Prof. Kaboğlu’na göre OHAL Komisyonu başvuruları 7-8 yılda bitecek: ‘AKP’nin gaz odası’

Tam bir yıl önce gece yarısı KHK’si ile üniversiteden uzaklaştırılan anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’na göre esas korkan iktidar. Bu nedenle her türlü eleştiriye baskı uygulanıyor. Kaboğlu, “Yurttaşlık kavramıyla, birleştirici, evrensel kavramlarla ilerleyelim, biz kazanacağız diyorum. Ben umutluyum. Umutlu olalım” diyor.

Hilal Köse

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, bir yıldır üniversitesinden uzak. 7 Şubat 2017’de bir gece yarısı KHK’sinde ismi yer almıştı. Geçen bir yılı konuşmak için Kadıköy’de buluştuk. Anayasa derneğinin çalışmaları ve Anayasal bilgilendirme toplantıları Kaboğlu’nun tüm zamanını almış durumda. Son kitabı, 15 Temmuz Anayasası, genişletilmiş üçüncü baskısıyla raflarda. Kaboğlu, akademik durumu için ‘ihraç’ sözcüğünün kullanılmasına kesinlikle karşı çıkıyor. Kendisini “KHK ek listede adı yer alan kişi” olarak tarif ediyor. Bu tabiri şimdiye dek, barış imzacısı olarak yargılandığı davaya bakan mahkeme başkanına teyit ettirebilmiş. “Benim üniversiteye dönmem, aç kalmam ya da birilerinin deyimiyle ağaç kabuğu yemem önemli değil” diyerek, 2019 seçimlerine çalışmanın önemine vurgu yapıyor. OHAL İnceleme Komisyonu’nu “AKP hükümetinin gaz odasıdır” diye nitelendiriyor.

- Nasıl geçti bir yıl?

Dakikalarla yarışma devam ediyorum. Hala ilk karşılaştığım kişiler, ‘hocam geçmiş olsun’ diyorlar. Ben de ‘Lütfen bana üzülmeyin, Türkiye’nin durumuna üzülün’ diyorum. ‘Bir şey yapabilir miyiz?’ diye soran olursa, ‘Seçimlere çalışın’ diyorum. Samsun’da bir kadın güzel bir soru sordu. “16 Nisan öncesi yeterince çalıştık mı?” Çalıştık ama yeterince çalışmadık. Dört elle sarılmadık. Yeterince çalışsaydık, ‘Hayır’ yüzde 55’e çıkardı. Şimdi önümüzde 2019 var.

- 2019’da ne yapacağız?

16 Nisan’da bir oylama yaptık ama Anayasa oylaması değildi. Ben ona plebisiter Anayasa referandumu diyorum. 2019’daki oylamaya seçim diyoruz ama esasen bu seçim görünümlü bir Anayasa oylaması olacak. İki kamp girecek seçime. 16 Nisan’ı savunanlar. “Hayır. 6771 sayılı kanun Türkiye için sürdürülebilir bir metin değil. Biz seçimi iktidar için değil, demokratik rejime geçiş için, Anayasa için kazanmak istiyoruz” diyenler. Muhalefet partileri de seçmene Anayasal bir seçenek sunmalı. Her parti yine kendi adayını çakırmalı ama ikinci turda en çok oyu alanı desteklenmeli. Seçimi kazandıkları gün yani 4 Kasım’da “Demokratik bir Anayasa’ya geçmek için seçimi aldık” diye deklare etmeliler. Bir taraf tek kişi iktidarı için, bir taraf da halk iktidarı için oy verecek. Bunu inanarak söylüyorum. Muhalefet partileri ortak hedeflerle başlayıp, çerçeve metni ortaya çıkarabilirlerse, seyahatlerimde gördüğüm kadarıyla böyle bir beklenti çok yüksek.Yargı bağımsızlığı, erkler ayrılığı gibi temel ilkelerde asgari müşterek tavır. Böyle şeyler bekliyor insanlar, bir umut ışığı. Lider kim olacak dediğinizde daha baştan kaybediyorsunuz.

- İzlenimlerinizden söz eder misiniz biraz?

