Psikiyatrist Agah Aydın ile salgın, ilişkilerimiz ve aşk hayatımız üzerine: Pandemide yalnızlaşmadık, yalnızlığımızın farkına vardık
Psikiyatrist - Psikoterapist Dr. Agah Aydın, “Pek çok insan pandemi sürecinde yalnızlaştığını değil, pandemiden önce ne kadar yalnız olduğunu fark etti” diyor.
Tuğba ÖzerÇizim: Zafer Temoçin
Koronavirüs aramızdan yüz binlerce insanı almakla, dünyada birçok insanı işsiz bırakmakla ve bizi evlerimize kapatarak sevdiklerimizden ayırmakla kalmadı yalnızca. Ruhumuzda da tamiri zor bazı izler, yaralar bıraktı şüphesiz.
Pandemi süreci, ‘Biz ne yaşıyoruz böyle!’ sorularını dönüp dönüp kendimize sorduğumuz, yalnızlık duygusunu her zamankinden daha fazla hissettiğimiz bir dönem oldu birçoğumuz için.
Kimileri buna ‘yalnızlık pandemisi’ adını bile koydu. Sarılmak, dokunmak, öpmek kısacası birbirimize fiziksel olarak temas etmek artık eskisi kadar kolay değil.
Peki biz sahiden ne yaşadık, ne yaşıyoruz? Covid-19’un yanında bir de yalnızlık salgınına mı tutulduk?
Psikiyatrist - Psikoterapist Dr. Agah Aydın’a göre artan yalnızlık hissimizin tek sorumlusu koronavirüs değil.
Aydın, yalnız insanın hayatla ilişkisini müebbet mahkûmunun dış dünyaya duyduğu korkuya benzetiyor ve ekliyor: “Sosyal yaşamda yalnızlaştırılan insan hastalandı."
YALNIZLIĞIMIZIN FARKINA VARDIK
Bu süreci nasıl yorumluyorsunuz siz?
Bize acı veren, şaşırtan, çaresiz bırakan şeyler yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımızı nasıl yorumladığımızdır. Yalnız olmadığımız zamanlarda bize eşlik edenler yalnızlığımızı artırıyorlar mıydı, yoksa azaltıyorlar mıydı? Bu sorunun cevabı her birimiz için farklı olacaktır. Pek çok insan pandemi sürecinde yalnızlaştığını değil, pandemiden önce ne kadar yalnız olduğunu fark etti. Birçok kişi bu yalnızlık anlarında yerden tavana kadar ıvır zıvırla dolu evlerinde, dışarıda telefon edecek kimsesinin olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Çünkü işyerinden, gece hayatından tanıdıkları insanlarla hakiki bir ilişkileri yoktu, onları arayamazlardı. Aylarca, hatta yıllarca aramadıkları akrabaları ve eski arkadaşlarını ise hiç arayamazlardı, buna hem yüzleri yoktu, hem de paylaşacakları bir şey...
Hayatımıza giren kavramlardan biri de ‘yeni normal’ oldu. Eskiden ‘normal’ miydik?
Üç ay içinde binlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın işsiz kaldığı, binlerce ailenin parçalanma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ve geleceğin belirsizleştiği bir ortamda ben normal bir şey görmüyorum. Ama insan uzun süre birlikte yaşadığı her acıya, her zulme kolundan hiç çıkarmadığı bir saat, her gün üstünde taşıdığı bir gömlekmiş gibi alışıyor. Normal dediğimiz şey, gerçeğin katlanılmaz acıları yerine alıştırıldığımız hayatın biraz daha kabul edilebilir yanılsamalarından oluşuyor. İnsan için normal, görüp işittiğimiz tuhaflıklara taktığımız maskedir. Hem eski normalimiz hem de yenisinin ikisi bire değmez, biri de hiçe!
Agah Aydın, “Her insanın zihninde taşıdığı güzel, gelmiş geçmiş her adamdan, her kadından daha güzeldir” diyor.
Tekrar ‘normal’ olabileceğimizi düşünüyor musunuz?
