Radyo içinden bize seslenen güzel insanlar

Yaşam değişti, kulaklığınızı takıp yürüyüş yaparken, araçta yol alırken radyo tiyatrosu dinlemek fena fikir değil. Ben uzağım, başarılı işler gerçi, yine de yeni kuşaklar için diye düşünüyorum.

Enver Aysever / Kurşun Kalem

1. Çocukluğum radyo tiyatrosu dinleyerek geçti. Son romanımda radyoyu başkişi de yaptım. Canı olduğunu düşünürdüm radyomuzun. Anneannem, kız kardeşim ve ben başında toplanırdık. Eskiler anlatır, etrafında buluştukları bu sevimli aygıtın içinde küçük insanlar olduğunu düşünenler varmış, böylesi saflığı özler olduk. Söz konusu oyunu inandırıcı kılmak için, kim bilir ne şartlarda efektler yapılıyordu. İşitmiştim; ormanda çıtırtı seslerini vermek için emekçiler topladıkları dallardan sesler üretirmiş örneğin. Ne büyük çaba... Tiyatro sevgim öyle başladıydı.

2. Büyüdükçe iyice bağlandım tiyatroya, Darülbedayi hepimizin evidir, orada eğitim alırdı İstanbullular. Üç Kız Kardeş’i, Vişne Bahçesi’ni izleyerek Çehov hayranı olduydum. Bizim edebiyatımızın seçkin örneklerini de ilk orada gördüm. Büyük oyuncuları ilerleyen yaşlarımda yakından tanıdım, derken 1992 yılında yarı amatör biçimde kendi tiyatromuzu kurup perde açmıştık. Geçen gün Tiyatro Çisenti’nin afişlerine baktım, yirmi yılımı vermişim. Tiyatrocuların anılarını döner döner okurum, çile hep aynıdır, dönem değişir, çile aynıdır. Demem o ki tiyatro yapmak çokça sevda, direnç demektir. 

3. “Arkası Yarın”ların eski kayıtlarınIa rastlayınca, uzun araba yolculuklarında hâlâ dinliyorum. Kardeşim Selnur tutkunu, belki memur evimizin eğlencesini ansıyor, geçmişe duyduğu özlemle sarılıyor oyunlara diye düşündüm; ama değil, hâlâ güzel, güncel, tertemiz Türkçeyle soluk aldırıyor oyunlar. Bu geleneği sürdürmek için, yeni olanaklarla, başka yapılarda hazırlanıyor oyunlar. Yaşam değişti, kulaklığınızı takıp yürüyüş yaparken, araçta yol alırken radyo tiyatrosu dinlemek fena fikir değil. Ben uzağım, başarılı işler gerçi, yine de yeni kuşaklar için diye düşünüyorum.

4. Tiyatronun ölümle boğuştuğu günlerdeyiz, hem siyasal saldırı altında tiyatrocular hem de salgından en çok yarayı onlar aldı. Bazısı yamanacak kapı buldu, ancak büyük çoğunluk yazgısıyla baş başa kaldı. Üstelik muhalif belediyelerin başına konulan kimi yeteneksiz isimler yüzünden ardı ardına yanlış kararlar alındı. Mesele yalın, “özel tiyatro” diye bir kavram yoktur, her kumpanya geniş kesime ulaşmak ister, halkla bütünleşmek için çabalar. Elbette ödenekli kurumlar kendi geleneğini sürdürecek, ancak özel tiyatroların bu güç günlerinde de kapısını aralayacak. Peki, bu nasıl olacak? Darülbedayi geleneğinden gelmeyen biri nasıl becersin bu işi? Ergen dille, kavgalarla, iktidar budalalığı ile olur mu? Koltuk zehirdir zehir.

5. Ferhan Ağabey, Münir Özkul’dan aldığı kavuğu Rasim Öztekin’e devrettiydi. Kavuk, halkın komiği olmak anlamı taşıyor, ama nasıl bir komik sorusu da önemli elbette! İktidara karşı halkın yanında olacaksın, bağımsızlığından ödün vermeyeceksin, kendi tiyatron olacak, her koşulda zalime karşı yoksul diyeceksin, kolay iş değil. Rasim Öztekin, bu yükü ne denli sırtlandı bilemiyorum ama devir tercihiyle yürekleri çeldi. Şevket Çoruh, tırnaklarıyla kazıyarak bina yaptı, kimsesizlere kimse olacak mekân yarattı, neyi var neyi yoksa koydu bu yola. İstanbul’un kültür yaşamını teslim ettikleri “gelen ağam, giden paşam” diyen yeni dönem sanal muhalif sanatçılarından değil.  

6. Şehirler orada yaşayan insanların tercihleriyle biçimlenmelidir elbette. Yalnız bu işi de “çoğunlukçu AKP demokrasisi” gibi sanmamak gerek. Benim şehrim İstanbul, çok zamandır cehalet işgali altındaydı, geçer sandık, meğer kılık değiştirmiş. Şu “yetmez ama evet” diyen tayfa ne yapıp ediyor, her iktidara yakın oluyor. Verdikleri zarar saymakla bitmez. Entelektüel namus hususunda çok gerideyiz. Kendini güzelce yaldızlı pakete koyanlarla nereye dek gidilir, emin değilim. Muhtaçlar toplumu içinde kıvranıyoruz. Bir grup tiyatrocunun iktidara avuç açan metnini okuyunca utandım. Hani derler ya “simit sat onurlu yaşa” diye, yazık ki o günlerdeyiz yine.

7. İstanbul’a geçen gün çok güzel bir tepeden baktım ben de! Çimenlerin üzerine serilerek izledim; vapurları, ışıltılı tekneleri, biraz başını kaldırınca yazık ki dev gökdelen kirliliğiyle burun buruna geliyorsun. Boğaz’da evim olmadığına sevindim; keyif vermiyor o görüntü,  tersine vicdan azabı büyüyor, “ne yapmışlar şehrime” diye hayıflanıyor, kıvranıyor inan. Salt beton rantı değil söz konusu, bir de sanatsal güç devşirenler var. Ucundan tutunca iktidarı kafalarını kuma gömenlere sanatçı mı diyeceğiz? 

Serinlemeye başladı hava, üstüme hırka alıp çıkıyorum evden, güzeldir eylülü İstanbul’umun. Gel gelelim düşünmek peşini bırakmaz insanın, bir kez alıştın mı buna, vazgeçemez, devredemezsin. Burnunun ucuyla kavga etmek kaçınılmazdır. Gamsız insanlar arasında öfkelenmemek elde mi? Sığındım eski bir radyo oyununa, bir yandan ilk gençliğe gittim, uyumuşum, düşünmekten yorgun...