Şair gözüyle Tunus-2
Hammamed’e ilerlerken akşam alacakaranlığı iniyor. Bir yandan nihavent makamında Arapça şarkılar dinliyoruz. Nihavent sözünü Arapça sanırdım. Farsçaymış. İran’da bir şehrin adıymış. Hicazın yanı sıra en sevdiğim makamdır. Bu alaca akşam karanlığında bu şarkılar, bu pürüzsüz, ışık ve duygu dolu kadın sesi, beni çocukluğuma, ilk gençliğime götürüyor…
Ataol BehramoğluNİHAVENT MAKAMINDA YOLCULUK
Moez’le, Tunus’un bizim küçük şehirlerimizin havaalanlarından da küçük Kartaca (Kartaj) Havaalanı’nda buluşarak onun arabasıyla Hammamed’e doğru yola koyulduk.
NEDEN KARTACA?
Evet, neden Kartaca? Moez gerçekten engin bilgisiyle ve tarihsel olayları masal anlatır gibi anlatma becerisiyle merakımı giderdi...
Edindiğim ansiklopedik bilgilerin de desteğinde ben de bir özet yapmayı deneyeyim...
Kartaca Cumhuriyeti, Kartaca İmparatorluğu ya da basitçe Kartaca (Latince Carthago) MÖ 814’te Tunus yarımadasında Fenike kolonisi olarak kurulmuş bir şehir devleti...
Bu nedenle de bizler için bu sıradan tarih bilgisi Tunus tarihi bakımından büyük öneme sahip. Hem Kartaca devletinin kurulduğu bölge hem de havaalanı Kartaca adını taşıyor.
Anibal adına, ortaokul yıllarımda, babamın kitaplığında bulduğum, Nihat Sami Banarlı’nın benim için bugün de kutsal bir kitap değeri taşıyan “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi”nde rastlamıştım.
Hele var ki bir tablo
Görse şaşar Anibal
Ördeklerden bir filo
Bir de kazdan amiral
Yazarı Fazıl Ahmet Aykaç olan bu dört dizede beni etkileyen ne vardı bilmem, şunca yıl sonra hâlâ ezberimdedir...
Anibal ise belli ki bir komutan, bir amiral filandı. Hakkında sonraki yıllarda edindiğim bölük pörçük bilgiler Moez’in anlattıklarıyla bütünlüğe ulaştı.
Yine ansiklopedik bilgilerin de desteğiyle bir özet yapacak olursam büyük bir komutan olan Hamilkar Barka’nın oğlu olarak MÖ 247’de Kartaca’da doğan Hannibal Barka, Roma’ya karşı zaferler kazanmış, adını gelmiş geçmiş en büyük askeri dehalardan biri olarak tarihe yazdırmış, maceralı yaşamına sürgünde olduğu Gebze’de MÖ 182 ya da 183’te (Roma’ya esir düşmektense) kendi eliyle son vermiş bir yarı efsane adam.
İstanbul adalarıyla ilgili kitabımı hazırlarken bahtsız Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in (Romanos Diogenis) mezarının Kınalıada’da olduğunu öğrendiğimde nasıl şaşırdıysam Kartacalı generalin yaşamında yine bu toprakların (Bursa’nın, Gebze’nin) yerini öğrendiğimde de öyle şaşırdım.
Atatürk’ün, Anibal’ın mezarının yerinin saptanarak oraya bir anıt dikilmesi isteğinin vasiyet kabul edilerek 1981’de yerine getirildiğini ise bu yazı dizisini hazırlarken öğrenmiş oldum...
Arap müziği eşliğinde
Bizim ara yollardaki araç trafiğine benzer karışık ve düzensiz bir trafik akışında Hammamed’e ilerlerken akşam alacakaranlığı iniyor.
Bir yandan da nihavent makamında Arapça şarkılar dinliyoruz. Nihavent sözünü Arapça sanırdım. Farsçaymış. İran’da bir şehrin adıymış. Hicazın yanı sıra en sevdiğim makamdır.