Mutlu anlarını, acılarını, burukluklarını, şaşkınlıklarını paylaşacak kimsesi olanlar maruz kaldıkları travmalardan, başlarına gelen felaketlerden kolay kolay etkilenmezler. Sevinçlerini, acılarını paylaşacak kimsesi olmayanların, kimsesizlerin travmaları iyileşmez. Müebbet mahkûmunun dış dünyaya duyduğu korkuya benzer yalnız insanın hayatla ilişkisi. Dostoyevski Suç ve Ceza’da ailesini, parasını, işini, itibarını kaybetmiş alkolik bir eski memur, Marmeladov üzerinden anlatır kimsesizliğin nasıl bir sefalet olduğunu. u Travma yaşayan biri Marmeladov... Raskolnikov’a şöyle anlatır travmasını: “Sayın beyefendi, fukaralık ayıp değil; bunu bilirim. ... Ama sefalet, sayın beyefendi, sefalet ayıptır. Bir insanın artık gidecek bir yeri olmaması ne demektir bilir misiniz? Her insanın dara düştüğünde çalacağı bir kapı bulunmalı değil midir? Eğer çalacağınız bir kapı yoksa, sefalete düşmüşsünüz demektir.” u Buradan tartabiliriz durumumuzu diyorsunuz yani... Travma, dara düştüğünüzde gidecek bir yerinizin; sesinizi duyup duyuracak kimsenizin olmamasıdır; başınıza gelenlerin üstünün örtülmesi, “normaldir bu başınıza gelenler” denilmesidir. Geleneksel toplumlarda insanın gideceği yer ailesidir, modern toplumda ise sosyal devlettir. Kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri dara düşenin, yakınlarını kaybedenlerin kimsesi olmayı başarabilirlerse salgının bıraktığı izler hafifler, açtığı yaralar iyileşir.
SARILMAYI ÖZLEMEK
Bu dönemde pek çok insan en çok sarılmayı, öpmeyi ve kişisel teması özlediğini söylüyor. Neden sarılmayı ve öpmeyi bu kadar özlüyoruz?
Küçük çocuklar annelerinin eteğine yapışır bırakmazlar. Büyüdükçe anneden ayrı bir varlık olduklarını kanıtlayabilmek için hem kaçar hem de yakalanmak isterler. Kovalanmama acısıyla yaralanmış çocuklar tekrar tekrar geri dönüp yakalanmayı beklerler. İnsanın benliği, ötekinin bakışına, tenine çarparak şekillenen bedende kurulur. Ötekinin bakışından, teninden mahrum kalan her beden zaman içinde yozlaşır, bütünlüğünü kaybeder.
Psikiyatr Agah Aydın, “İlişkinin, aşkın sanalı gerçeği olmaz. İlişki zaten, ötekine gönderilen bir mesajdır. O mesaj ötekine çarpıp bize geri gelir ve zihnimizdeki fanteziyi yaşayabilmemize vesile olur” diyor.
Sağlıklı bir ilişkinin tanımı sizce nedir? ’Sevmenin sanatı’ var mıdır?
Bana göre sevmek ne sanattır, ne de zanaat. Herhangi bir canlıyı sevmenin ilk koşulu saygı duymaktır. Saygı duymadığınız birini sevemezsiniz. Sevmediğiniz biriyle de sağlıklı bir ilişki kuramazsınız. Saygı duymadığınız birine sadece sahip olabilirsiniz: bir resim fırçası, bir tuval, bir kamera gibi... İşte, o eşyalarla istediğiniz sanatı icra edebilirsiniz, ama o resimlerle, o filmlerle sevişemezsiniz.
HASET SALDIRIDIR
Şimdiki ekonomik sistem ilişkilerimizi nasıl etkiliyor?
Etkilemiyor, çürütüyor. Çağımızın baş belası kıskançlık ve hasettir. Haset sevmeyi ve bütünleşmeyi imkânsız kılar. Haset iyiye bir saldırıdır. Başka deyişle, sevenin sevgisine, iyinin iyiliğine, bağışlayanın bağışlayıcılığına bağımlı olmaya dayanamamanın hissettirdiği, insan yavrusunun en yıkıcı duygusudur. Sevemeyen haset eden insan, beğendiği kişilere hayran olmak, onun gibi olmak, onunla dost olmak yerine, o kişilere “gıcık olur”... Ekonomik sistemin neyi, nasıl değiştirdiğini en iyi dildeki değişimden anlarız. George Groddeck’in dediği gibi, “Her şey dildir. Dil kültürün taşıyıcısıdır. İnsani ilişkinin temel koşulu.” 1980’li yılların en sinsi, en disiplinli ideolojisi bilginin, bilimin değersizleştirilmesiydi. Aptallar da destek versin diye entelektüellerle “entel” diyerek dalga geçilirdi. Şimdilerde toplumsal dayanışma ve insani değerler hedefte... Sloganı da “duyar kasma”yın oldu.
MUHALEFET ŞART
Gidişat kötü diyorsunuz...