Hangi siyasal aidiyette, etnik kökende olurlarsa olsunlar, insanlar 2019’daki ortak tehlikeyi görmeye başlıyorlar. Sorulan sorulardan bunu çıkarıyorum. Ama kaygı da halen var. Nedir o kaygı? Sandığa giren oy ile çıkacak oy aynı olacak mı kaygısı. Bu soruyu Batman’da da, Samsun’da da sordular. OHAL devam edecek mi? Kaybetse de iktidarı verecek mi? Bu tür söylemler bizi tembelliğe, umutsuzluğa, boşvermişliğe yönlendiriyor diyorum. Onlar iktidarı bırakmamak için canhıraş çalışıyorlar, hileyi de hurdayı da kullanarak ve her türlü yolu mübah sayarak. Biz ise azınlık statümüzü kaybetmemek için rehavetimizi bozmuş değiliz. Konuşmalarımda üç liderin dürüst tavırlarını da öne çıkarıyorum.

- Nedir o tavırlar?

Devlet Bahçeli: 16 Ekim günü, Anayasal suç işlendiğini söyledi.

Cumhurbaşkın Erdoğan: Anayasa değişikliğinin kişisel projesi olduğunu söyledi.

Başbakan Yıldırım: 6 Haziran’da, desteği 70 günde yüzde 30’dan 51.4’e çıkardığını söyledi. OHAL sayesinde yaptı bunu. Şimdi önümüzde 70 günden çok daha uzun bir zaman var. Bu çelişkileri anlatmalıyız. Bahçeli ve Erdoğan niçin oy istedi bizden? Devletin beka sorunu var dediler. Şimdi devlet ne halde? Peki niçin Anayasa’yı yürürlüğe sokmak için üç yıl bekliyolar? Neden Erdoğan’ın partisine üye olması ve HSYK’nin lağvedilmesi yürürlüğe girdi de Anayasa yürürlüğe girmedi? Devletin beka sorunu mu vardı? Yoksa bir kişinin ve onun partisinin beka sorunu mu vardı?

- 2019’da muhalefet kaybederse Türkiye nasıl bir ülke olur?

Yerel nasıl dağılacak? Meclis dağılımı nasıl olacak? Cumhurbaşkanlığını alan Meclis’te çoğunluğa sahip olabilicek mi? Tam bir bilinmez. Şu da var ki; 16 Nisan’da, yüzde 55’i yakalasalardı, çok rahat olurlardı. Şimdi diken üstündeler. Atı alan Üsküdar’ı geçiyor ya. Sonunda at hesabıyla kazandılar. At hesabı demokrasisi diyorum ben buna. Sorun o atı 2019’da teslim etmemek.

OHAL’İN AMACI 2019

- OHAL ne zaman kaldırılır sizce?

OHAL’i dört döneme ayırıyorum. OHAL, 2015 yılında sokağa çıkma yasaklarıyla başladı. İç Güvenlik Yasası ile bütün Türkiye’de fiilen ilan edildi. Bana göre 16 Nisan’da OHAL nedeni ortadan kalktı. Bütün amaç Anayasa’yı değiştirmekti. Darbecilere karşı bir buçuk yılda mücadele verilmediyse zaten bu saatten sonra inandırıcılığı yok. Kaldı ki OHAL’de Anayasa değişikliği yapılamaz. Hele hele rejimi ve sistemi değiştiriyorsanız hiç mümkün değil. Tanık olduklarımıza baktığımız zaman Marmara Üniversitesi’nde barış akademisyenlerine karşı kurulan komisyonda soruşturma yürüten ve tamamen hukuka aykırı biçimde YÖK’e rapor sunanlardan biri AİHM yargıçlığına önerilmiş hükümet tarafından. Düşünün, hukuka aykırı bir katliam işlemine imza atan kişi Türkiye’yi temsil edecek Avrupa’da. OHAL, FETÖ’cüleri ortaya çıkarmaktan çok hükümet içinde, devlette yer alan, makam sahibi, hükümet yanlısı FETÖ’cüleri korumak için kullanılıyor diye düşünüyorum. FETÖ’cü olması muhtemel çok kişi var bildiğim ama şu anda kraldan çok kralcılık yapıyorlar.

- Nedeni ortadan kalktıysa neden sürdürülüyor?

2019 seçimlerini kazanmak için. Ben buna OHAL’in üçüncü aşaması diyorum. Dördüncü dönemi olacak mı? 16 Nisan’da oynanan metnin yürürlüğe girmesinin adı, tek kişinin daimi OHAL’i. Şu an göstermelik de olsa sağda solda gezen bakanlar var. Tek kişilik kalıcı OHAL dördüncü dönem olacak. Dördüncü döneme müsaade edip etmeme konusunda hala şansımız var.

