RTÜK Üyesi Okan Konuralp: RTÜK’ten hakkaniyet beklemesi yersiz…
RTÜK Üyesi Okan Konuralp, "RTÜK’te alınan kararların çok büyük bir kısmı AK Parti - MHP birlikteliğinin ortaya çıkarttığı politik iklimin tezahürü" ifadelerini kullandı.
cumhuriyet.com.trKonuralp sözlerine, "RTÜK’ten, kendisini muhalefette gören kişi ve kurumların bir hakkaniyet beklemesi yersiz" diye devam etti.
Oda TV'den Nurzen Amuran'ın haberine göre; Kimseden tarafsız olmasının beklenemeyeceğini ancak adil olmasının beklenmesi gerektiğini ifade eden Konuralp, "Neyin tarafı olunursa olunsun yeter ki adil olunsun, hakkaniyetli olunsun" dedi.
Konuralp sözlerinin devamında ise, "Siyasi iradenin işine geldiğini düşündüğü yayıncılık faaliyetleri ise özel olarak kollanıyor ve/ veya siyasi iradeye yakın pozisyon almış yayın kuruluşlarının gerçekleştirdiği somut ihlaller görmezlikten geliniyor ya da geçiştiriliyor" sözlerini kaydetti.
Öte yandan Konuralp iktidar kanadının kendi içinde, "18 yıllık iktidarlarımızın sonunda özellikle medya konusunda geldiğimiz nokta kocaman bir sıfır" değerlendirmesinde bulunduğuna dikkati çekerek, "Siyasi iktidar tarafından düzenli bir şekilde sağlanan desteğe rağmen, büyük beceriksizlik" dedi.
Konuralp bu doğrultuda iktidar kanadında "Kamuoyu oluşturmayı başaramıyoruz, öyleyse karşıtlarımızın da oluşturmasını engelleyelim" görüşünün hakim oluğunu belirtti.
Okan Konuralp'in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Nurzen Amuran: Son günlerde haber alma ve dolayısıyla basının haber verme hakkı en fazla zarar gören haklarımızdan biri oldu. Gazeteciler için açılan davaların iddianameleri tartışılırken, tutuklanan çoğu basın mensuplarının neden tutuklandıkları sorusu net olarak yanıtlanamadı. Sözgelimi sevgili Müyesser Yıldız'ın iddianamesi yazıldı ve iddianamede öne sürülen iddialar, sübjektif değerlendirmelerle kanıt diye yorumlanamayacak belgelere dayandırıldı. Kasım ayında görülecek ilk duruşmada, sevgili kardeşimizin özgür kalacağına inanıyoruz. Öte yandan bazı televizyon kanallarında hukuka, anayasanın temel ilkelerine ve törelerimize aykırı yayınlar yapılırken, o televizyonlara ancak kamuoyunun tepkisiyle RTÜK tarafından çok hafif yaptırımlar uygulanmakta. Oysa siyasi iktidara karşı muhalif görüşler öne sürdükleri için sayıları az olan televizyonlar hak etmedikleri yaptırımlarla karşılaşıyorlar. Bugün Radyo Televizyon Üst Kurulu'nu ele alacağız. Şu anda bulunduğu konumu, tarafsızlığı nasıl anladığını, uygulanan yaptırımları konuşacağız. Konuğumuz RTÜK üyesi Okan Konuralp.
Sayın Konuralp, RTÜK yasal olarak üstlendiği bazı önemli görevlerini arka plana atarak yayın denetlemede sadece cezalandırma yetkisini kullanan bir kuruluş olarak anılmaya başlandı. RTÜK tarihinde görülmemiş, en ağır cezaya çarptırılan TELE 1 ve HALK TV belki beş gün karartıldı ama o televizyonların seyircileri televizyonlarının düğmelerini kapattı. Muhalefet tepkisini dile getirdi. Sözgelimi DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, "RTÜK’ün de fikir polisliğine soyunması kabul edilemez" dedi. Sayın Babacan'ın tanımıyla RTÜK fikir polisliğine mi soyundu, RTÜK, denetleme ile sansür arasındaki kırmızı çizgiyi nasıl algılıyor?
