Sağ, iktidar gücüyle, solun yükselişini frenleme peşinde
1967’de, Cumhuriyet kazanımlarına, 1961 Anayasası, basın özgürlüğü, sendikal haklar, demokratik örgütlenmelerin önünü açan yasalarla gelen haklarla soldan yaşanan toplumsal patlamaya karşı, iktidarlarla egemen sağdan gelen karşı ataklar güçleniyor.
Şükran SonerTürkiye’nin dünyada bir benzeri yaşanmamış, özünde Cumhuriyetin çok güçlü kazanımlarına, yaşamın her alanına dönük aydınlanmacı eşitlikçi koşullarda insan birikimine.. Evrensel değerlerle demokratik anayasal düzenin getirilmesi çabası olan 1961 Anayasası şemsiyesinde, basın özgürlüğü, sendikal haklar, siyasal, demokratik örgütlenmelerin tümüne dönük yasal özgürlükleri düzenleyen yasalarla.. Eşitlikçi, insan haklarından yana ülke sorunlarının masaya yatırılmasında dur durak yok..
İçinde yaşarken, hele de Cumhuriyet gazetesi yönetiminin sansürü aklının ucundan geçirmeyen ortamında, pıtrak gibi birbirini besleyen örgütlülüklerin, aydınlanmacıların dinamiğinde, Türkiye’nin düzenini sorgulayan, masaya yatıran, insana dönük her türden yaşamsal sorunların kamuoyuna taşınması kaçınılmaz, bir o kadar olağan geliyor. Siz haberin peşinden koşmuyorsunuz, haberler sizi peşinden koşturuyor..
Size olsa olsa gazetecilik refleksi ile hangilerine daha çok zaman ve yer ayırabileceğinizin sorumluluğu kalıyor. Aslında biz haberciler o yılların kültürel etiğinde, bugünün servisleri yerine, her biri nerede ise teke tek servislerin yerine geçen alan habercileri olarak alanlarımıza dönük çok dostane, dayanışma içinde idik.
Büyük gazetelerin merkezlerinin Cağaloğlu’nda, üstelik meslek örgütlerimizin aynı binayı paylaştıkları; “Cemiyet, Sendika, İşveren Sendikası bile, lokali, sosyal kooperatifleri de içinde olarak” çok sıkı bir aile duygusunu paylaşıyor gibiydik.. Gerçi 1961’de, basın özgürlüğünün kutsalı “212 sayılı yasa”, ışıklar içinde yatsın asker kökenli senatör, sonrası DİSK davası sanığı bile olmuş, solda Halkevleri’nin yeniden kurucusu Ahmet Yıldız’ın gece yarısı yasa geleneğine uygun operasyonu ile, gazetecilere, yazarlara patronlar karşısında direnme hakkını getirdiğinde..
Gazeteciye baskıyla yazı yazmama, ya da yazısının konmamasına karşı tazminat alarak işten ayrılabilme hakkını tanıdığında basında yer yerinden oynamış.. İşveren Sendikası kararı ile üye gazeteler kapatılmış.. Gazeteciler Sendikası, gazetecilerin sofra yöneticileri dönemin yazıişleri müdürleri de içinde, tüm ünlü yazarları, çizerlerinin desteğinde kapatılan gazetelerin yerine bir tabloid gazete çıkarmış.
Üç gün süren boykotun sonuç kazananı gazeteciler, daha doğrusu halkın kendisi, haber alma hak ve özgürlükleri olmuş. 1960’lı yılların ikinci yarısında basında alan dayanışması, örgütlenmesi ön plandaydı.. Adliye, eğitim-sağlık, ekonomi, Beyoğlu muhabirleri aralarında dernekleşmiş olarak, Cağaloğlu sapağında işe, sahaya gitmek üzere buluşurlardı. Dil bilenler ayrıcalıklı, Beyoğlu muhabirleri, günümüz dış haberleri servisleri yerine, Zeynep Avcı, Mehmet Ali Birand, Ümit Gürtuna.. bize el sallayarak, ucuz olsun diye gidecekleri işe göre ortak araca binerlerdi. Yürüme sahasında alanlarına dönük buluşanlar onlara el sallayarak, adliye, eğitim müdürlüğü, üniversitelere, o günün gündemi öncelikli tabanvay yola çıkarlardı..
