Rock müziğin efsane ismi Eric Burdon 20 Haziran’da İstanbul’da

Perşembe gecesi Volkswagen Arena’da bir konser verecek olan The Animals’ın kurucusu ve lideri Eric Burdon yaşayan bir rock efsanesi. Burdon konser öncesi sorularımızı yanıtladı.

Emrah Kolukısa
 
 Eric Burdon ile randevumuza sayılı gün kaldı. 60’lı yıllarda “The House of The Rising Sun” adlı parçayla muazzam bir başarı yakalayan The Animals grubunun kurucusu Burdon 50 yılı aşkın bir süredir rock müziğin en uzun soluklu kariyerlerinden birini sürdürüyor. 75. yılını kutlayan Yapı Kredi’nin ana sponsorluğunda İstanbul’a gelecek olan sanatçıyla geçmişten günümüze uzanan bir söyleşi yaptık.
 
Otobiyografi kitabınızda çocukluğunuzda izlediğiniz Louis Armstrong'un üzerinizde büyük etkisi olduğunu yazmıştınız. Neydi onda sizi o denli etkileyen şey?
Çocukken, gösterilere bilet almak için fazla param yoktu; binanın yan tarafında içeri açılan bir kapı bulmuştum. Kulağımı kapıya yanaştırıyordum ve müziği dinleyebiliyordum. Bu yüzden düzenli aralıklarla belediye binasına giderdim ve sahne arkasındaki kapının önünde dururdum. Daha sonra o kapının önünde dururken Newcastle'daki herkesle tanışabileceğimi anladım. Louis Armstrong çok popüler bir figürdü. Bir Amerikan idolüydü ve her yaştan insan onun etrafında toplanıyordu. O gün oraya en erken giden, en genç insandım. Çizginin önünce duruyordu. Müziğe tempo tutarken başımı duvara vuruyordum. İlk set bittiğinde, 'Hot Five'dan bir kişi dışarı çıktı, buz kesmiştim. Beni kalablığın arasından çekti, elini omuzuma koydu ve beni sahne arkasına götürdü. Louis orada boynunda bir havlu, ayakları bir kovada tuzlu suda ve karısı kendisini serinletmeye çalışır bir halde oturuyordu. Şişman bir 'doobie' gibi sigara içiyordu. Marijuanayı ilk kez orada gördüm. Bana baktı ve dedi ki "Nasılsın çocuk?" Suskun bir şekilde kaldım. Ve o zaman ne olmak istediğimi anladım. Hayatımda ne yapmak istediğimi anladım: Blues. Blues'un bir parçası olmak istiyordum. Ya da belki de olan sadece bir marijuana dumanıydı ve benimle yüksek temas kuruyordu.
 
O'nun dışında müziğe başladığınız yıllarda, özellikle İngiliz grupların büyük çıkış yaptığı 60'larda kimler vardı sizi heyecanlandıran?
Rahsaan Roland Kirk, Count Basie, Duke Ellington, Ray Charles.
 
The Animals, sizin benzersiz vokal tekniğiniz ve grubun klavyeyle belirginleşen özgün soundu sayesinde kendine önemli bir yer edindi müzik dünyasında. Aslında bir folk şarkısı olan “The House of the Rising Sun”ın hiç tartışmasız en unutulmaz yorumu da yine The Animals'dan geldi. Bu şarkı kariyeriniz için ne ifade ediyor?
Bir lütuf ve bir lanet...
 
Birçok başka parçayı da yine sizin özgün yorumunuzla dinledi dünya. Örneğin "Don't Let Me Be Misunderstood". Başkalarının parçalarını yeniden yorumlamak sizin fikriniz miydi yoksa bir başkası mı verdi bu aklı?
Brill Binası'nda bize şarkılar gönderen mükemmel şarkı yazarları vardı. Bize bir şey gönderdiklerinde, “Bizim için çok pop" diyorduk; bazılarını da Herman's Hermits için Peter Noone'a iletirdik. Carole King bir seferinde "Don't Bring Me Down” için beni suçladı. Sanırım hit olduktan sonra sevdi. Randy Newman, en iyi yazarlardan, bana "Mama Told Me Not to Come” şarkısını gönderdi ve kaydettim ama hiçbir şey olmadı. Birkaç yıl sonra, Three Dog Night, o şarkıyla büyük bir hit yarattı. Hâlâ bu iki şarkıyı konserlerimde çalarım, benim favori şarkılarımdandır. Aralarından seçim yapabileceğimiz muhteşem bir havuzumuz vardı. Şimdi sadece şarkı olmanın ötesine geçtiler. Onlar marşlar. İnsanlar bu şarkılarla özdeşleşiyor. Onları seviyorum, çünkü hâlâ çok “cool” olan gerçekten dürüst, evrensel mesajlar veriyorlar.
 
Hendrix ile yakın arkadaş olduğunuz biliniyor. Çok erken veda eden büyük bir yetenekti. Onu nasıl hatırlıyorsunuz? 
Onunla bir sahneyi paylaştığım ve benim pek çok şarkımı kaydettiği için çok şanslıyım. Onunla çalan son kişiydim, ölmeden önceki son gece. Yeni çıkacak kitabımda Onunla ilgili de yazıyorum ve bu konudaki son sözüm olacak bu. Ondan sonra, gerçekten daha fazla bir şey söyleyemem.
 