Konuralp: Tele 1 ve Halk TV’nin yayınlarının durdurulmasıyla ilgili yapılan değerlendirmelerin eksik bir yanının olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, bugün Türkiye AK Parti - MHP birlikteliğinin oluşturduğu bir iktidar bloğunca yönetiliyor. Haliyle yargı, eğitim, dış politika, sağlık gibi Türkiye’nin temel sorun alanlarıyla ilgili kararlar hangi amaçla ve nasıl alınıyorsa, RTÜK’ün aldığı kararlar da bu süreçten bağımsız değil. RTÜK’te alınan kararların çok büyük bir kısmı AK Parti - MHP birlikteliğinin ortaya çıkarttığı politik iklimin tezahürü. Yani, Sayın Babacan’ın açıklamasına atfen, siyasi iktidar bloğunun eğilimi ne yöndeyse hâlihazırda bu bloğun RTÜK’te oluşturduğu çoğunluk da bu doğrultuda bir yaklaşım belirliyor. Haliyle çıkan kararlar da bu çerçevede oluyor. Dolayısıyla RTÜK’ten, kendisini muhalefette gören kişi ve kurumların bir hakkaniyet beklemesi yersiz… Aksine bu gerçeği kabul ederek bir yol ve yöntem belirlemek lazım. Örneğin RTÜK’ün bu türden kararlarına karşı oy kullanan üyeler olarak fikri ve hukuki mücadelemizi sürdürüyoruz. TELE 1 ve Halk TV’ye verilen yayın durdurma kararlarını mahkemeye taşımamız ve yürütmeyi durdurma kararı almamız gibi. Ya da ulusal ve uluslararası mevzuatı, içtihatları, evrensel hukuk normlarını, eşitlik ve özgürlük temelini esas alarak, bir çıpayı korumaya çalıştığımız muhalefet şerhlerimiz gibi. Azımsanmayacak sayıda mahkeme kararı, muhalefet şerhleri sayesinde yayıncı kuruluşlar lehine sonuçlanmış durumda. Elbette kamuoyunun, tartışmaya neden olan konularla ilgili doğru bilgilendirilmesini de sağlamak, çok önemli... Bunu eksiksiz yapmaya çalışıyoruz.
Amuran: Peki bu açıklamanızdan sonra RTÜK'ü tarafsız olarak değerlendirebilir miyiz? Kamuoyunda da bu algı oluştu.
Konuralp: “Tarafsızlık” meselesi de yanlış tartışılıyor, bence. Herkesin bir dünya görüşü, dünyayı, ülkesini, çevresini algılama ve tanımlama biçimi vardır. Örneğin bizler, siyasi partilere tanınmış kontenjanlardan seçilmiş üyeler olarak tarafsız olabilir miyiz? Olamayız; herkes taraftır, mesele adil olup olunmadığıdır. Yani kimseden tarafsız olmasını bekleyemeyiz ama adil olmasını beklemek hakkımızdır. Neyin tarafı olunursa olunsun yeter ki adil olunsun, hakkaniyetli olunsun. RTÜK özelinde süren tartışmaları da bu çerçevede değerlendiriyorum. Adil olmanın, hakkaniyetli olmanın kriterlerinden biri de yasal içtihatlara uygunluktur. Fikir ve ifade özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün, basın özgürlüğünün içtihatları bir günde oluşmuş değil. Onlarca yıllık hukuki bir birikimin sonucunda oluşan, evrensel içtihatlar bunlar. Neyin fikir ve ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü kapsamına girdiğini, neyin bu özgürlük alanının dışında olduğunu, içtihatlar bize gösteriyor. Ancak tüm bu içtihat birikimini bir kenara bırakarak, siyasi iradenin bakış açısı doğrultusunda karar alınıyorsa, orada büyük bir sorun var, demektir.
