'Rock zamana direnir’
18 yıl aradan sonra gelen yeni albümü ‘Kapılar’ ile Fatih Erdemci, hayranlarıyla hasret gideriyor. Müzikten hiç kopmadığını söyleyen Erdemci bol bol anı ve şarkı biriktimiş.
Emrah KolukısaYıllar yıllar önce muhtemelen Kral TV’de izlemiştik ilk kez... O güne dek izlediklerimizden, dinlediklerimizden farklı bir şarkıydı, en azından Türkçe pop denilen ve günden güne iyice garabete dönüşen müzikten fena halde sıkılan bizler için. Fatih Erdemci’nin söylediği “Ben Ölmeden Önce” dikkat çeken sözleri, insanı hemen kavrayan sağlam melodik yapısı ve bunlara tuhaf bir şekilde yeni bir boyut katan bir hayli karanlık klibiyle kısa sürede kültleşti, marş oldu. Bir zaman sonra albümü de çıktı Erdemci’nin (“Yaşamak Zor”) ve “Suçum Değil” gibi başka popüler şarkılar da kazandırdı dinleyicilerine. Sonra... yıllar geçti üzerinden, uzun yıllar... Unutuldu handiyse Fatih Erdemci, peşi bırakıldı büyük ölçüde. Belki de kırgındı dinleyiciler ona, kendilerini bırakıp gittiği için... Ama bir anda yeniden belirdi Fatih Erdemci, tam 18 yıl sonra. Onu o günlerde dinleyenler gibi gençliğinden pek eser kalmamıştı belki ama şarkılarının hâlâ o “Erdemci ruhu”na sahip olduğu görüldü. Umalım da bir an önce barışsın Erdemci ve sevenleri, müziğimiz bu önemli yeteneği bir kez daha kazansın temennisiyle ilk sorumuzu yöneltiyoruz usta müzisyene.
-18 yıl gibi uzun bir aradan sonra “Kapılar” adında bir albüm yayımladınız. Oysa ilk albümünüz “Yaşamak Zor”, özellikle de “Ben Ölmeden Önce” şarkınız çok ses getirmişti. Ne oldu da böyle uzun bir ara verdiniz? Ve bu sürede neler yaptınız?
Evet çok uzun bir zaman! Unutulmak için yeterli. Ancak görüyorum ki öyle olmadı. İlk albümümün ses getirdiğini anladığımda aradan 8 yıl geçmişti. Çünkü bunu ölçebilecek her hangi bir kanalım yoktu. “Yaşamak Zor” albümü sonrasında bağlı olduğum plak şirketi kapandı ve yeteri kadar tanıtım yapılamadı. Albüm başarılı olduysa da konser ve benzeri performansları takip edecek kimse olmadığından istemeyerek de olsa müzikten uzaklaşmak durumunda kaldım. Bir süre ara verdikten sonra çeşitli mekânlarda performanslara yeniden başladım. Bir yandan da hayatımı sürdürebilmek için çalıştım. Bu süreçte bir mesleğim oluştu. Vitrin tasarımcılığından iç mekân tasarımına doğru giden ve halen de sürdürdüğüm iç mimarlık. Ancak müzik denen dünyanın en güzel ve muhteşem hastalığı peşimi hiç bırakmadı. Beste yapmaya ve söz yazmaya devam ettim. Bol bol anı ve şarkı biriktirdim.
-Albümdeki müzisyenlerle nasıl bir araya geldiniz, nasıl çalıştınız?
Tekrar çalışmalara başlamaya karar verdiğimde eski müzik arkadaşlarımın çoğu ile ayrı yollara evrilmişiz onu fark ettim. Genç ustalarla çalışmam gerekiyordu. Müzik yeni, ben biraz eskimeye yüz tutmuştum. Tesadüfen ayrı ayrı arkadaş olan bir grup kurdum. Davulda Yuşa Katı, bas gitarda Sencer Özbay, gitarda Veysel Çolak, tuşlu çalgılarda Murat Cem Orhan. Bu kemik ekiple hem şarkıları sahnede pişirmeye, hem de albümde yer alacak hallerini tasarlamaya hep birlikte başladık. Şimdi ise de sahnede devam ediyoruz.
-Sizin için ‘hakkı teslim edilmemiş müzisyen’ yorumu yapılıyor. Neden böyle dendiğini düşündünüz mü hiç?