Bilgiye, dayanışmaya duyulan öfke, kendini her gün yenileyerek yineliyor. Cehaletinden, duyarsızlığından ötürü dahil olamadığı her muhabbete, her ilişkiye cehaletine kanarak saldırıda bulunanların yeni sloganı da “boş yapmayın”... Mekânla, zamanla, arzusu “öteki”nin arzusuyla sınırlandırılmamış insanın, ona mal satabilmek için “anı yaşa”, “zevk al”, “sınırları aş” telkinleriyle vardığı yer; yalnızlık, melankoli, umutsuzluk, yerinde duramama, dikkat dağınıklığı, dürtüsellik, tatminsizlik ve anlamsızlık oldu. Sorumluluk alamayan, sınır tanımayan insanların ilişkiye bakışı öylesine takılmak, sloganı da, “takılıyoruz” oldu. Öylesine takılma çağının insanı, bugün elini neye atsa kendine takılıp düşüyor. Konuşurken kullandığı fiiller “gıcık olmak”, “boş yapmak”, “duyar kasmak”, “öylesine takılmak” olan bir insanın kuracağı ilişkilerde derinlik, duyarlılık, incelik olacağına inanmıyorum. Özümüze dönmenin, sevdiklerimize kavuşmanın, özüne güvenen insanlar olmanın ilk adımı alıştırıldığımız, alıştığımız her bir sözcüğe ayrı ayrı muhalefet etmektir.
Pandemi sürecinde ilişkiler de sanal ortamda ilerliyor.“Aşk” dediğimiz olgu internette de yaşanabilir mi? Sosyal medya ilişkilerimize ne yapıyor?
Balzac’ın Sarrasine adlı romanında heykeltıraş Sarrasine, Zambinella’yı bir tiyatroda gördüğünde öyle çok beğenir ki “Bir kadından çok daha fazlasıydı, bir başyapıttı!” diyerek hayranlığını anlatır. Onun için Zambinella, bir insanda aradığı her şeyi kendinde barındırmaktadır. Hemen atölyesine döner narin ellerini, ince belini, yumuşak tenini çizmeye ve yontmaya başlar. Ancak ortaya Zambinella’ya benzemeyen bir başyapıt, çıkmıştır. Zambinella’dan fazla, bir kadından az olan bu başyapıt güzelliğin de çekiciliğin de bakanın gözünde, düşünenin zihninde, yani “sanal” olduğunu göstermez mi? Aksini düşünenleri Proust, “Aradığım gerçeğin onda değil, bende olduğu belli” diyerek uyarır. Âşık Veysel ise “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa” diyerek mevzuyu özetler.
SOSYAL MEDYA, HASTALANAN ÇAĞ İNSANININ İYİLEŞME REFLEKSİDİR
Her insanın zihninde taşıdığı güzel, gelmiş geçmiş her adamdan, her kadından daha güzeldir. O halde ilişkinin, aşkın sanalı gerçeği olmaz. İlişki zaten, ötekine gönderilen bir mesajdır. O mesaj ötekine çarpıp bize geri gelir ve zihnimizdeki fanteziyi yaşayabilmemize vesile olur. Sosyal yaşamda yalnızlaştırılan insan hastalanıyor, kendini sevme ayarsızlığının ıstırabıyla baş başa kalıyor. Her insanın özü şu ya da bu düzeyde narsisistiktir. Narsizmi törpüleyen, kişiyi olgun bir kişilik haline getiren de ötekiyle sınırlanmasıdır. Kendini sevme ayarsızlığından kurtulmak için insan içine çıkmalı insan! Sosyal medya, sosyal yaşamda hastalanan çağ insanının birbirini, benzerini bulmak için giriştiği iyileşme refleksidir.
GHOSTİNG, LOVEBOMBİNG, FRİENDZONE...İlişkiler demişken son dönemde sıkça duyduğumuz bazı kavramlar var. Ghosting, lovebombing, friendzone gibi... Özellikle, kadınlar bu kavramları uğradıkları şiddetin ifşası, bir “bilinç yükseltme” olarak niteliyorlar. Sizce? Bu kavramların yaygınlaşmasının nedeni ilişki kuramayan, ilişkinin tadını çıkaramayan, cinselliği tanımayan, cinsel ilişkiyi duygulardan kopuk yaşayanların sayısı arttığı için olabilir. Toplumdaki yalnızlaşmanın, insanların kendilerini ve duygularını ifade etmekte güçlük çekmesinin bir sonucu. Erkek egemen toplumlardaki kadına yönelik şiddetin ve cinsiyetçi söylemin yenilenmiş bir tezahürü olarak görülebilir. Ghosting: Flört sırasında birden sırra kadem basılması. Lovebombing: Aşırı ilgiyle partneri zor durumda bırakma, aşk bombardımanı. Friendzoning: Romantik bir ilgiyle yaklaşan kişiyi arkadaşlık ilişkisine mecbur bırakma. |