'Rapor yazıldığıyla kaldı'
SHP'nin 1990'daki Kürt raporunu hazırlayan isimlerden Eşref Erdem'e göre rapordaki siyasi tespitler hâlâ güncel.
cumhuriyet.com.trÇözüm süreci tartışmalarında sık sık gündeme getirilen SHP’nin 1990 Kürt raporunu hazırlayan ekipte yer alanlardan Eşref Erdem, “1990 raporunun SHP-CHP tarafından sahiplenilmediğini, rafa kaldırıldığını” söyledi. Erdem, “Bugün CHP’de fiilen ideolojik hâkimiyet Deniz Baykal’da. Kemal Bey’in önüne bir fırsat çıkmıştı, ama maalesef tavır koyamadı” dedi.
CHP’nin önceki genel başkanı Deniz Baykal’ın en yakınındaki isimlerden olan Eşref Erdem, önce partideki tüm görevlerinden istifa etti. Referandum öncesinde de “Bir yurtsever olduğum için evet” açıklaması üzerine de disipline sevk edildi ve bu süreçte CHP’den istifa etti. 1990 yılında Deniz Baykal başkanlığında Fuat Atalay, Hikmet Çetin, Cumhur Keskin ile birlikte “SHP’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri” raporunu hazırlayan isimler arasında yer alan Erdem’in çözüm süreci tartışmalarıyla ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar özetle şöyle:
1990 raporu devrimci: 1989 raporu, diye konuşuluyor, düzeltilmeli. 1990 Temmuzu’nda rapor SHP PM’de oybirliğiyle kabul edildi. 1990 raporu hazırlandığı yıllar itibarıyla son derece devrimci, ilerici, radikal bir rapordur. Raporda siyasetle ilgili bölüm güncelliğini koruyor. Bölgenin sosyo ekonomik yapısıyla ilgili rakamlar var, onlar güncellenme ihtiyacı gösteriyor.
Rapor yayımlandıktan sonra DGM Başsavcısı Nusret Demiral tarafından partiye bir yazı yazıldı. Dava açılmadı, ama CHP’ye yazı yazarak bu raporun kimler tarafından hazırlandığının bildirilmesi istendi.
Nusret Demiral’in yazdığı yazıda böyle bir işlem başlatmak üzere bayağı suçlayan bir dil kullanılıyordu. SHP Genel Merkezi’nden, talebi reddeden oldukça ağır bir cevap yazıldı. Orada kaldı. Hem Özal, hem Demirel tarafından da ağır bir dille eleştirildik.
SHP-CHP sahiplenmedi: Uzun süre SHP de CHP de bu raporu gündemden çıkardı. Bunu hayata geçirecek, bu raporu kitlelere mal edecek bir kampanya yürütülemedi. Rapor yazmış olmanız bir şey ifade etmez, raporu rafa kaldırdıysanız, raftaki bir raporun Türkiye’ye katacağı hiçbir şey yoktur. Rapor hazırlandıktan iki sene sonra zaten CHP açıldı. Ben de dahil bir bölüm arkadaş CHP’ye geçti. İki ayrı parti oldu. O tarihten sonra ne CHP, ne de SHP bu raporu sahiplenemedi. 1993’te Deniz Baykal’la bir bölge toplantısı vesilesiyle Diyarbakır’da idik. Bir generalin öldürüldüğünü toplantı sırasında öğrendik ve uzun tartışmalardan sonra o gün dumanların yükseldiği Lice’ye girebilmiştik. Bayağı ciddi mesafe alabilecek, Kürtlerle ciddi bir temas kurulabilecek altyapı hazırdı, sıcak bakıyorlardı. Ama zamanla CHP’de yavaş yavaş 1990 raporunu rafa koyan, raporun içeriğiyle ilgilenmeyen bir noktaya gelindi.
Baykal eskiden sola yakındı: Bu uzaklaşmalar, giderek Kürt sorununa farklı bir pencereden bakmayı da beraberinde getirdi. Deniz Baykal’ın önceleri tavrı olağanüstü iyiydi. Son yıllara kadar sola daha yakın duruyordu.
1977-78’de bir bütçe konuşması vardır -Kerbela’dan Hüseyin’in katlinden başlayıp antiemperyalist çizgiye ulaşan sol hedefler öngören bir konuşma- yer yerinden oynamıştı. Öyle bir anlayıştan bu noktaya gelinmiş olmasını da hazin buluyorum. Daha da hazini, kendilerini Marksist sol sayanların, en azından hatırı sayılır bir bölümünün kendisini ulusalcı olarak tarif etmesidir. Ulusalcılık milliyetçiliğin öz Türkçesidir. Sol kendini “yurtsever” diye tanımlar. Bu, bizi aşırı sağdan ayıran temel bir farktır. Şimdi tam tersi MHP ile CHP neredeyse terazinin aynı kefesinde duruyor. En azından kamuoyunda algılama budur. Bu koalisyona sağa evrilen İP’i de koymak yanlış olmaz.