- İktidarın söylemlerindeki temel çelişkilerden söz ediyordunuz...

Hiçbir ülke kendi tarihine yabancılaşamaz. Birikimine sırt çeviremez. Anayasa bir halkın özgeçmişidir. Yerli ve milli diyorsanız, ben buna ulusal derim, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve çok partili dönem ekseninde kazanımları OHAL ortamında bir çırpıda ortadan kaldıramazsınız. Kaldırırsanız yerli ve milli olamazsınız. Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku’nda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bir kavram yok. Olsa bile bu metinde hükümet yok. Cumhurbaşkanlığı da kaldırılmış. Ve sistem de yok. O zaman ‘gerçekleri çarpıtıyorsun’ diyorum. Hukuk yok’ diyorum. Demokrasiyi işletebilirsek hukuka döneriz. Türkiyeli demokratların, hukuk devleti savunucularının işi gerçekten çok çok zor. Bizim en büyük gücümüz hukuku savunmamızdır. Ama karşımızda öyle bir kitle var ki; hukuku ve demokrasiyi tanımadığı gibi ahlaki ilkelerin en temellerine bile yabancı. Bunları iyi tanımak, iyi izlemek gerekiyor. Dayanışma halkalarını artırmak gerekiyor. Yeni sayfalar açmalıyız, işimiz çok zor.

- İhraça karş OHAL komisyonuna başvurunuz ne aşamada?

İhraç kelimesini duyduğum an ‘KHK ek listesinde adı olan kişi’ diye düzeltin diyorum. Mahkemede de tutanağa öyle geçirdim. Çünkü KHK hukuken yok hükmünde. Yapılış tarzı olarak sakat. Gerekçesiz, gece yarısı yapılmış. Acaba altında imzası olan bakanların kaçı bu metni okuyarak imzaladı? Kaçı ‘Ben cemaatçı değilim’ diyebiliyor. Bozdağ, ‘Ben Bekir Bozdağ’ım. Benim arkamda cemaat yok’ diyebiliyor mu? Ben İbrahim Kaboğlu’yum. Hukuk dışında hiçbir şeye inanmıyorum. Hukukun etkinliğine inanmayanın inancından da kuşku duyuyorum. Dürüst Başbakan gazetecilere 22 Şubat’ta ‘Bizim sizin sayenizde haberimiz oluyor. Hocalarımız gurur meselesi yapmasınlar komisyona başvursunlar’ diyor. Adım da geçiyor. Komisyon birkaç hafta içinde faaliyete geçecekti. Ne oldu?

Bilim katliamı

- Neden ‘ihraç’ ya da ‘görevden alındı’ dedirtmiyorsunuz?

Sonuçları hem zaman hem de mekan olarak dünya çapında kuşaklar boyu travma yaratabilecek bir olay. (Önceki gün bir gazeteden kestiği haberi gösteriyor) Başlığa bakın: “18. ayda FETÖ bilançosu. Kamudan net ihraç 107 bin 174 kişi”. Ben de burda FETÖ blançosu içerisindeyim. Hitler de öğretim üyelerini çalıştırmadı ama Türkiye’ye gelebildiler, benim hocalarımın hocasıydı onlar. Bizim de gencecik, pırıl pırıl, dünyanın bir başka ülkesinde insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek gençlerimiz var. Ama yurtdışına çıkamıyorlar. Bu sadece hukuk kıyımı, düşünce katliamı değil, bilim katliamıdır. Geniş anlamda düşünürsek insanlık suçudur. ‘Kaboğlu emekliliğine bir kaç ay kala görevinden alındı’ diyebileceğimiz kadar basit değil.

- Ve hak arama yolları da hala tıkalı...