Bu alaca akşam karanlığında bu şarkılar, bu pürüzsüz, ışık ve duygu dolu kadın sesi, beni çocukluğuma, ilk gençliğime, Yesari Asım Arsoy’un, Ekrem-Müzehher Güyer’in, Neveser Kökdeş’in şarkılarına götürüyor...
Sanki onları dinliyor gibiyim... Bu duygulardan, bu yakınlıktan, bu akrabalıktan ne kadar uzak düşmüş olduğumuzu üzüntüyle düşünüyorum... Dilimizde, şiirimizde, müziğimizde, kültürümüzde, Arap - Fars etkisini nasıl yadsırız?
Bu geçmişten, bu yakın akrabalıktan bugün de öğreneceğimiz çok şey var.
Bütün sorun, bu yakınlığı, geri, tutucu anlayışların tekelinden kurtarmak ve derinliksiz, öykünmeci Batı özenticiliğinden kurtulmak...
Başkent Tunus’tan 65 kilometre güneydeki kıyı kenti Hammamed’e doğru ilerlerken sanki çocukluğuma, ülkemizde insan ilişkilerinin henüz bu kadar bozulup bulanıklaşmadığı ilk gençliğime bir yolculukta gibiyim...
Bize burada Cumhuriyet ve çağdaşlık karşıtlığı, eskiye özlem olarak dayatıldığı için reddettiğimiz Arap alfabesi ve Arapça, bir Arap ülkesinde bambaşka bir anlam taşıyor. Üstelik hiç de yabancı olmadığımız bir kültürün anayurtlarından birinde olmak, o dilin tınısını bizde olduğu gibi sadece dualarda ve büyük olasılıkla da yanlış, yapay ve abartılı tonlamalarla değil de günlük yaşamda, radyo ve TV programlarında, şarkılarda işitmek güzel bir duygu... Bunun gibi, tabelalarda, levhalarda, cadde ve sokak adlarında Arap alfabesini sökmeye çalışmak hoşuma gidiyor. (Bu alfabeyi elli yıldır zaman zaman sökmeye çalışıyor, başarıyor, sonra unutuyorum..)
Hammamed’de ilk gece
Hammamed, “ed” eki Türkçedeki “ler” ekinin karşılığı olduğu için “Hamamlar” demekmiş. Tunus’un en ünlü sahil beldesi. Moez ve hanım arkadaşı, radyo programcısı Emna Louzir, burada bir kültür merkezi kurma hazırlığındalar.
İlk gece Moez’le gençlerin uğrak yeri bir birahanede oturduk. Sandviçimsi bir şeyler yiyip bira içtik. Tunus bir İslam ülkesi, fakat içki konusunda bir tutuculuk olmadığını daha sonra da görecektim. İstediğiniz yerde istediğiniz içkiyi bulabilirsiniz. Birasever Moez, Türkiye’de bira fiyatlarına şaşıp kalmıştı. Sizdeki bir şişe bira fiyatına bizde dört şişe alırsınız diyordu. Haklıymış.
Para birimi Tunus Dinarı. Ben oradayken bir Tunus Dinarı’nın karşılığı 2 TL idi... Bizde doların sürekli yükselişte olması bu oranları da etkiler mi, bilmiyorum. Sonraki günlerde aylık asgari ücretin 360, ortalama ücretin 700 dinar olduğunu, öğretim üyelerinin maaşlarının en az 1200 en çok 2 bin 200 olduğunu öğrenecektim. Başkentte ortalama ev kirası 700-800 dinar. Bu rakam bana maaş ve ücretlere göre yüksek göründü. Meyve-sebze fiyatları bizdekiyle aynı düzeylerde. Buna karşılık, örneğin ev hizmeti gören bir gündelikçinin ücretinin 15-20 dinar (demek ki yaklaşık 50 TL) olduğunu öğrenince şaşırdım. Genel izlenimim Tunus’un bizden daha ucuz olmayan, hizmet-ücret dengesinin henüz oturmamış bir ülke olması.
