Roberto Bolaño'dan "Tılsım"

2003'te ölen Roberto Bolaño gerçek bir olaydan hareketle yazdığı "Tılsım"da, günlerce bir tuvalet kabininde kapana kısılan Auxilio'nun aklına gelenleri ve aklından gidenleri; geçmişin, şimdinin ve geleceğin birbirinin içine nasıl yerleştiğini anlatıyor. Bolaño, bir tür kâbusun sularında gezinerek zaman kaymasının romanını yazıyor.

Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki

Tuvalette on üç gün 

Meksika'nın tarihi, sömürgeleştirildiği günden bu yana hep kanla yazıldı: Savaşlar, cinayetler, hesaplaşmalar, iktidar mücadeleleri ve katliamlar sürekli ülkenin gündeminde kaldı. Avrupa'da 1968 hareketiyle yerinden kalkan gençliğin rüzgârı Meksika'ya ulaştığında öğrenciler de boş durmadı ve hep bir ağızdan protestolara, hak arayışlarına girişti. Ufak tefek eylemlerin doruk noktası ise Universidad Nacional Autónoma de México'daki (UNAM) gösterilerdi.

Yaz aylarında üniversitede yaşananlar, daha sonraki; 2 Ekim 1968 günü Tlatelolco Plaza de las Tres Culturas'taki büyük eylem ve katliamın habercisiydi. 1968 Olimpiyatları arifesinde "Olimpiyat değil, devrim istiyoruz" sloganıyla meydanı dolduran on bin öğrenciye hükümet beş bin asker, iki yüz tank, uçak ve helikopterle saldırıp yüzlerce kişiyi öldürdü. Olayın failleri uzun süre gizlendiyse de 2000'de, 1968'deki Diaz Ordaz hükümetinin keskin nişancılarının kalabalığa ateş açtığını kanıtlayan resmi kayıtlar gün ışığına çıktı.

Tlatelolco sokaklarını kan gölüne çeviren, ardından hiçbir şey olmamış gibi Olimpiyat Oyunları'nı düzenleyen México City'nin tarihindeki bu kara sayfanın öncülü UNAM katliamı Roberto Bolaño'nun gözüne takılır. Okulun Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'ndeki kadınlar tuvaletinde sekiz gün (romanda on üç gün) saklanan Uruguaylı Alcira Soust Scaffo, romandaki adıyla Auxilio, kitabın baş kahramanı olur. Romanın çevirmeni Zeynep Heyzen Ateş, Bolaño ve Alcira'nın hikâyesini şöyle özetliyor: "Yazarımız ve Scaffo 1970'te tanışır. Bolano, kadının yaşadıklarını ilk elden dinleme şansına sahip olanlardan biridir. Belki bu yüzden bütün kitaplarında sesi duyulur Alcira'nın. Bu yankıya 'İmdat!' anlamına gelen Auxilio adını verir Bolano."

KURGU VE GERÇEĞİN DANSI

Bolaño'nun, Alcira ya da romandaki adıyla Auxilio'nun anlattığı hikâye gerçeklere dayanıyor. Fakat ince bir ayrım var: On üç gün geçirdiği tuvalette Auxilio'nun, aklını korumayla yitirme arasında gidip gelişi, birbirinin içine geçen yaşanmışlıkları (ve yaşanmamışlıkları) korkuyla bütünlüyor.
Auxilio, tam tarihini hatırlayamadığı bir zamanda Meksika'ya geliyor. Şairler León Felipe ve Pedro Garfias'a yardım ederek ve sık sık onların ziyaretine giderek geçirdiği günlere dair parça parça şeyler aktarıyor. Auxilio olan biteni, gece gördüğü rüyayı sabah hatırlamaya çalışır gibi; Meksika'ya ne zaman geldiğini ve neler yaptığını anımsamaya uğraşırcasına anlatıyor. Bazen gerçekler bulanıklaşıyor bazen de aniden netleşiyor.