Başvur, başvur, başvur. İdare mahkemesine, emniyete, valiliğe, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorsun. Hepsi topu atıyor. OHAL komisyonuna başvurdum. Bir şey beklediğim için değil, kendi kendime tutarlı olmak için. Hep soruyorlar. “Hocam yeni Türkiye Hitler mi Musolini mi Kenan Evren mi?” diye. Hiçbiri değil diyorum. Onların yeni Türkiye dedikleri gerçekten bugüne kadar yaşanmamış yönetim tarzıdır... Bugün Türkiye’de KHK’nin yok hükmünde olduğunu saptamaya cesaret edebilen mahkeme olmasa da AİHM bunu saptayacak. Komisyon altı ay sonra başvuru aldı. Karar bekleniyorken, başkanı Adalet Bakanlığı müsteşarlığına atandı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde atanacak başka kimse yok mu? Çadır devleti miyiz? Muz Cumhuriyet mi? Bence devlet miyiz değil miyiz? Bunu tartışalım. Başkanı görevden alıyorsunuz, yerine başkan bulmak için iki ay bekliyorsunuz. Üstelik ikinci başkanı da Cumhurbaşkanlığı birimi olan Devlet Denetleme Kurumu’ndan. Peki komisyonun kararları neden gizli? Kimi iade etti? Perde arkasında dönen kulislerle mi iade etti? Benim gibi sadece hukuku uygularsa iade edebileceği kişileri hiç iade etti mi?

- Sonuç olarak size dair bir karar henüz yok değil mi?

Bilmiyorum, bana bir şey gelmedi. Başvuru üzerine sekiz ay geçti. Bir yıldır bekliyoruz. O arada Cumhurbaşkanı aç kalmamamız için ağaç kabuğu öngördü. (Gülüyor) Ben birkaç yerde söyledim. ‘Hayır ağaç kabuğu yemiyorum, iki nedenle. Bir senin katlettiğin ağacın kabuğunu yemem. İki, ben ağaç kesmem.’ Ama daha önemlisi hiçbir şeyi yemeyip ölmeyi tercih ederim böyle bir işleme maruz kalmaktansa. Benim için önemli olan adımın o listede olması. Yememekten çok daha vahimdir. Kenan Evren demişti ya ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ Daha dürüsttü. Komisyona baktığınızda başvuruları sonuçlandırması yedi sekiz yılı bulacak. Ondan sonra mahkemeye gitme fırsatı bulacaksın. Ölen ölecek, kalan kalacak. Çoluk çocuk perişan olacak. Sivil ölümden de vahim bir durum. Düşman hukukunun da kuralları var. Ona da benzemiyor. OHAL komisyonu AKP ve külliye hükümetinin bir tür gaz odasına dönüşmüş durumda. Seni oraya kapatıyor.

HUKUKLA AÇIKLANAMAZ

- Yurtdışındaki çalışmalarınız nasıl gidiyor?

İki ay önce Fransa’nın Orleans Üniversitesi’nde AB Türkiye toplantısında katıldım. 6 ay sonra Seul’de yapılacak olan Dünya Anayasacılar Kongresi’nde oturum başkanıyım. Ama gidemeyeceğim. Bunu hukukla açıklayamayız. Demokrasiyle zaten hiç ilgisi yok. Akılla da açıklayamayız. Herhangi bir suç yok. Keyfi olarak göndermiyorusunuz. Ahlakı filan da bıraktık ama aklın da a sı yok mu? Hukukun h si yok. Demokrasinin d si yok. İyi de aklın a sı olmalı yahu. Ben yalnız değilim binlerce insan var. Sadece Adil Öksüz’le aynı yerde isminizin geçmesi zaten aşağılayıcı bir durumdur. Fakültede bir kaç klasör vardır. Konferanslarımı, seyahatlerimi hep bildirmişimdir. Adil Öksüz’ü kim kolladı? Onu gönderenlere hangi işlem yapıldı?

- Şu ana kadar bir elinize yazılı bir bildirim ulaştı mı?

Adalet Bakanlığı ile adliye arasında yazışma oluyor. Kaboğlu hakkında herhangi bir adli kontrol kararı bulunmamaktadır diye. Davayı yürüten mahkeme bu notu düşüyor. Bu belgeye dayanarak pasaport için başvuru yapacağım.

KANUN DEVLETİNE RAZIYIM O DA YOK

- 24 saat anayasa mı düşünüyorsunuz?

O kadar değil. (Gülüyor) Rüyama girdiği zamanlar oluyor ama ben düşündürtmeye çalışıyorum.

- Kararı uygulanmayan AYM yargıçlarından biri olsaydınız ne yapardınız?