Amuran: RTÜK özelindeki tartışmaları bu temelde mi görüyorsunuz?
Konuralp: Şöyle; siyasi iradeyi rahatsız eden yayınlar; siyasi iradenin ortaya çıkmasından hoşnut olmadığı içerikteki yayınlar ile siyasi iradeyi rahatsız eden yorumların pek çoğu bir yaptırımın gerekçesi kılınıyor. Siyasi iradenin işine geldiğini düşündüğü yayıncılık faaliyetleri ise özel olarak kollanıyor ve/ veya siyasi iradeye yakın pozisyon almış yayın kuruluşlarının gerçekleştirdiği somut ihlaller görmezlikten geliniyor ya da geçiştiriliyor.
Amuran: O zaman uygulanan yaptırımlar sadece siyasi bir yaklaşımın sonucu mu?
Konuralp: Elbette hayır! İnanın kıskançlık ve beceriksizliğin getirdiği çekememe hali de var. Nedir bu kıskançlık ve çekememezlik? Örnek vereyim; iktidar bloğunu her şart ve koşulda destekleyen bir medya var, değil mi? Peki bu medya kamuoyu oluşturabiliyor mu? Hayır! Peki, bu medya düzeni iktidar bloğunun arzu ettiği etkiyi yaratabiliyor mu? Hayır! Milyonlarca dolar desteğe rağmen okunmayan gazeteler, seyredilmeyen televizyon kanalları. Bu bir gerçek… Bir başka gerçek ise bunun kendilerince de kabul ediliyor olması. Kendi iç tartışmalarını yakından takip eden biri olarak söylüyorum, “18 yıllık iktidarlarımızın sonunda özellikle medya konusunda geldiğimiz nokta kocaman bir sıfır” diyorlar. Siyasi iktidar tarafından düzenli bir şekilde sağlanan desteğe rağmen, büyük beceriksizlik.
Amuran: O zaman bir şeylerin eksik gittiğinin farkındalar. Onlara göre eksik olan nedir? Beceriksizlik dediniz. Neden beceremiyorlar?
Konuralp: Çünkü liyakatsizlik böyle bir şey. Ne yapmak istiyor, neye hizmet etmek istiyor olursanız olun, liyakat lazım. Bakın liyakat ve kibir, iki sihirli sözcük. Hem liyakatten yoksun hem de kibirli bir yönetimin, değer yaratabilmesi mümkün değil. Ulusal ve yerel düzeyde yüzlerce kanal, yüzlerce gazete, internet sitesi var ancak hiçbirinin etkisi, karşıtları olarak gördükleri yayın organları kadar yok. Bu gerçek, yıllar önce anlaşılmıştı aslında. Ancak siyasi irade bu noktada yanlış bir tercihte bulundu. Tanımda eksiklikler olsa da merkez medya olarak nitelendirilen medya yapılanmasına yönelik hamle yaptı. Merkez medyayı, açıktan kendilerine bağlı bir medyaya dönüştürdüler. Ve elbette istedikleri sonuç oluşmadı. Mevcut okur ya da izleyici, merkez medyada kalmadı. Bir bölümü iktidar karşıtı medyaya kaydı, bir bölümü de yabancı kaynaklı medyayla, Twitter, Youtube, Periscope üzerinden yayın yapan kişi ve oluşumlarla tanıştı. Şimdi de internet üzerinden yapılan yayınlar ve sosyal medyaya yönelik düzenlemelerle, alan iyice daraltılmaya çalışılıyor. Ancak aynı aksın devamı; sonuç yaratmaz. Bence gelinen nokta, “Merkez medyayı dahi kontrolümüz altına almamız, özellikle sosyal medyanın baskılanmasına yönelik birtakım adımlar atmamız, troll orduları dahi kurmamıza rağmen kamuoyu oluşturmayı başaramıyoruz. Öyleyse karşıtlarımızın da oluşturmasını engelleyelim” düzeyinde ortaya çıkan bir yaklaşım. Karşısında gördüğünü itibarsızlaştırmaya çalışan, korkutmaya çalışan, gerçekleri yazmayan, gerçekleri yazanı da susturmaya çalışan... Ancak bunun da başarıya ulaşması mümkün değil. Çünkü gazeteciliğin tarihsel geçmişi ve gelişimi göstermiştir ki gazeteciler seslerini ve haberlerini topluma duyurmanın bir yolunu bulmuşlardır, bulmaya da devam edeceklerdir. Ancak bu cenahta da bazı problemler var.