TMTF’DE YENİ OLAYLAR
1. sayfadan beni doğrudan ilgilendiren ilk haber, 1966’da derin devlet, iktidar erki, polis, Türk-İslam siyasal sentezli, cemaat hareketlerinin de katkıları ile, TMTF’ye yapılan operasyonlar üzerinden. Bir önceki haftanın okuyup okuyamadığınızı bilemediğin sayfamızda yer alan gerçek bir organizasyon, provokasyon ağı içinde 1960’ın yükseköğrenim gençliğine armağanı, tüm yükseköğrenim gençlerinin önce kendi okullarında doğal üye, oy kullanma haklarıyla oluşturdukları cemiyetler, sonra üniversiteler, yüksekokullar birlikleri sayesinde, en üst örgütleri TMTF’de buluşmalarının gücü, örgütlülüğünün defteri dürülmüştü..
TMTF’de yeni olaylar, gençler polisle dövüştü başlıklı 20 Ocak günü birinci sayfadan verdiğimiz fotoğraflı haberi, yer darlığı nedeni ile paylaşamayacağım. Gençlerin binalarını korumak adına direnmeleri, polisle çatışmaları, gazeteciler de içinde omak üzere dayak yemeleri olağan sahneler. Adapazarı’ndaki cemaatlerin dev boyutlarda işin içine katıldıkları, bitirilmiş kongresinin son dakikalarında yaratılan son çatışmalarla yarıda kaldığı tablosunun yaratılması üzerine son atak, TMTF binasının devasa olanakları ile mühürlenerek boşaltılması operasyonu.
Kayyım olarak atanmış isim bile ilginç. AKP kurucuları arasında yıllar sonra yer alacak, Enstitüden hocam, bireysel ilişkilerde gerçekten uygar bir isim, o zamanlar doçent olan Nevzat Yalçıntaş. İsmini saygıyla anmak gerek, TMTF’nin eski başkanlarından değerli bir hukukçu, siyasetçi kimliği ile de Metin Kumbasar, inatla bu davayı kazanmak, TMTF’yi, öğrenci örgütlülüğünü kurtarmak yolunda çok dirençli, uzun soluklu bir savaşım verdi.
DİSK’İN KURULUŞU
DİSK’in kuruluşunun haberi bir gün sonra gazetemizde, 1. sayfada. Kuruluş basın toplantısını biraz şaşkın izlemiştim. Aynı günle 1961 yılında kurulmuş TİP kamuoyunda varlığını, ağırlığını kabul ettirmişti. Sendikal işçi konfederasyonlarının partiler, Türkiye tablosunda Türk-İş çatısında kamu sendikaları ağırlıklı, CHP, liberal sağ ve ülkücü partiler yelpazesinde kalması, TİP ve CHP’den kimi sendikaların özel sektör odaklı DİSK’te buluşmaya başlamaları dünyadaki geleneklere pek de uymuyor gibiydi. Zaman içinde bu yarışmanın aslında dönemin ruhuna uygun 1960’larda sendikal haklara itiraz etmemiş sermayenin, kamuda örgütlenmeyi doğal kabul edip kendi işyerlerine sıra geldiğinde direnmeleri gerçeğini sonradan gözlemleyecektik. İşin pratiğinde siyaseten hazır sendikacılık ile, çok ağır bedel ödenmesi söz konusu olacak özel sektörde örgütlenme savaşımları gerçekleriyle sonraki yıllarda çok fazla yüzleşecektik..
ANAYASA TARTIŞMALARI
Ülkemizde hiç bitmemiş, bitirilemeyecek gibi gelen anayasa tartışmalarının önemli bir odağı kuşkusuz 1961 Anayasası, ilgili yasalarla gelen özgürlükler üzerinden yaşanacaktı. Sivil darbe ile askeri darbeleri ayırarak olup bitenlere çarpık çıkarlarına göre bakmak isteyenlerle, gerçekten demokrasi, hukuk devleti, sosyal devlet, insan hakları bakış açıları ile, diktatoryal, kirli çıkarlar arasındaki büyük çatışmalar, günümüzde de ürkütücü bir dünya gidişatına ayna tutmaktalar..
