Propagandanın iyisi olabilir mi?

Sanata müdahale ve “ruh mühendisliği” insanlığın yararına da yapılmak istense, adı “Toplumcu Gerçekçilik” de olsa, her rüya gibi bitiyor, hatta kaba saba afişler, sonunda kâbusa bile dönüşüyor.

Yazgülü Aldoğan

Açıkça belirtmeliyim ki sanat akımları içinde en sevmediğim ve zaten devrini tamamlamış olan kültür sanat akımı, “Toplumcu Gerçekçilik” diye kibarca adlandırılan ama temeli iyi niyetle de olsa yeni bir insan modeli inşası için propaganda malzemesi yaratmak olan akım.

Otuzlu yıllarda önce edebiyat dergilerinde dillendirilip ardından Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde teorik bir sistem olarak resmen kabul edildikten sonra sadece Rusya’da değil, bütün peyk ülkelerinde uygulamaya konulan, edebiyat ve sanatın devletin ve partinin amaçlarını yücelten, destekleyen “proleter devrim ideolojisinin hizmetinde” olmasına adanması ekolü.

Stalin’in “Ruh üretimi, tank üretiminden daha önemli, sanatçılar ruh mühendisidir” anlayışı ve yeni rejimin inşasının “ruh mühendisliği” yani beyin yıkamadan geçtiği için kültür ve sanata büyük önem verilerek müdahale edildiği dönem.

İşçi sınıfının ideolojik dönüşümünün ve eğitimin gerçekleştirilmesinin kültür ve sanata müdahaleyle yaptırılması, Stalin döneminin komünist ütopyayı rayından çıkarmasıyla birlikte yok oldu gitti.

REJİM İÇİN PROPAGANDA

Her rejim kendi ideolojisini yaymak için kültür ve sanatı, eğitimin yanında kullanmak istemiştir ve kullanıyor. AKP iktidarı da başa geldiğinde “kindar ve dindar bir gençlik yaratma” iddiasını hayata geçirmek için bütün bir eğitim sistemini sil baştan yazdı. Ama sanata müdahalede başarılı olamadı, hiçbir rejim başarılı olamıyor. Sanat, ancak özgür bırakıldığında yaratıcı olabiliyor ve toplumda karşılığını buluyor.

Uzun bir giriş yaptım ama Pera Müzesi’nde, pandemi aylarından sonra ilk kez kısıtlı da olsa canlı bir basın buluşmasıyla açılışını yapıp gezdiğimiz “Bir rüyanın İnşası; Arnavutluk Sanatında Toplumcu Gerçekçilik” sergisinin benim için sanat değerinden çok siyasi değeri var. Bir buçuk yıllık bir çalışma sonucu Artan Shabani’nin küratörlüğünde hazırlanan sergide 20’den fazla sanatçının yüzü aşkın eseri yer alıyor.

Serginin en göze çarpan resimleri Robert Termeti’nin büyük boy çalışmaları. Akademi mezunu ve asker kökenli sanatçı Termeti, Arnavutluk’a uzun bir dönem damgasını vurmuş lideri Enver Hoca ve Necmiye Hoca’yı da resmetme hakkına sahip sanatçılardan.

Çünkü o dönem, her sanatçının buna hakkı yok! Resimlerde, buram buram siyaset kokmalarının dışında, çarpıcı olan işçi, köylü ve askerlerin yüceltilmesi, simge olarak sıkça bayrak olması ve eşit olarak gösterilen kadınlar! Afişlerin de neredeyse tümünde sert bakışlı, kendini devrime adamış mücadele eden kadınlar var! Resimlerde en dikkatimi çeken özelliklerden biri de orantısızlık, eller, omuzlar, ayaklar çok büyük.

Sergi kataloğu için bir giriş yazan Tiran Güzel Sanatlar Akademisi öğretim üyesi Emir Hoca, toplumcu gerçekliği şöyle açıklıyor: “İşçilerin hayatlarına temas etmesi açısından proleter, halkın gündelik yaşantısını yansıttığı için tipik, imgeye sadık temsiller ürettiği için gerçekçi, devlet ve partinin hedeflerini desteklediği için partizan.” Ve yaratılan her sanat eseri de bu ilkelere uyup uymadığının kontrolü için katı bir denetimden geçiriliyor! İşte en kabul edilemez olan da bu!

Toplumcu Gerçekçilik akımı, Sovyetler’in dağılması ve siyasal sistemin değişmesinden sonra 80’li yıllarda sona eriyor ve hatta reddedilmekle kalmayıp aşağılanıyor, şeytanlaştırılıyor. Ama bir dönemi ve özellikle totaliter sanat gerçeğini anlamak için de tarihe tanıklık eden eserler kalıyor geride.

Ben her şeye rağmen sergideki resimlerde kadını eşit ve güçlü gören ve gösteren ifadeden memnun kalıyorum! Figüratif resim sevmeme karşın ilgim daha çok empresyonistler, naifler ve hatta Magritte, Miro gibi sürrealistler. Dolayısıyla bu biraz Balaban’ın resimlerini andıran, kaba saba, iri elli ayaklı, çileli suratlı, abartılı işçi köylü sınıfı resimleri benim için ilginç ama zevk alınacak değil, düşündürecek bir sergi. Tarih, günümüzü anlamaya da yararlı olabiliyor. Coğrafi olarak çok yakın ama siyasi olarak bize çok uzak komşumuzun deneyimi otoriter rejimlerin, iyi niyetli bile olsa ne kadar itici olduğu konusunda yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Sergi Pera Müzesi’nde 15 Kasım’a kadar gezilebilir.