Refik Anadol’un ‘Makine Hatıraları: Uzay’ sergisi Pilevneli Galeri’de

“Sanat bunun neresinde” sorusuna yanıtı: “Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek işin kilit noktası. İşte sanat burada yatıyor.”

cumhuriyet.com.tr

Konuk yazar: Serfiraz Ergun

“Makine Hatıraları: Uzay” sergisini gezmeye, Pilevneli Galeri’ye giderken Refik Anadol ismini ilk kez 2011’de İstanbul Bienali’ne paralel etkinlik olarak Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) binasının üzerine düşürdüğü ses-görüntü yerleştirmesiyle duyduğumu hatırlıyorum. Hoş bir etkinlik tabii; kamusal alanda, tam Galatasaray Meydanı’nın göbeğinde İstiklal Caddesi’nin seslerini kaydet, görsel işitsel bir dijital giydirme yap binaya. Daha sonra PSM’de 2016’da açılan “Digital Revolution” isimli karma dijital sergide Refik Anadol ile bir söyleşi yapmıştık. O sergi de bayağı hoştu. Ama bu “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi, Anadol’un henüz 34-35’indeyken olgunluk sergisi.

Bilgi Üniversitesi’nde  fotoğraf ve video okumuş, eşi Efsun’la orada tanışmış, o da görsel iletişim tasarımı okuyormuş ve 2008’den beri birlikteler, 2016’da evlenmişler. Şimdi Refik Anadol Studio’nun (RAS) ortakları, Los Angeles’ta yaşıyor ve çalışıyorlar. 

TROPİKAL ORMAN...

Pilevneli Galeri, Anadol’un işlerini sergilemek için ideal mekân. Kolonsuz kocaman salonları, yüksek duvarları, brüt beton döşemesi dijital görüntülerin istilasına uğruyor, sonra okyanus dalgaları gibi çekilip gidiyor. Derken tepelere tırmanıyor, renkler, grafikler değişiyor, birden tropikal bir dijital ormanda ses-dijital grafik siklonunun içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Duvarlardaki görüntüler aşağı doğru kayarken bir ara yanılsamayla başım dönüyor, gerçekten insana, uzaya doğru kayıyoruz hissi veriyor. 

Siyahlar içindeki Refik Anadol’la söyleşiye başlıyoruz. Önce hangi makinelerin hatıralarından söz ettiğini soruyorum. “Bu sergideki hatıralar NASA’nın 60 yıldır peşinde koştuğu ‘Evrende yalnız mıyız? Başka neler ve kimler var’ sorusunu ararken kullandığı makineler. Üç makine var: ISS teleskopu, 1958’lerde bir uzay istasyonuna yolladığı ve dünyanın selfie’sini çeken, iklimini kontrol eden, birçok duyarlı sensöre sahip bir teleskop; diğeri MRO isimli Mars’ın bugüne kadar görülmedik hiçbir yerinin kalmamasını sağlayan fotografik bir teleskop; sonuncusu ise Hubble, 1990 yılında uzaya çıkan ve uzaydaki gözümüz galaksinin fotoğraflarını çeken başka bir cihaz. Üç teleskopun da ortak noktası fotografik hatıralar. Gidemediğimiz yerler ama bizim adımıza görüp fotoğraf çeken makineler. Benim de kullandığım bu makinelerin arşivi. Bunlar NASA tarafından dünyaya açık kaynaklar. Bu sergideki her veri noktası kamuya açık. Bu verilere ulaşmak kolay olmadı ama bu hatıralar orada duruyormuş, biz talep ettik, yollandı ve kullandık.” Peki, herhangi bir kişi bu veriye ulaşıp bu işleri yapabilir mi? “Tabii ki” diyor Refik Anadol. Ben istesem bu veritabanına ulaşabilir miydim yoksa Refik Anadol olduğun için mi eriştin? “Tamamen meraklı bir bilimsever olduğum için ulaştım” diyor sanatçı. 

SANAT HAYAL GÜCÜ

Anadol’a soruyorum: Ben şimdiye kadar işin teknolojisini anlamaya çalıştım. Sanat, bu işin neresinde? Neden biz sana sanatçı diyoruz? “Bu işteki sanat, hayal gücü. Bir insanın hayal gücü kapasitesinde. O veri orada duruyor. İlham ve motivasyon yeni sorular sorduruyor. Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Düşünsenize bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek işin kilit noktası. İşte sanat burada yatıyor.”

‘UZAY’ AMA...

Serginin başlığı Makine Hatıraları iki nokta üst üste Uzay. Yani bu sergi “Uzay” ama yeni makine hatıraları da gelecek. “Evet” diyor hemen Anadol. “Yüzlerce insanın verilerinden yola çıkarak kolektif bilincin, kolektif hatıraların anlamlı olabileceğine inandım. Yani sadece uzay değil, doğa, başka bir şey de olabilir, devamı gelir. Hayalim gerçekten herkese ait olan hatıralarla bir yapay zekâ ne yapabilir sorusunun cevabına erişmek.” Benim aile albümüm de Refik Anadol’a veritabanı olabilir mi? Ondan da dijital bir yerleştirme yapabilir mi? “Elbette” diye cevap veriyor.

VERİTABANININ NİTELİĞİ VE NİCELİĞİ...

Astrofizikçi Carl Sagan demiş ki “Hayal gücü bizi genellikle hiç var olmamış dünyalara taşır. Ama o olmadan hiçbir yere gidemeyiz.” Bu sözden yola çıkarak şunu soruyorum: Veritabanının niteliği ve niceliği yaratacağın işlerin sonucunu etkiliyor mu? Yani hayalini gerçekleştiriyor mu? “Temelini oluşturuyor” diyor. Peki, acaba Anadol hangi üretim aşamasında çıkacak olan yapıtın renkleri, hareketleri, akışı şekillendiriyor? Refik Anadol, “İşte orası işbirliği” diyor. “Yapay zekâ orada benim fırçam değil, bir ekip arkadaşım. Örneğin Mars’ın yüzeyi, bugüne kadar gidemediğimiz bir gezegen ama 12 telebaytlık her alanı karış karış görüntülenmiş. Yapay zekâ elbette benden daha iyi biliyor. Ben 2 milyon fotoğrafı tek tek açıp bakabilir miyim? Neden yapay zekâyla işbirliği yapmayayım ki? Neden birlikte öğrendiğimiz bir şeyin rüyasını o da görmesin ki?”

TEKNOLOJİ FİRMASI...

Burada  Refik Anadol, NVIDIA isimli büyük bir teknoloji firmasından bahsediyor. RAS’ı öncü buldukları için çok desteklemişler. Bu sergideki algoritmalar da NVIDIA’nın desteğiyle olmuş. “Bu algoritmaları herkes indirip kullanabilir mi” diye soruyorum. “Gizli saklı değil. Tabii herkes bu kadar deneyimli olmadığı için bu sonuçları çıkaramaz. Üzerinde bir emek var. Yapay zekâyla uğraşan, üreten herkesin bu teknolojinin her şeyini anlatması, paylaşması gerekir. Bunun korkusu da var tabii, aynı işi yapan insanlar ortaya çıkıyor. Olsun, yeter ki herkes öğrensin” diyor.