Anayasa denince, 1961 Anayasası’nı kaleme alan hocaların hocası, Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile ilk tanışma günü anılarına dönmek isterim.. İlk yayımlanmış haberin tarihi, 7.11.1966 tarihli Cumhuriyet olduğuna göre, bir en fazla birkaç gün önce, İÜ merkez binasındaki tarihi odasındaki, ürkerek girdiğim anları paylaşmam gerek..
Gündemde üniversite reformu, kitap hırsızlıkları tartışmaları vardı. Kaygılı, nasıl soru soracağımı bilemeden içeri girerken, sevinçli, coşkulu karşılamayla büyülenmiştim. “Gazetenin en kıdemli yazarı, en genciyle tanışıyor. Üstelik yakasında uğurböceği var” sıcak karşılamasında, önce alnıma gerçekten böcek konmuş sandım.
Yakamdaki küçük iğneyi uzaktan görebilmesi, sıcak karşılama ile bilinçli moral vermesi akıl alacak gibi değildi.. Uzun soluklu bilge yaşamının son günlerine kadar, sınırsız bilimsel çalışkanlığı, ürün vermesi, toplumsal savaşımından, savunduğu değerlerden ödün vermemesiyle ülkemizin anayasal, insan hakları savaşımlarının her alanında o kadar zengin katkıları var ki, sadece ülkemize dönük değil, evrensel ölçeklerdeki yeri giderek daha kalıcı olacak.. Birden fazla bilim insanından patlamış kitap hırsızlığı skandalı üzerinden aldığım görüşlere girmeden, ülkemizde sık yaşanmasının öncelikli nedeninin, aydınlanma ortamının yoksunluğu üzerinden olmasıydı..
TETİKLEYİCİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
1967’nin sıcak anayasa tartışmalarını tetikleyen, Anayasa Mahkemesi’nin 141. ve 142. maddelere ilişkin verdiği kararın gerekçesinin 29 Mayıs tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetine girmesi olmuştu.. Fikir Kulüpleri Federasyonu, Devlet Başkanı Cevdet Sunay’ın anayasanın sosyalizme kapalı olduğu görüşüne tepkisi, bir gün sonra yollanan telgrafla “Anayasamız sosyalizme açıktır” teziyle özetlenmişti.
1 Haziran günü Cumhuriyet’e başlayan ilk dizinin başlığı “Anayasa nereye açık?” sorgulamasını Ankara merkezli, ikincisini ise 2 Haziran günü başlatılan, iki diziyle birden yürütecekti. Dile kolay, 11’er gün süren iki dizide birden, anayasanın hazırlayıcı hukukçuları başta, duayen bilimciler ile sağ siyasetin kalemşörleri yarışacaklardı. Velidedeoğlu Hoca ise anayasanın metnini yazan hukukçu olarak, ikinci sayfadaki yerinden 6 Haziran tarihi ile başlattığı bir dizi halinde, okurlarıyla paylaşacaktı.. İlhan Selçuk seyirci kalabilir mi? 22 Temmuz tarihli Pencere köşesinde yer alan “Tarih düşürmek için..” başlıklı yazısına önce Sunay, devlete hakaretten dava açar. Bu hakaret davasının 7 Aralık tarihli duruşma haberinin içinden ise Demirel’in de galiba ilk kez bir gazeteciye dönük olarak kendisine de hakaret edildiği gerekçesi ile katıldığı görülür.
DEPREMLER ÜLKEMİZDE HEP VARIZ DİYOR
27 Temmuz tarihli haberimizde yer alan Sakarya, Adapazarı depremleri benim gazeteci olarak gündemle ilk ciddi yüzleşmem. Bir ömür boyu giderek artan, can acıtan sonuçları ile bugünlere kadar yüzleşmek zorunda kalacağımı bilebilir miydim?