TUNUS’TA İSLAMI KONUŞMAK
Hammamed, bizim herhangi bir Anadolu kentinden farksız. Sokaklarda kadın görünmüyor. Yazlık kentler kışın zaten özellikle kasvetli olur. Deniz kıyısına doğru yürüdük. Gece Akdeniz’i karanlık ve ıssız. Kıyı yakınındaki kale kapısından eski şehre girdik. Barbaros Lokantası. Lamartin Birahanesi. Yakındaki bir camide ilahi ya da belki yatsı ezanı okunuyor. Sessiz, gürültüsüz. Zaten çevrede bir sarman kediden başka canlı yok. İki sarman kedili olarak, rastladığım her sarmana onların akrabasıymış gibi ayrı bir yakınlık duyarım. Tarifi güç bir duygu. Dünyanın her yanına dağılmış kedilerden herhangi iki tanesini bir araya getirin, herhalde yabancılık çekmez, anında kaynaşırlar. Başka hayvan türleri için de böyle olmalı. Yabanilik, kendi türüne kötülük. Biz kendini beğenmiş insan türüne özgü bir özellik..
Bir başyapıt..
Arap cami mimarisi bizdekinden farklı. Minare, üst üste konmuş kare küplerin oluşturduğu kısa bir dikdörtgen biçiminde. Konu, İslam dinine ve peygamberine geliyor. Yazar ve öğretim üyesi olan bir babanın, Cafer Majed’in oğlu olan Moez, bu konuda da büyük bilgi birikimine sahip. Lamartin Birahanesi’nin önünden geçerken bizde Göl şiiriyle ünlü bu Fransız romantiğinin “Muhammed’in Hayatı” adlı kitabının öneminden söz etti. Kitabı biliyorum, fakat okumamıştım. O da benim son zamanlarda okuyup çok şey öğrendiğim bir başka Muhammed biyografisini, Maxim Rodinson’ın Muhammed’ini okumamış. Moez, Kuran’ı çok güçlü şiir dili olan bir yazınsal yapıt, Arap dilinde bir başyapıt olarak da önemsiyor.
Bir Arap ülkesinde, İslam peygamberinin konuştuğu dilin ülkelerinden birinde, o dilin seçkin bir aydınıyla bunları konuşmanın ayrı bir tadı var.
Zaaflarıyla, erdemleriyle
Bu konuşmamızda adını öğrendiğim (sonradan dilimizde kitapları olduğunu gördüğüm) Tunuslu büyük bir İslam tarihçisi olan Hişam Cuayyit (Cahit), bir öteki de bu konuda popüler yapıtlarıyla tanınan Tunuslu hanım yazar Hela Quardi oldu. 1973 doğumlu Quardi, Fransızca yazıyor. “Muhammed’in Son Günleri “adlı yapıtını daha o gece Moez’in kitaplığından alarak okumaya koyuldum ve daha sonra başkent Tunus’taki kitabevinden satın alarak aralıklarla da olsa okumayı sürdürdüm, sürdürüyorum...
Bu kitapta anlatılan, bire bir gerçek olayların ve belgelerin tanıklığında, etiyle, canıyla, erdemleriyle, zaaflarıyla, insan olarak Muhammed’dir. Tekin Yayınevi benim önerimle kitabın yayın hakkını aldı ve sanırım dilimize çevrilmekte.
Kitabın Tunus’ta nasıl karşılandığını sorduğumda Moez, yazarın tarih yazarı olarak yaklaşımının tartışıldığını, fakat içerikle ilgili bir sorunun olmadığını ve olamayacağını; Tunus’ta demokratik düşünme ve örgütlenme düzeyinin, ülkenin her alanda Batıyla bağlarının tutucu yaklaşımların gelişmesine, cüretine izin vermeyeceğini söyledi...
Nitekim birkaç gün sonra başkent Tunus’taki bir gezide bunun kanıtlarına kendi gözlerimle de tanık olacaktım..
YARIN: TUNUS TUNUS, HORRA HORRA!