Amuran: Bu problemleri biraz daha ayrıntılı somut örneklerle anlatır mısınız?
Konuralp: Şöyle bir yanlışın içine düşüyor, kendisini muhalefette konumlandıran bazı kişi ve kurumlar. Bu bazı kişilerin “Her şey çok kötü… Yandık bittik” vb. değerlendirmeleri, yapılan hiçbir şeyi beğenmeme, küçümseme halleri var. Bence bu, bilerek ya da bilmeyerek topluma umutsuzluk aşılayan bir yaklaşım… İktidar bloğunun kendi iç çelişkilerini, kendi iç tartışmalarını görmekten, bunların doğurduğu ve doğurabileceği muhtemel sonuçları da öngörmekten uzak bir yaklaşım. Bu tablonun gazetecilikteki karşılığı şudur: Daha sakin, yaşadığımız çıplak gerçekliği ortaya koyan bir yayıncılık yapmak yerine, örneğin kendi sosyal medya takipçilerinin alkışına oynayan bir gazeteci tipi ortaya çıktı. “Bağıran çağıran, hakaret eden” bunu da “Cesaret, teslim olmamak” gibi sıfatlarla nitelendiren, neredeyse kendisi dışında hiç kimsenin muhalefetini beğenmeyen bir gazeteci tipi. Topluma sürekli umutsuzluk aşılayan bir gazeteci tipi. Oysa otoriter yönetimlerin istediği tam da budur. Kendisine muhalif olanların ümitlerini yitirmesini, kendilerini çaresiz hissetmesini ve nihayetinde pes etmelerini ister. Bir de karşıtlarından, kendi tabanını konsolide etmesini sağlayacak çıkışlar ister. Birilerinin bilerek veya bilmeyerek yaptığı şey budur; toplumu ümitsizliğe sevk etmek.
Örneğin Selahattin Demirtaş gibi bir siyasetçi yıllardır bir nedenle cezaevindeyken, Osman Kavala gibi önemli biri yıllardır cezaevindeyken, Enis Berberoğlu cezaevine girmiş, milletvekilliği Anayasa Mahkemesi’nin de oy birliğiyle karara bağladığı üzere hukuksuz olarak düşürülmüşken, Müyesser Yıldız cezaevindeyken, Oda TV’nin Barış’ları ikinci kez cezaevine girip çıkmışken, sırf sendikalı oldukları için işten atılıp, hala tazminatlarını dahi alamamış eski Hürriyet çalışanları varken, yüzlerce gazeteci işsiz bırakılmışken, onlarcası cezaevindeyken, ki bu tür örnekler çoğaltılabilir, birileri çıkıp “Bu ülkenin tek gerçek muhalifi benim, benim dışındaki kimsenin muhalefeti makbul değildir” edasıyla ahkam kesiyor; “Onu, bunu, şunu” küçümsüyor. Elbette eleştiriler yapılır, eleştiri en temel haktır. Beğenilmeyen kararlar, yaklaşımlar konusunda değerlendirmeler, eleştiriler ortaya konur. Ama bu yapılırken, sadece kendinden ve kendi dar yakın çevresinden menkul bir dünya kurmak, sorunlu bir tablo yaratıyor.
Amuran: Peki siz ne öneriyorsunuz?