Kılıçdaroğlu tavır koyamadı: Sadece Baykal değil, Kılıçdaroğlu da aynı noktada. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra Köşk’ten çıkarken söyledikleri ibret verici. “MGK’nin bir talimatı var mıdır, diye sordum” diyor. Türkiye solunun MGK’ye bakışı belli. Askeri siyasete ortak eden ve vesayeti kurumsallaştıran MGK, icrai bir organ değil, sadece bir tavsiye organıdır. Ayrıca her tavsiyesini de “doğru yapıyor” diye mi anlayacağız? Hem açılım politikalarında, hem anayasa değişikliğinde, hem de çözüm sürecinde CHP ne yazık ki doğru bir tavır almamıştır.
İdeolojik hâkimiyet Baykal’da
Sayın Kılıçdaroğlu geldiğinde herkes umutlandı. Genel Başkan seçildiğinde kurultaydan çıkan PM listesine yönelen eleştiriler karşısında “Ne yapabilirdi ki, Önder Sav kurultaya hâkim” diyerek kamuoyu Kılıçdaroğlu’nu eleştirilerin dışında tuttu. Ama sonra mazereti kalmadı, gerçek niyetini ortaya koydu. Kılıçdaroğlu’nun önüne bir fırsat çıkmıştı, yapabilirdi. Ama tavır koyamadı. Eğer parti içindeki ulusalcılara göre davranılacak idiyse, Kılıçdaroğlu’na gerek yoktu. Şu anda, Baykal’ın o grup konuşmasının ardından öyle görünüyor ki, partideki ideolojik hâkimiyet Sayın Baykal’a geçmiştir. Ulusalcıların hâkim olduğu böyle bir tabloya bakıldığında CHP’nin içinden demokrat bir filiz çıkar mı, çok umudum yok. CHP içinden ya demokrat bir hareket çıkacak ve dönüşüm olacak ya da CHP yok olacaktır.
CHP statükoyu savunuyor
Ecevit, darbecilerle işbirliği yapmam, diyerek Nihat Erim kabinesine üye verilmesine karşı çıktı ve CHP Genel Sekreterliği’nden istifa etti. İki büyük bölünme yaşadı CHP bu süreçte. Önce Kemal Satır ve arkadaşları gitti, arkasından Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları ayrıldı. CHP’nin önemli insanları, ekabirleri denilen kadronun tamamı CHP’den uzaklaştı. Kimdi bunlar? Adları “göbekçi”ye çıkan statükocular. CHP işte o zaman büyümeye başladı.
Çünkü bir sol partiden beklenen antiemperyalist, antifaşist, antimilitarist çizgi ortaya çıktı. Şimdi biz dar bir kadro içinde yüzde 15-20’ye oynuyoruz. Yüzde 20’lik kesimin reaksiyonlarına göre tavır belirliyoruz. Geriye kalan yüzde 80 ne düşünüyor? Üzülerek söylüyorum, bizim demokrasi anlayışımızın CHP’lilerin büyük bölümüyle ortak hiçbir yönü yoktur. Bugün CHP statükoyu, muhafazakârlığı savunan bir parti.
Adı değil, içeriği ‘barış’ olsun
‘Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi’ bildirisine imza koyanlardan İstanbul Milletvekili Melda Onur, “Bildiri CHP metni değil, ama Genel Başkanımızın gördüğü ve benimsediği bir metin” diyor.
Onur, “Bildiriye yenilikçiler imza koydu” değerlendirmelerine “Ben kendimi ‘CHP’li’ olarak adlandırıyorum, eskisi yenisi yok. Kemal Abi’nin (Anadol) çok güzel bir lafı var. CHP’nin yenisi olmaz, rakının yenisi olur, demişti. Elbette CHP kendi değerlerini koruyup 21. yüzyılın evrensel değerleriyle zenginleştirmeli” karşılığını veriyor.
Onur, çözüm sürecinde CHP’nin tavrıyla ilgili olarak “CHP içinde barışa karşı olan yoktur, süreci sorgulamaktır yapılan. Biz sorgulayıcı insanlarız, her konuyu sorgularız. Açık ve şeffaf olmayan bir ajanda var. O ajandada yarın bir gün başımıza Uludere gibi bir facia gelmeyeceğini nereden bileceğim” diyor.
Onur, CHP içindeki kaynamayla ilgili olarak da şu görüşleri dile getiriyor: “Bu süreçte biz sürecin özünü sorgularken, ne olup bittiğini öğrenmek isterken, yol haritasını öğrenmek isterken öyle bir algı yaratıldı ki, sanki CHP barışa karşı savaş istiyor. Türkiye’de toplumsal barış yok. Barış sürecinin içeriğini bilmiyoruz. Orada barış şarkıları söylenirken, burada bir bayram kutlaması yapamıyorsunuz. Biber gazının haddi hesabı yok. Ceza yasası orada dururken, yüzde 10 barajı dururken, bunlarla ilgili hükümetin en ufak bir iyileştirme görüntüsü olmazken biz bu barışın kalıcı olamayacağına inanıyoruz. Tamam barış süreci ama bunun ardından şunu söyleyebiyor musun? Yüzde 10 barajına karşıyım, uzun tutukluluklara yol açan yasaları düzeltiyor musun? Ben bunu başkanlık karşılığı yapmıyorum, diyebiliyor musun?”
