Popüler sinemanın reçeteleri...

42. Toronto Film Festivali dün akşam başladı.

Mehmet Basutçu

Venedik’le Toronto arasında son on yıl içinde giderek kızışan rekabet, dengeli bir birlikteliğe dönüşmüşe benziyor. Kaçınılmaz yeni film kapma dürtüsü, gerçekçi bir yaklaşımla, dengeli ve dikkatli bir paylaşımcılığa bırakmış artık yerini. Aslında, çok farklı kulvarlarda koşan bu iki etkinliğin sürtüşmesi, birbiriyle örtüşen zamanlamalarından ve Amerikan filmlerinin paylaşım kavgasından kaynaklanmaktaydı. Venedik sanat sineması kulvarı dışına da taşmayı hedeflerken; Toronto sadece büyük yapımların AVM’si değil, dünya sinemasının her türde örneğini sunan küresel bir vitrin ve pazar olmaya da önem veriyordu.

Sinemasal bağbozumunun bu yıl çok verimli olması da, gözlemlenen uyumlu birlikteliğin bir başka nedeni. Bu bağlamda, Deniz Gamze Ergüven’in Toronto’da büyük yapımlara ayrılan “Gala” seçkisinde dünya prömiyerini yapacak olan filmi “Kings” ilginç bir örnek oluşturuyor. Venedik’te, Alberto Barbera ile ilk karşılaşmamızda hemen “Kings”i sormuştum: “Filmi izledik; çok beğendim ve almak istedim. Ancak, seçkilerin açıklanmasından sadece birkaç gün önce gelmişti önümüze. Ana bölümde yer kalmamıştı. “Orizzonti” seçkisine girmeyi de kabul etmediler...” diye yanıtlamıştı. Geçen yıl aynı durumla karşılaşan Yeşim Ustaoğlu da, “Tereddüt”ün ilk gösteriminin Toronto’da yapılmasını tercih etmişti... İlk uzun filmi “Mustang” ile iki yıl önce yabancı film Oscar’ı yarışında son aşamaya dek gelmeyi başaran Deniz Gamze Ergüven’in Toronto’nun ana vitrini “Gala” seçkisini doğal olarak tercih etmesinin bir nedeni de Daniel Craig ve Halle Bery gibi tanınmış oyuncularla Amerika’da çekilmesinin dışında, işlediği ırkçılık konusuyla güncelliğini koruyor olması. 1992 yılında, Los Angeles’te patlak veren (ve son aylarda yeniden hortlayan) zenci karşıtı ırkçı eylemleri anlatan “Kings”, Deniz Gamze Ergüven’in “Mustang”tan çok önce çekmeyi planladığı bir projeydi. llk gösterimi gelecek hafta yapılacak filmi merakla bekleyen sadece bizler değiliz !...

Venedik Festivali 2010’lardan bu yana özellikle genç Türk sinemasını dikkatle izleyip ödüllendirirken; Toronto, hem kendini kanıtlamış hem de genç Türk ya da Türk asıllı yönetmenlerin filmlerine daha geniş bir yelpaze içinde yer veriyor.

Bu yıl, Almanya’da doğan, sinema eğitimini Avusturya’da yapan Hüseyin Tabak’ın Yılmaz Güney’i anlattığı iki saatlik çalışması “Çirkin Kıral Efsanesi”ni belgeseller seçkisinde izleyeceğiz... Üniversite eğitimini Eskişehir’de yapan Ayşe Kartal’ın 8 dakikalık filmi “Kötü Kız” da kısa filmler seçkisinde yer alıyor... Fatih Akın’ın Cannes’da yarışan, Oscar’lara Almanya adına aday olan filminin de Toronto’da olduğunu ekleyelim.

Perşembe akşamı, iki ünlü tenis oyuncusu arasındaki rekabeti anlatan Janus Metz imzalı “Borg/Mcnroe” ile açılışı yapılan TIFF’te, cumartesi gecesi Lido adasında verilecek ödüllerde söz sahibi olabilecek Samuel Maoz, Guillermo del Toro, Kore-eda Hirokazu, George Clooney, Alexander Payne, Robert Guédiguian, Darren Aronofsky gibi yönetmenlerin filmleri de izlenebilecek. Torontolu sinemaseverler, geçen yıl olduğu gibi, Altın Aslan’ı da belki burada keşfedecekler yine...

Popüler ve ticari nitelemelerinden rahatsız olmadan sanat sinemasına önemli bir yer veren TIFF, beğenseniz de beğenmeseniz de, bir oranda sanatsal kaygıları olan ticari geniş kitle sinemasının reçetelerini uygulayarak başarılı oluyor sonuçta.