Evet hem de çok. Albümün çıkış yılı çok zor bir yıldı, 1999. Açıkça söylemek gerekirse onca kayıp ve üzüntünün yanında benim hüsranım nedir ki. Başarısız olmuştu albüm. Öyle görünüyordu. Bunu yadsıyamam. Ardından gelen 2001 mali krizi. Herkes için zor yıllardı. Her şey gibi müzik de etkilendi.. Yalnızdım. Yapmaya çalıştığım şeyleri ben gösteremedim. Hak teslim edilmemiş değil de albüm fark edilmedi diyelim. Çünkü az sayıda basıldı. Dağıtım yapılmadı. Bir sürü aksaklık.
-Yeni albümünüz sağlam bir rock albümü gibi tınlıyor. Yer yer Bulutsuzluk Özlemi enerjikliği, yer yer de Mazhar Alanson ağırbaşlılığı var şarkılarınızda. Müzikal yolculuğunuzda siz kimlerin adını sıralarsınız, sizin için önemli olan?
Gitar öğrenmeye 16 yaşımda başladım. Hâlâ sürüyor öğrenciliğim. 19 yaşımdayken küçük barlarda şarkı söylemeye başladım. Elbette ki sevdiğim müzisyenlerin şarkılarını düzgün söylemeye çalışarak. Kimlerdi onlar; MFÖ, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok, Barış Manço, Doğan Canku, Edip Akbayram, Erkin Koray, Alpay, Pink Floyd, Jethro Tull, Simon And Garfunkel, Cat Stevens ilk aklıma gelenler. Neredeyse 2000 şarkıdan oluşan bir repertuvar. Hepsi benim hocalarım. Şarkı bestelemeyi bana onlar öğretti. Eğer biraz biliyorsam.
-“Anlat Hikâyeni” adlı parça biraz kaçan fırsatların, geride kalan yılların muhasebesi gibi. Erken bir yaşlılık endişesi seziliyor... Kişisel tarihinizde nereye denk düşüyor bu parça?
Yaşım 47. Gencim. Ama ruhum için aynı şeyi söyleyemem çünkü pek hor kullandım. Kendimi bulma arayışında biraz zorladım kendimi. Bitmez bir arayıştır. Bulamayan bilir. “Anlat Hikâyeni” bulamayacağımı anladığım ve olanla mutlu olmam gerektiğini kavradığım bir zamanıma denk düşer. Bazen dinlemek ama gerçekten dinlemek birçok şey anlatır. En önemlisi de anlatının kendine; kendini.
Rock hep aynı, sıkıntı kitlede...
-90’ların ikinci yarısında başlayan genç rock hareketi 10 yıl gibi bir sürede inişe geçti. Hâlâ önemli albümler kaydediliyor belki ama sanki eski dinamik ve etkili temposunu yitirdi. Pop müzik zaten hep aynı... Ne oldu rock müziğe, neden bir zamanların yükselen yıldızı ivmesini kaybetti?
Evet genç rock hereketi. İyiydi. Rock hep aynı bence ama kitlede bir sıkıntı var sanki. Değer kayması belki de. Kolayca ulaşılan albümler, müzik videoları, canlı performans kayıtlar.. Her şeyin bir küçük cep telefonuna sığması. Dünyaya açılan kapı evet güzel. Her şeye anında ulaşım. Hızla tüketim. Bir Pink Floyd şarkısını düzgün çalabilmek adına nota peşinde, vapura binip “Yüksek Kaldırım”a gidip Efdal Dodur’un arşivinden fotokopileri satın alıp, eve gelip, çalmaya çalışmak vardı. Jethro Tull konserine giremeyip, Açık Hava Tiyatrosu’nun duvarlarına tüneyip bir şeyler duymaya çalışmak vardı. Hafta sonu için para biriktirip, “Kemancı”da tabanca gibi çalan “Deep” grubunu dinlemek vardı. Bulutsuzluk Özlemi’nin ilk albümünü kopya kasetten değil de destek olsun için gidip alarak dinlemek vardı. Elbette zaman herkes için değişti ama nelerin yitip gittiğini anlamak için bakış açımıza bir ayar gerekli. Rock ivme kaybetmez, zamana direnir bence. Bu karmaşada iyi olanı kaçıranlar sonra yetişir kalıcı olana. Hızlı tüketim alışkanlığı, kolay erişilirlik, süreci ortadan kaldırdığı için değer kaybına uğramakta her şey. Tam da sistemin istediği. Ve evet tam da rockın karşı durduğu.
-Bugünlerde dinlerken sizi heyecanlandıran ne var örneğin?
Yerli müzisyenlerden Mehmet Güreli, Jehan Barbur, yabancılardan Melody Gardot şu sıralar dinlediklerim arasında.