Konuralp: Toplum olarak kendi yankı odalarımızdan çıkmalıyız. Bauman, “Anlamak ahlaklı olmaktır; ahlaklı olmak anlama fırsatını kullanmaktır” der. Karşımızı, karşıtlarımızı anlamalıyız. Ne olmuş olursa olsun, ne yaşanmış olursa olsun, ne yaşatılmış olurlarsa olsun, karşılıklı olarak birbirimizi anlamalıyız. Ahlaki bir zorunluluk ve sorumluluktur bu. Dost olmak zorunda değiliz ancak anlamalıyız. Anlamak için de önyargılardan kurtulmalıyız. Ortak bir gelecek kurmanın yegane yolu bu; birbirimizi anlamak. Mevcut medya düzeni için de söylüyorum bunu. Sürdürülebilir değil, bu düzen. Herkes birbirine kör, sağır, dilsiz. Kimse ne söylendiğine bakmıyor, kimin söylediğine bakıyor. Kimin söylediğine göre değişen doğrular, yanlışlar. Olmaz böyle. Televizyonların başına “Bu akşam kim kime, en ağır lafı sokacak. Kim, kimin ağzının payını verecek. Kim kimi itibarsızlaştıracak. Kim, sözde son derece cesaretle iktidara karşı duracak. Kim, sözde kararlılıkla iktidarı savunacak” beklentisiyle oturuluyor. Gündüz kuşaklarını saymıyorum bile; altı aylık bir bebeğin dahi rating uğruna, ratingin getirdiği para uğruna tv programlarının öznesi yapıldığı bir durum. Sosyal medyada da tablo aynı. Televizyonlarda, gazetelerde ne varsa sosyal medyada da o var. Bu topyekün tablo sürdürülebilir, değil. Karşılıklı olarak bu hınç birikmesini sona erdirmeliyiz.
Yaşananların sineye çekilmesinden bahsetmiyorum. Bahsettiğim anlamak. Örneğin, bazı kişileri, bazı değerleri, bazı olguları eleştirirken neden daha zarif bir dil kullanmamız gerektiğini ancak anlayarak kavrayabiliriz. Aksi bayağı, sığ bir propaganda olur. Ekonomik gerekçeler öne sürerek küçülmeye giden, işten eleman çıkartan kanalın yöneticisi akşam programda “Ekonomi tıkırında” yayını yapıyor. İş taleplerinden bunalan köşe yazarı, muhalefetin “İşsizlik Türkiye’nin en temel problemidir” değerlendirmesini “Bozgunculuk” olarak nitelendiriyor. Kapalı kapılar arkasında “İyi yönetilmiyoruz” diyenlerin ağzından televizyon ekranlarında “Türkiye tarihinin en iyi dönemini yaşıyor” cümleleri dökülüyor. Bunlar oluyor da halkın devletin resmi rakamlarına güveni mi artıyor? Enflasyon verilerine, işsizlik verilerine güvenen mi kaldı? Güven olmayınca ne iyi bir ekonominiz, ne iyi bir medyanız ne iyi bir eğitiminiz, ne de iyi bir adliyeniz olur. Dolayısıyla kişiler ve kurumlar olarak birbirimize yeniden güvenebilmenin yolunu bulmalıyız.
Amuran: Bu yolun öncüleri olmalı değil mi?