Auxilio'nun hızla anlattığı hikâye, kimi zaman ölüler günü anma törenine benziyor: Öldürülen şairler, kendisini asan sanatçılar, kaybolanlar... Kaldığı o daracık yerde ve karanlıkta adeta zihninin ona oynadığı bir oyunu andırıyor bu. Arada bir geriye sarılan film, bazı bazı senaryo serpiştirmeleri, kurgu ve gerçeğin alabildiğine dansı: "Loş dükkânlardaki çatlak aynaları andıran kasvetli şiirleri okurken yokladığım yer kendi kalbimdi, daha doğrusu o kelimelerde kendimden izler bulmayı umardım ve işte oradaydım! Auxilio Lacoutre veya Auxilio Lacoutre'den parçalar: Mavi gözler, kısacık saçlar, ince uzun bir yüz, çizgilerin belirginleşmeye başladığı bir alın. Orada kendimi bulmak beni baştan aşağı ürpertir, gelecekten korktuğum bir şüphe denizine sürüklerdi, zamanın hızla akıp gittiğini hissederdim elimde olmaksızın ama bir yandan da doya doya yaşadığımı, kendi seçtiğim zamana ait olduğumu ve içinde yaşadığım fırtınalı dünyanın değişken havasının beni sarmasına izin verdiğimi hatırlatırdı bana."

18 Eylül günü üniversiteye polisler daldığında Auxilio tuvalette Pedro Garfias'ın şiirlerini okumaya başlamıştır bile. Büyük bir gümbürtüyle toz dumana karışır, Auxilio ise "Pedro Garfias'ın şiirleri ve tuvalette kitap okuma alışkanlığı sayesinde polisin kampüse girdiğini ve ordunun üniversiteyi işgal ettiğini öğrenen en son kişi olur." Gözaltına alınmakla, tutuklanmakla, işkence görmek ve hatta öldürülmekle arasındaki tek sınır bir tuvalet kapısıdır. Kimse onun o kabinde olduğunu fark etmez ve asıl hikâye de bundan sonra başlar.

"CEHENNEM ÇUKURU"

Tuvaletin parlak fayansları, Auxilio'nun hem geçmişi hem de geleceği düşünüp izlediği bir film perdesine benziyor. Saatler boyu her yanı uyuştuktan ve şiirler okuduktan sonra Auxilio birden bire henüz dökülmemiş dişlerini, onları nasıl kaybettiğini ve arkadaşlarının dökülenlerin yerine yenisini yaptırması gerektiğini söylediğini düşündüğünde olay biraz gerçeküstü bir yere gidiyor. Sadece o değil, ileride tanışacağı kişiler, gideceği yerler ve yaşanacak bir dizi olayı Bolano, Auxilio'nun tuvaletteki günlerinde gördüğü tuhaf bir kâbus olarak kurgulamış anlayacağınız. Olmamış pek çok şey oluyor, gerçekler geride kalıyor, yaşanacaklar öne geçiyor ve yalnızca kapana kısılıp kaldığı tuvalet ve 18 Eylül günkü baskın hakikat olarak kalıyor.

18 Eylül'den itibaren o kabinde geçirdiği günler, hem sonradan yaşadıklarını hem de yaşanmış gibi anlattıklarını etkiliyor. Yaşansa da yaşanmasa da ortada Auxilio'nun dilinden dökülen bir gerçek var: "Ben, anılarımın toplamıydım. Hâlâ fakülte binasındaki kadınlar tuvaletinde yaşıyordum, gittiğim her yere 1968 Eylül'ünü de beraberimde götürüyordum ve bu yüzden, bazen tutku ve aşk oyunlarına karışsam da duygusuz bir gözlemciydim genellikle."
Kısılıp kaldığı tuvalette Auxilio'nun aklına gelen öbür şeyler de evlere şenlik: Bering Boğazı'nı geçen Uzakdoğulular, Amerika'nın yalnızlığı, doğuya göçün garipliği... Tüm bunlar Auxilio'nun içinde bulunduğu korku dolu, tuhaf ve kâbusa benzer durumun yansıması. O kabini, "Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'nin dördüncü katındaki cehennem çukuru" diye tanımlaması da her şeyi daha anlaşılır kılıyor. Aslında bu, bir şehrin zifiri karanlık gününe de gönderme yapıyor.