John Lennon da dostunuzdu. O'nun hakkında neler söyleyeceksiniz? 
John ve The Beatles'ın diğer üyeleri ile tanışmamızı unutamam. 'The Animals' olarak ilk kez TV'de bir canlı şova çıkacaktık ve The Beatles, İngiltere'de 1 numaraydı ve onlar da bizimle beraber bu TV şovunda olacaklardı. Bir New Orleans bölümünde performans için ilk önce biz çıktık. Sonra John Lennon sahnedeydi. Bu başlangıç töreninden sağ çıktıktan sonra, yakınlaştık. Onu terkeden ve şimdi The Beatles'ın şöhretinden nemalanmaya gelen babası onu ziyaret ettiğinde yanındaydım. Lennon ona çok kızgındı fakat çok yaralı olduğunu da biliyordum. Yıllar sonra John ve Yoko, Arthur Janov'un yazdığı “The Primal Scream” kitabını bana vermek için yağmurlu bir günde Laurel Canyon'daki kapımı çaldı. İçinde şöyle bir ithaf vardı: “Eric, Amerikalı olmak acıyı hafifletmeyecek, Jonh & Yoko”. Kendini oğlu Sean'a adadığı yıllarda temasımız kesildi ve sonra da bir delinin silahıyla kaybettik. Onu çok sevdim ve çok özlüyorum.
 
Hayatınıza bakıyorum da rüya (ya da kabus) gibi gerçekten de. John Lennon, Jimi Hendrix, Jim Morrisson, Janis Joplin... Harika insanlarla dostluklarınız olmuş. Ama ne yazık ki yoklar artık. Kendinizi hiç yalnız hissediyor musunuz?
Tüm bu saydığınız isimler olağanüstü yetenekli, özgür düşünceye sahip ve bizi çok erken terkeden isimlerdi. Janis, Jim ve Jimi 'Forever 27' de birleşti. John Lennon bir ruh hastasının kurbanı oldu. Dengesiz bir hayranı tarafından öldürüldüğünde aşırılıkları geçmişte kaldı. Şanslıyım. Etrafa bakıyorum, telefon defterime bakıyorum ve aslına bakarsanız çok fazla konuşabileceğim insan yok; yalnızlık yaşlandığınızda karşılaşacağınız bir şey. Canlı bir sosyal hayata sahip olacak kadar şanslıyım ve beni seven bir karım, sevgi dolu bir evim var. Hayatta her şeyi kucaklamak zorundayız.
 
Müziğin hâlâ dünyayı değiştirebileceğine inandığınızı söylüyorsunuz. Türkiye'de özgürlük, barış, demokrasi, ifade özgürlüğü gibi meseleler bir hayli sorunlu, özellikle de şu günlerde. Buradaki dinleyicilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 
Söyledikleriniz ayağa kalkmak ve şarkı söylemek için fazlasıyla yeterli. İnsanların ruhuna inanıyorum. İnsanların sesine inanıyorum. Özgürlük için, barış için, ifade özgürlüğü için ayağa kalkan, ayakta duran ve bunu 50 yıldır yapan sanatçıların bir parçası olduğum için onur duyuyorum. Politikam albümüm “Til Your River Runs Dry”a derinlemesine yansıyor. Hâlâ, müziğin gücünün dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum - veya en azından insanların kalbini. Bunu yaşadım.
 
Hayatınıza dönüp baktığınızda “şunu değiştirmek isterdim” dediğiniz bir şey var mı?
Bacaklarımın uzunluğunu :)))) Fakat şimdiye kadar kimse kısa olduğumu söylemedi. 
 
“27 Forever” şarkınızdaki gibi hâlâ sonsuza kadar 27 yaşında hissediyor musunuz kendinizi?
Hissetmeli miyim? Onu seneler önce geçtim. Pek çok insan geçmedi. '27 Forever' isimli şarkım, 27 yaşında hayatını kaybeden arkadaşlarıma bir saygı duruşudur. 
 
İstanbul deyince aklınıza ne geliyor?
Frank Zappa, Zilciyan zilleri, Aya Sofya ve Sultan Ahmet Camisi. Bir de tabii Sufi dansçıları ve Türk lokumları.
 
‘Müzik, dünyayı değiştirir’
 
Müziğin hâlâ dünyayı değiştirebileceğine inandığınızı söylüyorsunuz. Türkiye’de özgürlük, barış, demokrasi, ifade özgürlüğü gibi meseleler bir hayli sorunlu, özellikle de şu günlerde. Buradaki dinleyicilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 

Söyledikleriniz ayağa kalkmak ve şarkı söylemek için fazlasıyla yeterli. İnsanların ruhuna inanıyorum. İnsanların sesine inanıyorum. Özgürlük için, barış için, ifade özgürlüğü için ayağa kalkan, ayakta duran ve bunu 50 yıldır yapan sanatçıların bir parçası olduğum için onur duyuyorum. Politikam albümüm “Til Your River Runs Dry”a derinlemesine yansıyor. Hâlâ, müziğin gücünün dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum - veya en azından insanların kalbini. Bunu yaşadım.