Konuralp: Bu anlamda demokratikleşme ve toplumsal birlikteliğin sağlanabilmesi açısından CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun önemli bir isim olduğunu düşünüyorum. Birlikte çalıştığımız dönemde, Sayın Kılıçdaroğlu’nun, siyasi yelpazenin öbür ucunda yer alan Sayın Temel Karamollaoğlu’nun genel başkanlığını yaptığı Saadet Partisi’nin, Merhum Necmettin Erbakan için düzenlediği anma gecesine gitme kararı, iyi bir örnektir. Çok fazla tartışılan, çok çeşitli kesimlerden yoğun eleştiri alan bir adımdı. Sayın Kılıçdaroğlu, hakarete varan eleştirilere aldırmaksızın salondaki yerini aldı. O salonda olma kararı, bir anlama çabası, sonuçlarını ileride daha iyi göreceğimiz bir sürecin ilk adımlarından biridir. Liderlerin attığı bu adımlar, birbirine zıt görünen siyasi tabanlarda bir tahammül ve anlama çabası yarattı. Peki, hakarete varan eleştirilerde bulunanlar ne oldu? Büyük bir çoğunluğu bugün Sayın Karamollaoğlu’na büyük bir sevgi ve saygı duyuyor. “Anlamak ahlaklı olmaktır” ifadesinin en güzel örneklerinden biridir.
Amuran: Bu toplumsal analizinizden sonra yeniden dönelim medyaya, medyanın sorunlarına. İzleyici olarak tarafsız yayın yapan televizyonlarda tüm programları izlemiyoruz, seçiyoruz. Herkesi beğenmek zorunda değiliz ama zengin bir tercihler listesi sunuyor izleyicisine. Bu yayıncılık anlayışı, düşün dünyasına bir zenginlik katmaz mı? RTÜK'ün bu çerçevede televizyonlara yol gösterici bir sorumluluğu yok mu?
Konuralp: En nihayetinde yeniden ele alınması gereken bir RTÜK mevzuatı var. RTÜK, denetleyenden ziyade düzenleyen bir kuruma dönüşmeli. RTÜK’ün, basın özgürlüğünün, fikir ve ifade özgürlüğünün önündeki engelleri de kaldırmayı amaç edinmiş, şeffaflığı hedefleyen yeni bir yaklaşıma ihtiyacı var. Siyasi iktidarın istek ve arzularına ya da kurul içindeki anlık dengelerin sonuçlarına bağlı olarak, cezalandıran veya kollayan bir halden kurtulması lazım. Üye yapısı da bu doğrultuda yeniden ele alınmalı. Elbette siyasi partilerin temsilcileri olur. Ancak meslek örgütlerinin de doğrudan ve birden fazla isimle temsil edildiği bir kurul olmalı. Bu başarıldığında, sorumluluk alanı içine giren yayın kuruluşlarına yol göstericilik yapması, kuruluşların kendilerini de memnun eder.
Amuran: HALK TV'ye verilen 5 günlük ekran karartma cezasında konu dış politikayı ilgilendiren bir konuydu. Ülkemizde dış politika konuşulması tartışılması istenilmeyen bir alan haline getirildi. Oysa dış politika siyasetin değil, devletin politikasıdır, en fazla konuşulması doğruların gösterilmesi gereken bir alan olmalıdır. Burada duyarlılığın sınırları ne olmalıdır? Siz karara hangi noktalarda itiraz etmiştiniz?
Konuralp: Katıldığım ve katılmadığım tüm kararlarda tek kriterim var; düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün en geniş şekilde kullanılabilmesi. Bunun içinde en önemli dayanağım içtihatlar. AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatları. Bunu önce bir not edelim. Fakat, düşünce ve ifade özgürlüğü veya basın özgürlüğü alanına girmediğini, giremeyeceğini düşündüğüm ifadeler, yayınlar da oluyor. Elbette bir hukukçu değilim ya da mahkemeler dahi zaman zaman bir olguyu farklı değerlendirebiliyor. Haliyle yaptırım uygulanması konusunda oy verdiğim dosyaların muhatapları dahil tüm kurumların mutlak surette yargıya başvurmasını bir hak olarak görüyorum. Halk TV örneğine dönecek olursak, Türkiye’nin Suriye politikasına ilişkin kimi değerlendirmelerin yapıldığı bir programdı o. Bakın o programda söylenenler, iktidarın hoşuna gitmeyebilir, o programda söylenenler kimilerince milli güvenliği tehdit edici bir unsur olarak değerlendirilebilir ama ne söylenebilir olursa olsun, orada dile getirilen ifadeler, fikir ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün güvencesi altındadır. Bu nedenle Halk TV’ye verilen cezayı doğru bulmuyorum. Ki belirttiğim gibi biz Halk TV ile birlikte TELE 1’e verilen ceza nedeniyle de mahkemeye başvurduk.