ZAMANDA ÖZGÜRCE DOLAŞAN ZİHİN

Hikâye içinde hikâye sürüp giderken Auxilio'nun genç şairleri düşünmesi, onlarla konuşması, kendisinin ve arkadaşlarının hiç karşılaşmadığı ozanlarla sohbeti beliriyor; "gerçekleşmeyen karşılaşmaların tarihini" anlatıyor biraz da: "Zamanın sınırlarını aşan hafızam sayesinde bazı geceler arkadaşlarımın varlığından bile haberdar olmadığı başka şairleri de görüyordum: Çocukken, daha beş on yaşlarındayken veya doğumlarına birkaç ay kala ölen Güney Amerikalı şairleri. Böyle bir şeyi hayal etmenin kolay olmadığını ve faydalı gelmediğini biliyorum ama mor tonların hâkim olduğu bazı gecelerde arkadaşlarımın yüzlerinde, asla büyümeyen bebeklerin küçücük gözlerini görüyordum." Auxilio'nun yaşadığı korkulu günler, yine kendisinin hatırlattığı "tarih bir korku hikâyesinden farksız" sözünü doğrularcasına ağır aksak ilerliyor.

O, kısıldığı fakülte tuvaletinde hayli absürd bir zaman geçiriyor bir yandan da. Olmadık hayallerin ve geçmişin izlerinin peşine takılıyor. Ama bu onun için çok da yadırganacak bir durum değil çünkü kendisini tanıyor: "Ben böyleyimdir, işte nedense en olmadık zamanlarda, en saçma, en akıl almaz düşünceler beynime doluşur."

Meksika'nın renkli ve bir yandan da buğulu ruhu, Auxilio'nun yaşadığı o karanlık günlerle birleşiyor ve ortaya bir başka masalsı öykü çıkıyor. Onun zihni, zamanda özgürce dolaşıyor; "anılar mırıldanıyor" ve "şehirden yükselen tüm seslere kulak vermesini söylüyor." Auxilio'nun yaşadığı, fayanslarda dolanan dolunay ışığının etkisiyle bir tür zaman kaybı; yıl 1968 miydi, 1974 müydü yoksa 1980 mi ya da "batan bir geminin gölgesi gibi hiç görmeyeceği kutsal 2000'e doğru mu sürükleniyordu, bilmiyordu." Bu, Auxilio'nun hem kendi kendine hem de zihninin ona oynadığı bir oyun: "Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'nin kadınlar tuvalatindeydim ve ben geriye kalan son kişiydim (...) Hepsi geride kaldı, polisler ve askerler üniversiteyi terk etti, Tlatelolco'da öğrenciler öldü, üniversite kapılarını yeniden açtı ama ben hâlâ dördüncü kattaki tuvalette kilitliyim. Sanki fayanslardaki ay ışığından geçit, sandığımın aksine zamanın hüzünlü devinimine açılmıyordu. Benim dışımda herkes gitmişti. Benim dışımda herkes geri dönmüştü."

Bolaño, Auxilio'nun, Auxilio da kendi hikâyesini anlatıyor. Bu, yer yer kendine gelen yer yer başka bir evrene geçen; bazen ileri giden bazen geriye yaslanan bir hikâye. Kimi zaman karanlığın, yalnızlığın ve sessizliğin saldığı korku devreye giriyor kimi zaman da ironik biçimde bunlardan alınan cesaret. Kısacası Auxilio, içinde bulunduğu anı yaşarken beri yandan da ondan kopuyor. Bolaño da sonradan şehir efsanesi halini alan hikâye yardımıyla yarattığı sahnelerle bir kez daha ustalığını konuşturuyor.

alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr

Tılsım/ Roberto Bolaño/ Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş/ Pegasus Yayınları/ 172 s.