Sakarya’nın kent merkezi, köyleri hiç fark etmez, tarla topraklarında bilimsel gerçeklerle çatışmacı yapılaşmaların cinayetleriyle ders almadan yüzleşmek, nasıl bir yüzsüzlüktür? “Bir daha tövbe, patates tarlasında fabrika dikmem, ama yaptığımdan da vazgeçemem” diyenlerle, “İlk evim yıkılınca, ikincisini daha sağlam yaptım. Altında kalmadık ama yan yattı..” diyenler arasında sıkışıp kalmak nasıl bir akılsızlıktır?
İtiraf ediyorum, bir gazeteci gözüyle, röportaj, bilgeliğine hayranlık duyduğum, meslek büyüğüm Mücahit Beşer’in, “Pülümür depreminin çıkardığı gerçekler” başlığı altındaki “Gidemediğin yer senin değildir..” girişli vurgulamasını hiç unutmadım. Sizinle de paylaşmak istedim. 2 Ağustos tarihli Cumhuriyet’ten.
6. FİLO İSTANBUL’DA
9 Ekim tarihinde İstanbul’da Dolmabahçe’de rıhtıma çıkışlarından çekilen ilk fotoğraf. Sonraki yılların kanayan yarasının anlamlı tetikleyicilerinden. 10 Ekim’de İzmir’de protesto yürüyüşü, 13 Ekim’de Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Taksim Gezisi’nde başlatıkları açlık grevi eylemleri ile gündemde.
ON BİN ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTEYE GİREMİYOR
12 Ekim tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında manşette. Çünkü İktidar, Bakanlık çok uzun soluklu bir süreçte, alınan önlemler sayesinde açıkta kalan öğrenci olmayacağı teziyle kamuoyunun karşısına çıkmıştı. İstatistik resmi veriler üzerinde çalışa çalışa, rakamları toplayıp böldükçe ulaştığımız sonuçları açıklamalarıyla geniş yer vererek özetlemiştik.
Bir gün sonrasında Bakan savunmasında yalanlayamamış, “Bazen rakamlarla yapılan hesaplar gerçeklere uymaz” gibisinden cümleler kurmuştu. Üniversiteler arka arkaya açılış törenleri ile yeni ders yılına gireceklerdi, İTÜ’nün sonrasında otobüs durağında faili meçhul bir cinayette katledilecek efsane Rektörü Bedri Karafakıoğlu “Gerici kıpırdanmaların karşısındayız” çıkışıyla 22 Ekim tarihli gazetemizde fotoğraflı geniş yer alacaktı.
2 Kasım tarihli İstanbul ve Ankara üniversiteleri açılış haberlerinde ise Ekrem Şerif Egeli’ye lehte ve aleyhte gösteri yapılacak, hukuk fakültesi öğrencileri boykota gideceklerdi.
ÖĞRENCİLERİN YÜRÜYÜŞ VE BOYKOTLARI
8 Kasım tarihli gazetemizin öğrenci eylemlerine ilişkin geniş haberi çok ayaklı. Özel okullara karşı Ankara’ya kadar sürecek uzun yürüyüşe çıkanlar İstanbul’dan birden fazla merkezden uğurlanırlarken, üniversiteye alınamayanların boykotları tırmanıyor.
Bir gün sonra İstanbul Hukuk, boykot nedeniyle bir haftalığına tatil ediliyor. Öğrencilere dönük operasyonlar başlatılıyor. Özel yüksekokulların devletleştirilmesini isteyen Ankara yürüyüşü sürerken, İstanbul’daki yüksekokullarda boykot yapan öğrencilerin sayıları yirmi binlere yükseliyor.
İTÜ, Yıldız, İktisadi Ticari Bilimler, Güzel Sanatlar’dan dayanışma boykotlarının, Ankara’da yapılacak özel okullara karşı büyük mitinge kadar sürdürüleceği duyuruluyor. Önder lider olarak Harun Karadeniz’in ismi öne çıkıyor.