Amuran: Atatürk'e yönelik eleştirilere karşı aynı duyarlılık gösterilmiyor. Bir televizyonda, Anıtkabir için dile getirilen sövgüyü kamuoyunun tepkisiyle gündemine almak zorunda kaldı RTÜK.
Konuralp: Bakın, kamuoyu tepkisinin bir sonucu olarak da Anıtkabir konusunun RTÜK gündemine alınması iyi oldu. Çünkü Anıtkabir tartışması, Atatürk konusunda ortak ve anlamlı bir mutabakat olduğunu gösterdi. Atatürk’ü sevmeyenler dahi, kasıt olmadığı açıklamasını yapmış olsa dahi ilgili televizyon kanalını, eleştirdi. İslami camiadan, muhafazakar camiadan doğrudan bana gelen ve yayını eleştiren ve üzüntü içeren mesajlar da gösterdi ki birbirimizi anlama şansımız hala yüksek.
Amuran: Bir de daha fazla uyarılması istenilen bazı programlara çok hafif cezalar verildiğini görüyoruz. Biraz da onlara değinelim. Bir televizyonda yayınlanan bir programda sizin biraz önce örnek verdiğiniz gibi minicik bir bebek programın öznesi haline getirilmişti.. Ancak kamuoyunun tepkisiyle RTÜK soruşturma açmak zorunda kaldı, "Genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olduğunu" tespit ederek sadece evet sadece para cezasıyla yetindi. Siz neden karşı oy verdiniz, gerekçeniz neydi?
Konuralp: O programla birlikte ortaya çıkan tartışma, ağırlıklı olarak bir kadının yaşadığı ilişki üzerinden sürdü. Yanlış olan da buydu bence. Çok daha acı olan altı aylık bir bebeğin, programın öznesi yapılabilmiş olmasıdır. Çocuğun gerçek babasının kim olduğu canlı yayında açıklanıyor. Açıkladığı an itibariyle de annesi sevinç çığlıkları atıyor. Peki bu çocuğun geleceğini kim düşünüyor? Kimse düşünmüyor. Varsa yoksa, rating, ratinge bağlı reklam geliri; vicdansızlık ve rezillik. Bu gerekçelerle itiraz ettim, verilen cezanın yetersiz olduğunu, daha ağır bir cezanın verilmesi gerektiğini düşündüğüm için de karşı oy kullandım.
Amuran: Dini değil dinci yayınlarıyla dikkat çeken cemaat tarikat yapılanmalarının sesi olan, programlarında dinle ilgisi olmayan hurafelerin de ele alındığı televizyon kuruluşları da aynı titizlikle denetleniyor mu?
Konuralp: Tüm yayınlar denetleniyor. Ancak işleyiş bakımından esas olan kurul gündemine gelip gelmemesi, daha doğrusu getirilip getirilmemesi. Gündemi, bizzat Başkan’ın kendisi belirliyor. Sorunuz açısından açıklayıcı olmuştur sanırım. Şu bilgiyi de paylaşmak isterim; veriler ortada, bu kanallar neredeyse hiç izlenmiyor. Belli ki cemaatlerin kendi üyeleri dahi izlemiyor. Satış kanalı gibi de çalışıyorlar. Cemaat liderinin ve çevresinin geçimine hizmet eden bir yayıncılık faaliyeti anlayacağınız.
