Prof. Yumul’a göre tanımadığımız bir dünyaya ilerliyoruz: Kırılma anındayız
Dünya bir yandan ölümle, hastalıkla mücadele ederken bir yandan da salgın sonrası hayatımızın nasıl evrileceğini tartışıyor. Bilgi Üniversitesi’nden sosyolog Prof. Dr. Arus Yumul ile konuştuk...
İpek ÖzbeyBilgi
Üniversitesi’nden sosyolog Prof.
Dr. Arus Yumul
- Koronavirüs hayatımızı nasıl değiştirecek?
Bir tarafta artık yok olduğu iddia edilen salgınların geri dönüşü ile hayatlarımız da geçmişe dönerken öte yandan geleceğin teknolojileri ile bilmediğimiz, tanımadığımız bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Tabiri caizse, alacakaranlık kuşağında, belki de tarihin kırılma anlarından birinde bulduk kendimizi. Ölümün dahi anonimleştiği o kırılma anlarından birinde. Hayatımızın her alanı değişecek. Sennett’in “kamusal insanın çöküşü” olarak adlandırdığı süreç tamamlanacak. Eskiden kendisine benzemeyenden farklı olandan korkan insanlık kendisini herkesin birbirinden korktuğu bir ortamda bulacak. Çareyi sırtını herkese dönmekte arayacak.
GEREKSİZLER SINIFI!
- Bir araya gelmekten korkacak mıyız?
Ekonomiler resesyona sürüklenirken sosyallik de resesyona girecek. İnsanlar yalnızlıktan değil gerçek birliktelikten korkar hale gelecek. Yeni bir salgın ihtimaline karşı sosyal mesafeyi korumak önem kazanacak. İlişkiler büyük ölçüde teknoloji aracılığıyla gerçekleşecek. Büyük bir ihtimalle eğitimden kültüre birçok alan dijital ortama taşınacak. Yani salgından önce başlayan dönüşüm tamamlanacak. Dünya tabii ki bundan önce de büyük salgınlar geçirdi, bazılarının hiç öngörülmeyen sonuçları oldu. Örneğin on dördüncü yüzyıldaki veba salgını yani Kara Ölüm feodalizmin sonunu getiren önemli etkenlerden biriydi. Büyük çaplı ölümler işgücüne olan ihtiyacı her yerde artırmıştı. Aristokrasi eski düzeni yeniden kurmak istediğinde Avrupa’nın birçok bölgesinde isyanlar patlak verdi. Oysa bu salgından çıktığımızda sistemin insana ihtiyacı olacak mı diye sormak gerekiyor. Üretmek için işçiye, savaşmak için askere gerek duymayan bir sistem için, “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” yaklaşımını benimsemek çok kolay. Yuval Noah Harari, teknoloji ve yapay zekânın gelecekte “gereksizler” diye bir sınıfın doğmasına yol açacağını zaten birkaç yıl önce söylemişti. Salgın geçip gittiğinde birçoğumuz kendimizi bu sınıfın içinde bulabiliriz. Bugün olmasa yarın.
İKİ SENARYO
- İyimser senaryo ne diyor?
İyimser senaryo, insani değerlerimizi yeniden hatırlayıp sahipleneceğimizi öne süren, dayanışmanın, yardımlaşmanın artacağı, kutuplaşmanın azalacağı, tüketim çılgınlığının son bulacağı, sosyal devletin yeniden önem kazanacağı ve hatta kapitalizmin sonunun geleceğini öngören bir senaryo.
- Peki kötümser senaryo?
Ekonomilerin uzun dönemli resesyona gireceği, işsizliğin, ırkçılığın, içe kapanmanın artacağı, totaliterleşme yönünde önemli adımlar atılacağı ve kapitalist sistemin kendisini korumak için gerekli önlemleri alacağını öngören kötümser senaryo. Belki ülkeler sağlık ve gıdada kendi kendilerine yeterli olma yollarını arayacaklar. İnsanlar belki dayanışmanın önemini kavrayacaklar. Ancak tersi de mümkün. AB örneğinde veya aşı çalışmalarında gördüğümüz “herkes kendi başının çaresine baksın” yaklaşımı, devletlerden bireylere de yansıyabilir. Varlığını devam ettirmek tek amaç haline geldiğinde insanların neler yapabileceğini, nasıl bir tepki göstereceğini tarih defalarca göstermiştir.
KAPİTALİZMİN SONU MU?
Bunu öngörenler var. Zizek, Sovyetler Birliği’nde 1918- 1921 yılları arasında uygulanan sıkı tedbirlerin benimsendiği “savaş komünizminden” bahsediyor. Bildiğiniz gibi orada amaç Kızıl Ordu’yu ve şehirleri aç veya silahsız bırakmamaktı. Ancak Naomi Klein gibi, şu anda yaşadığımız koşulların, herkesin günlük acil sorunlara odaklandığı bugünlerin, hükümetler ve küresel seçkinlere daha “normal” zamanlarda uygulamaya koysalardı geniş bir muhalefetle karşılaşacakları politikaları hayata geçirmek için büyük bir fırsat sunduğunu, mükemmel bir ortam hazırladığını düşünenler de var. Klein, tarihte yaşanmış felaketleri, büyük ölçekli krizleri, mevcut eşitsizlikleri sistematik olarak derinleştiren “felaket kapitalizminin” takip ettiğini söyler. Onun kriz sonrası dünya için beklentisi bu yöndedir. Belki kendini tanrılaştırma yolunda yürüyen, Harari’nin sözleriyle “Homo sapiens”ten “Homo Deus” yaratmaya çalışan insanlık gözle görülmeyen ufacık bir virüs karşısında yaşadığı şaşkınlığı, beceriksizlik ve çaresizliği gördüğünde, kriz geçtiğinde hırslarından, bencilliğinden ve “sözde gereksinimlerinden” vazgeçip daha paylaşımcı bir yaşama geçer mi ve hepsinden önemlisi sosyal devletin vazgeçilmezliği anlaşılmış mıdır, bunu da öngörmek zor.