM
Ne iyi etmişim de tatile çıkarken Sait Faik’i yanıma almışım! Yeni yayımlanan pek çok kitapta rastlayamadığım ruh derinliğinin vurduğu dil yalınlığını yeniden içime çektim. Sait Faik’in “Kanımda dolaşan şu Türkçe dili” dediği dilimizin bir kez daha tadına vardım.
Fethi Naci’nin, hikâyenin biçimini değiştirdiğini, yeni bir hikâye dili yarattığını söylediği Sait Faik’in, kendinden sonrakileri neden bu kadar etkilediğinin bir kez daha ayırdına vardım.
Belki en önemlisi, insansızlaşma ve doğasızlaşmanın günümüzdeki doruğuna varışı karşısında, bu izlekleri yıllar önce incelikli bir duyarlıkla işlemiş olan Sait Faik’i neden bu kadar özlediğimizi bir kez daha anladım.
“Seçme Hikâyeler” kitabının, Ara Güler’in unutulmaz Sait Faik fotoğrafıyla bezeli arka kapağı, Gökova’nın çırpıntılı sularıyla ıslandı…
KRONOLOJİK SIRALAMA
“Seçme Hikâyeler”, Sait Faik’in ilk kitaplarından başlıyor, son yapıtlarına uzanıyor. “Semaver”den “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”ni, “Şahmerdan”dan “Zemberek”, “Havuz Başı” kitabından aynı adlı öykü, “Mahalle Kahvesi”nden “Bir İlkbahar Hikâyesi”, “Son Kuşlar”dan “Sivriada Geceleri”, “Sivriada Sabahı”, “Haritada Bir Nokta”, “Alemdağ’da Var Bir Yılan”dan “Hişt, Hişt!..”, “Dülger Balığının Ölümü” izliyor.
Burada bir noktayı vurgulamadan edemeyeceğim.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlediği 100 Temel Eser arasında yer alan “Seçme Hikâyeler”, ilkin 2005’te Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmıştı. O baskı elimde yok; o yüzden, sonradan 2012’de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlanan kitap o baskının aynısı mı, bilmiyorum.
Sorun şu: Öyküler kitaba kronolojik bir sıralamayla konmuş ama öykülerin yer aldığı yapıtların adları ve tarihleri verilmemiş. Bu yapılmış olsa hem “Seçme Hikâyeler”in, yazarın ilk dönem öykülerinden son dönem öykülerine uzanan bir seyir izlediği açık seçik görülebilecek hem de okuyucu o öykülerin kitaplarına yönelebilecek.
Bu ekleme yapılsa ne iyi olur.
Ne bileyim, belki yazar üstüne kısa bir sunuş da eklenebilir kitabın başına…