Amuran: Yayıncılığın ne olduğunu bilen bir gazetecisiniz. Medyanın amacı halkı doğru bilgilendirmek doğru haber vermekse izleyiciyi aydınlatmaksa, yandaş televizyonların, ele alınan konuların asıl uzmanlarını değil de algı ustalarını ekrana çıkartmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konuralp: Önce RTÜK’le ilgili kısmını yanıtlayayım. Kimi uyaracak RTÜK. Yayınlara çıkacak kişilerin büyük bir bölümü, kanalların kendi iradeleriyle belirlenmiyor ki? Bilmiyor muyuz, sanki. Dolayısıyla RTÜK’ün yönetim iradesi, neyi, nasıl eleştirecek. Konukların tavrı da önemli. “Bu konuyu da bana sormayın. Bu konuda benim bir fikir yürütmem doğru olmaz” diyen çok az sayıda konuk var.
Amuran-Biliyorsunuz uluslararası arenada, "Türkiye'de yazılı ve görsel medyanın hemen hemen tamamen tek sesli hale getirildiği" dile getiriliyor. RTÜK'ün uluslararası antlaşmalarda attığı imzalar var. Özellikle ekranların karartılmamasına ilişkin düzenlemelere imza atılıyor. İfade özgürlüğünü zedeleyecek her türlü adım Türkiye'nin uluslararası alandaki saygınlığına gölge düşürmez mi?
Konuralp: Bence durum, RTÜK’ü de kapsayacak şekilde şirazesinden kaymış durumda. Türkiye, uluslararası endekslerin neredeyse tümünde gerilerde. Yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, şeffaflık, eğitim, sağlık, insan hakları endekslerinde en alt sıralarda. Buna karşın kendisine hatasızlık bahşetmiş bir siyasi iktidar var. Haliyle Türkiye’nin uluslararası alandaki saygınlığını düşünen, dert eden yok.
Amuran: RTÜK’ün, kendisiyle ilgili bir haber nedeniyle Sayıştay raporlarına atıf yapan bir açıklaması oldu. Adeta tehdit içeren bu açıklamayla ilgili sizin kişisel düşüncenizi öğrenmek istiyorum.
Konuralp: Açıklamaya konu olan tartışma, benim göreve başladığım dönemin öncesine ait. Bana verilen bilgi, Sayıştay’ın kararının RTÜK’ün aleyhine olduğu ancak hukuki sürecin henüz tamamlanmadığı şeklinde. Göreceğiz bakalım, ne olacağını. Ancak twitter mesajının manşetinde yer alan ifade vahim. Bir kere metnin kendisinde yok böyle bir ifade. O ifadede deniliyor ki “Henüz sonuçlanmamış Sayıştay raporlarını kullanarak, devlet kurumlarını yıpratmaya yönelik habercilik anlayışından vazgeçilmelidir. Yanlışta ısrar edilmesi durumunda bunun hukuki sonuçlarının olacağını hatırlatıyoruz.” Kabul edilebilir bir açıklama değil. İfadedeki anlatım hatalarına hiç girmiyorum bile. Ama şunu söylemeliyim TBMM adına denetim yapan Sayıştay’ın raporları, yayınlandığı an itibariyle haberdir. Aksi düşünülemez bunun. Ki eğer, devlet kurumlarının yıpratılması gibi bir durum olduğunu düşünüyorsanız, bunu Sayıştay’a söyleyeceksiniz ki Sayıştay'ın denetim raporları son derece önemli çalışmalar. Sayıştay denetiminin formu Cumhuriyet öncesine ve hatta Osmanlı öncesi Selçuklulara kadar uzanıyor. Böyle bir denetim devlet geleneğimizin temellerinden birini oluşturuyor. Önemi gerekliliği yokluğunun yarattığı bozulma anlaşılmalı ve Sayıştay'ın daraltılmış denetim yetki ve alanı genişletilmeli.
Amuran: RTÜK Yasasının demokrasinin güçlendirilmesi amacına hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenmesine ve medya dünyasının özgür bir ortamda demokrasinin kurallarına göre sorumluluk üstlenmesine ihtiyaç var. Çok teşekkürler.
Konuralp: Ben teşekkür ederim.