Şair gözüyle Tunus-1

Tunus’a ilk yolculuğum 4-6 Kasım 2016’da imiş... Ben en çok 2017’dir diye düşünüyordum. Notlarıma bakınca şaşırdım. Zaman, insan ömrü sanki 1000 yılmış gibi geçiyor. Gerçi bir bakıma da yakın geçmiş bile kimi kez 1000 yıl öncelerde yaşanmış gibi gelebiliyor insana… Bu da yine zamanın hızıyla ilgili bir yanılsama olsa gerek… İlk yolculuk ülkenin yine Tunus adını taşıyan başkentinin Kartaj (Kartaca) bölgesi yakınındaki küçük ve şiirin bir sahil beldesi (ya da mahallesi denebilecek) Sidi Ebu Said’deki uluslararası şiir festivali içindi. Şair arkadaşım, festivalin kurucusu ve yöneticisi Moez Majed’in davetiyle gitmiştim Tunus’a. Kapıları ve pencere pervazları mavi boyalı evleriyle bizim Bodrum’u anımsatan Sidi Ebu Said’de göz açıp kapayasıya geçen birkaç gün ne başkent Tunus’u ne de ülkeyi tanımaya yeterliydi. Fakat bu seferki yolculukta hem başkenti hem başkent yakınlarındaki ünlü tatil merkezi Hammamed’i gezip görme fırsatım oldu.

Ataol Behramoğlu

Hangi konuda ve alanda olursa olsun genellemeler genellikle yanıltıcıdır. Arap ülkeleri diye yapılan bir genelleme bunlardan biri ve kendi alanında belki en yanıltıcı olanı...

Çoğunlukla Arapça konuşan ve çoğunlukla İslam dinine mensup bütün bu insanları, temel belirleyiciliği olan bu iki ortak paydaya karşın Arap ülkesi yurttaşı olarak bir genelleme içinde düşünmenin o ülkeleri ve insanlarını tanıma bakımından yeterli olamayacağı gibi yanıltıcı olacağı çok açık.

Daha dar alanda bir genelleme yapacak olursak, Tunus bir Kuzey Afrika ülkesi. Fas ve Cezayir’le birlikte bir Akdeniz ülkesi aynı zamanda. Haritaya baktığımızda Fas’ın İspanya’ya neredeyse bitişikliğini, Tunus’un İtalya’ya yakınlığını, Akdeniz’de en büyük kıyısı olan Cezayir’in bu iki komşu ülkenin arasında yer aldığını görüyoruz.

Fas ve Cezayir’i görmedim. Fakat ortak yönlerine karşın bu üç Kuzey Afrika ülkesinin ve yurttaşlarının farklı, kendine özgü özelliklere sahip olduğunu; Tunuslu, Faslı, Cezayirli olmanın da aslında bu özgün özellikler demek olduğunu düşünüyorum..

KARTACA UYGARLIĞI

Tunus’un kadim tarihi Fenike kökenli Kartaca uygarlığıyla bağıntılıdır. Bu konudan ileride söz edeceğim. Ardından Roma ve Bizans egemenlikleri geliyor. Yaklaşık olarak MS 700’den itibaren İslami yönetimler dönemi başlıyor.

Ülke 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanına giriyor. Bu dönem 1574’ten 1881’e kadar, yaklaşık 300 yıl devam ediyor. Tunus bu tarihte Osmanlı Devleti’yle Fransa arasındaki bir anlaşmayla Fransa egemenliği altına giriyor.

Daha doğru deyimiyle Fransa sömürgesi oluyor. 1956’da Habib Burgiba önderliğinde siyasi ve askeri mücadeleyle bağımsızlığını kazanan ülke, 2010 yılında da “Arap Baharı” diye adlandırılan olaylar ve eylemler zincirinin öncüsü oluyor ve bu eylemler sonrasında da çok partili demokratik sisteme geçiyor.

Resmi adıyla Tunus Cumhuriyeti’nin nüfusu 2019 sayımına göre yaklaşık 12 milyon. Yani bizim yaklaşık sekizde birimiz. Bu nüfusun 2 milyonu başkent Tunus’ta yaşıyor. Ülkenin yüzölçümü 163 bin 610 kilometrekare. O da yaklaşık olarak bizim altıda birimiz.

ARAP ŞAİR ARKADAŞLARIM, MOEZ MAJED VE NURİ CERRAH: ‘GİZLİCE, SEVGİLİM...’

Tunus’a bu kez geçen yıl aralık ayı ortalarında bir haftalık ortak bir çalışma için yine arkadaşım Moez Majed’in davetiyle gittim. Moez, Fransızca yazan bir Tunuslu şair. Geçen yaz onunla Foça’da şiirlerimin Fransızca çevirisine çalıştık.

Ben Fransızca bilgisi ve duygusu onun kadar yüksek bir Fransız ya da Fransızca bilen bir başka ülke insanıyla karşılaşmadım. Ya da zaten böyle bir karşılaştırma yapmamı sağlayacak bir deneyimim olmadı.

Fakat çeviri çalışmamız sırasında herhangi Fransızca bir sözcüğün eşanlamlıları konusunda inanılmaz bilgi dağarına şaşırdım ve hayran kaldım. Tunus’a bu seyahatim ise çeviri çalışmamızı bu kez onun Tunus yakınlarındaki yazlık evi Hammamet’te tamamlamak içindi...

MEDELLİN’DE TANIŞMA

Moez’le tanışıklığımıza da, konuyla ilgili olarak kısaca değinmeliyim. Onunla ve Suriyeli şair Nuri Cerrah’la Kolombiya - Medellin Şiir Festivali sırasında tanıştık ve gerçekten kısa sürede can ciğer arkadaş olduk.

Dostluğumuzun başlıca nedeni kuşkusuz şiire ve yaşama bakışlarımızdaki ortak yönlerdi. Fakat kendi adıma ben, iki Arap ülkesinden bu iki şairin bizim ülkemiz ve bizim ülkemizin en eski zamanlardan bugünlere tarihi konusunda bilgilerine ve ilgilerine şaşıp kaldım. Doğrusunu söylemek gerekirse kendi bilgisizliğimden biraz da utandım.

Moez ve ben Fransızca, üçümüz İngilizce, ikisi aralarında Arapça, ülkelerimizin tarihine, bugününe ve kuşkusuz şiire dair bütün o günler boyunca durmaksın konuştuk...

ÖLÜMCÜL KAZA...

Sözünü ettiğim Medellin Şiir Festivali’nin tarihi Temmuz 2015’ti. Benim için unutulması olanaksız bir tarih.. Çünkü hayatımdaki ikinci ölümcül trafik kazası orada başıma geldi. Trafik kazası değil de 1990 başlarındaki ilki gibi bir arabanın çarpması diyeyim.

Medellin’de o gece yüzüme çiseleyen yağmurun altında karanlık bir sokakta sırtüstü yatmadayken bilincim az çok yerine geldiğinde ilk gördüklerim yine Moez ve Nuri olmuştu. Bir gün önce yarı şaka yarı ciddi başladığımız bir çalışmayı, “Gizlice, Sevgilim” adlı şiirimin Arapçaya çevirisini kolumda ve bacağımda birkaç kırıkla atlatmış olduğum ölümcül kazanın hemen ertesi günü hastane odasında sürdürüşümüzü de unutamam.. “Gizlice, Sevgilim”, aklımda kaldığınca Arapçasıyla, “hafiyyen habibi”...