Anayasa’nın bu kadar itibarsızlaştırıldığı bir dönemde, Don Kişot gibi neden bu kadar Anayasa’yı öne çıkardığım konusunda bir köşeye sıkıştırma sorusu. 2019’da oylanacak metne anayasal düzeni ortadan kaldıran metin diyoruz. Kısmen yürürlüğe girdi ama ortaya çıkan durum hukuk inancının çok büyük ölçüde yitirilmesine neden oldu. Bu merkezde AYM kararı ortaya çıktı. Yerel mahkemenin tavrı Anayasası’nda hukuk devleti yazan bir devlette düşünelemez, hiç akla gelmeyen bir durum. Kendimi onların yerine koyarsam, ben istifa ederdim ve suç duyurusunda da bulunurdum.

- AİHM’in bu krize müdahalesi nasıl sonuç doğuracak?

Belki de siyasilerin istediği Avrupa ile köprüleri atmaktır. AİHM’e başvuru kişisel açıdan lehe bir durum ama bu açıdan da bakmak gerekiyor. Hukukun olmadığı yerde zaten Anayasa da yok demektir. Tek umudumuz demokrasidir, seçimdir. Benim gözümde şu anda bilinçli bir demokrasi mücadalesi dışında bir çözüm yok. Uzmanlık bilgisi, sivil toplum örgütlerinin haraketliliği ve dayanışması, siyasi partiler. Bu üçü arasındaki bağlar sürdürülmeli. Biz çok haklıyız. Hukuken haklıyız, demokratik olarak haklıyız. Bunu 2019 sandığına ne pahasına olursa olsun bütün kararlılığımızla taşımaktan başka yolumuz yok bizim.

- O yargıçlar nasıl ‘AYM kararına uymuyorum’ diyebildiler?

Arkalarında Ankara’nın, siyasetin gücü, desteği olmasaydı böyle bir sonuç çıkmazdı. Bu bir cürettir çünkü. FETÖ’cüleri temizledik dediklerinde, ‘hukuk ve liyakata dönerseniz bunun anlamı olabilir’ demiştik. Hakim ve savcı alımında aldığımız duyumlar farklı. Partide çalıştın mı diye soruluyor. Yıllar önce Genel Kurmay Başkanı’nın dosyasını Anayasa Mahkemesi’ne göndermeyen özel yetkili yargıçları hatırlayalım. İki üç yıl sonra kumpas dendi. O zaman bu ne? Daha vahimi bu. Bunu sen göz göre göre yapıyorsun. O nedenle bu konuyu ben hukukla açıklayamıyorum. Beni en çok üzen de o. Açıklamakta çaresiz kalıyorum. Böyle bir durum hukuk devleti ilkesine aykırı değil mi diye sorduklarında ‘ne hukuk devleti diyorum. Kanun devletine razıyım o da yok’ diyorum.

UMUTLUYUM UMUTLU OLALIM

- Son olarak barış demek hiç bu kadar baskı görmüş müydü?

Anayasa’nın değişmez dediğimiz maddesinin ifade edilmesi bile suç oluyor. 2003 yılında tezkere Meclis’ten geçmemişti. Geçmesini isteyenler, ‘10- 15 yıl sonra Mehmetçiği bölgeye sevk etmemek için topraklarımızı açalım’ diyordu. Şimdi Mehmetçik orada. Şimdi bize eleştirmeyin diyorlar. Demek ki eleştirmek lazım. Eleştiriden korkmamak lazım. Esas tehlike Anayasa’nın bir maddesini, tırnak içerisinde bile sosyal medyada paylaşımın tehlikeli olduğu hissini insanlara vermektir. Bu durum, “Toplumu korkuttum dize getirdim” diye bir rahatlık verebilir yöneticilere, bence esas korkan onlardır. Koltuk korkusudur. Toplumu, ülkeyi kuran kişinin ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünü paylaşmaktan korkmaya kadar vardırmışsa bu yönetimin gücü sadece fiili bir güçtür. Hukukla ilgisi yoktur. Tarihte çok gördük. En güçlü yönetimler hukuki yönetimlerdir. Fiili yönetimler çok güçlü görünebilir fakat her zaman geçici olmuştur. Şu anda güç fiilidir, hukuki değildir. Bu bize umut vermeli. Türkiye demokratlarına hiçbir biçimde ayrım yapmadan, her vesileyle yurttaşlık diyorum. Eşitlik, laiklik diyorum. Bu bizi birleştiricidir. Şimdi unutalım diğerlerini, yurttaşlık kavramıyla, birleştirici, evrensel kavramlarla ilerleyelim biz kazanacağız diyorum. Ben umutluyum. Umutlu olalım.