‘Kalıcı olmaz’
Melda Onur, “Biz adı barış olan değil, içeriği barış olsun önemli olan o, diyoruz. Genel bir demokratik, özgürlükçü politika gelmeyecekse bu iş güdük kalır, kalıcı olmaz” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu iktidar, başına ‘tabiatı koruma’ yazıp tabiatı talan eden bir yasa getirebiliyor. Bu iktidar referandum sürecine 12 Eylül hesaplaşması dedi, hesaplaşılan iki tane yaşlanmış adam. Başbakan’ın bir kesime açtığı savaşı görüyoruz. Taksim’de olanlar normal mi? Sanki barış istiyorsanız demokratikleşme demeyin, demokratikleşme diyorsanız o zaman barıştan yana değilsiniz algısı yaratıldı. Toplumun bir kesimini marjinal olarak nitelendiriyorlar. Toplumsal muhalefetin kurumlarından bir kısmıyla kavgalılar. Kalıcı barış için toplumun her kesimiyle barışmalılar.”
Melda Onur, “CHP’nin yeni bir Kürt raporuna ihtiyacı var mı” sorusuna “Artık Kürt raporu değil, demokratikleşme raporu demek lazım. Mesele sadece Kürt meselesi değil, Taksim’de dayak yiyenler, coplananlar Kürt değildi. Sol, muhalif, öğrenciler, avukatlar, herkes mağdur. Kürt raporu, ancak demokratikleşme içinde bir bölüm olur” yanıtını veriyor.
‘Umarız AKP dikkate alır’
‘Demokrasi’ bildirisine imza atanlardan, PM üyesi Ercan Karakaş, “Kürt Sorunu / CHP ve SHP’nin Kürt sorunu raporları” adlı bir kitap yazdı. Karakaş, bu raporlar ve günümüzde gelinen noktayı şöyle değerlendiriyor: “CHP ülkemizin temel sorunlarının başında gelen Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak 1980’li yılların sonundan itibaren çok sayıda çalışma yaptı. Konuyu tüm boyutları ile analiz eden ve Kürt realitesinin görmezden gelinmesinin yanlışlığını vurgulayan bu raporlardan sonra da Kürt meselesi SHP/CHP programlarında, kurultay ve seçim bildirgelerinde, insan hakları ve demokratikleşme raporlarında da ele alınmış ve somut çözüm önerileri formüle edilmiştir. Sayıları 25’i bulan bu raporların ve metinlerin ortak özelliği, yıllardır süren ve toplumumuzda büyük travmalar yaratan Kürt sorununa ‘sadece bir güvenlik sorunu olarak yaklaşılması’nın yanlış olduğunun vurgulanması ve sorunun, ‘demokratik haklar, eşitlik, kimlik ve farklı kültürlere saygı ile sosyo-ekonomik boyutlarının’ görülmesi gerektiği şeklinde özetlenebilir. CHP’nin bu raporlarının, günün koşulları ve 1990’dan bu yana yaşanan gelişmeler de dikkate alınarak gözden geçirilmesi yararlı olur. Böylesi bir çalışma, CHP’yi birtakım haksız eleştirilerden koruyacağı gibi dil ve söylem birliğine de katkıda bulunur. Demokratikleşme önerileri ve tutum belgesini de bu yönde bir çalışma olarak değerlendirmek gerekir.”
‘Biz bu görüşleri ve önerileri destekliyoruz’
Karakaş, CHP’de tartışma yaratan bildiriye imza atmasının nedenlerini de şöyle özetliyor: “Bildiri, çatışmasızlık sürecinin kalıcı barışa dönüşmesi için atılması gereken demokratikleşme adımlarının konuşulmasını öneriyor. Halkta ‘otoriterleşme kaygıları yaratan başkanlık sistemi’ önerisinin, sürecin dışında bırakılması ve sorunun çözümü yolunda ‘barış dilinin’ öne çıkarılması gereğine vurgu yapıyor. Bildiride ayrıca demokratik hak ve özgürlükleri çiğneyerek barışa ulaşılamayacağının da altı çiziliyor ve de barışın teminatının ‘çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi demokrasi’ olduğu vurgulanıyor. Umarız iktidar partisi bu önerileri ciddiye alır ve demokratikleşme konusunda gerekli adımları atmaya başlar. Biz bu görüşleri ve önerileri destekliyoruz. Çünkü sosyal demokrat CHP de, farklılıkları zenginlik kabul eden özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi tüm sorunların çözümünün önkoşulu olarak görmektedir.”