Politik bir taşlama
Ölümü hâlâ açıklanamayan diktatörün ardından oluşan şaşkınlık sürecini ele alan ‘Stalin’in Ölümü’ gösterimde.
Sungu ÇapanEkim Devrimi’nin ve Lenin’in ‘şaibeli’ ölümünün ardından 1927’de Sovyetler Birliği’nin yeni lideri olup geçirdiği beyin kanaması (ya da kalp krizi) sonucunda 1953’de ölene dek milyonlarca kişinin idam fermanını vererek gelmiş geçmiş en gaddar diktatörlerinden biri (ve bir kişi ya da bir grubun iktidarını sürekli kılmaya yönelik tüm baskıcı uygulamalarının da mucidi) olarak tarihe geçen Josef Stalin’in, her ne kadar sosyalizmin gelişmesindeki katkısı yadsınamasa da, suçları da bağışlanmayacak kadar büyük ve ağırdır kuşkusuz.
‘Sosyalizmin bürokratik yozlaşması’...
Troçki’ye göre ‘sosyalizmin bürokratik yozlaşması’, Hannah Arendt’e göreyse ‘faşizme eşit bir totalitarizm’ demek olan Stalincilik’in öne çıkardığı ‘kişiye tapma kültü’ de sosyalizmin temel ilkeleriyle çelişir zaten. İşte, ülkesinde ağzını açan her muhalifin ‘düşmanlar listesi’ne alınıp tutuklandığı, hapsedildiği, sürgüne gönderildiği ya da katledildiği, yıllarca sürmüş, dehşetengiz bir terör dönemi estiren Stalin’in ölümünden sonra liderliğe oynayan yakın çevresindeki siyasilerin, kapalı kapılar arkasında çevirdiği entrikaları, güç çatışmalarını abartılı bir kara komedi tarzında konu edinen, İngiltere-Fransa ortakyapımı “The Death of Stalin-Stalin’in Ölümü”, “In the Loop” (2009) adlı ilk filmini görmediğim ama ABD’de çektiği, Julia Louis- Dreyfus’un başrolünü oynadığı, politikanın kirli, çürük ve adi yanlarını sergileyen Tv komedisi “Veep”ini ekranda rastgeldikçe alkış tuttuğum, İtalyan asıllı İskoç yönetmen Armando Iannucci’nin ikinci kurmaca filmi.
Fabien Nury-Thierry Robin imzalı bir çizgi romandan uyarlanan filmde, piyanist Maria’nın (Olga Kurylenko) ilettiği hakaret notunu okuduktan sonra kaskatı yere yuvarlanır, radyoda yayımlanan Mozart-Çaykovski ağırlıklı bir konserin kaydını radyo yöneticisinden (Paddy Considine) isteyen Stalin (Adrian McLoughlin). Acımasız polis-istihbarat şefi, ahlak düşkünü Beria (Simon Russell Beale) hemen duruma el koyar, Stalin’in yardımcısı Malenkov’la (Jeffrey Tambor) parti sekreteri Kruşçev (Steve Buscemi) de, patlak veren koltuk kavgasına anında dahil olurlar.
Yerde, sidiği içinde ölüsü bulunan diktatörün ardından başlayan amansız siyasi rekabete dönemin yalaka bakanlar kurulunu oluşturan, şaşkın hariciye bakanı Molotov (Michael Palin), çalışma bakanı Kaganoviç (Dermot Crowley), ticaret bakanı Mikoyan (Paul Whitehouse), savunma bakanı Bulganin (Paul Chadidi) de katılır.
Mizahi öğeler...
Stalin’in halkın sevdiği kızı Svetlana’yla (Andrea Riseborough) ulusal buz hokeyi takımını çalıştırmaya soyunmuş, alkolik oğlu Vasily (Rupert Friend) ve sonunda Beria’nın bertaraf edilmesinde başı çeken, Kızıl Ordu’nun şefi, haşmetli mareşal Zhukov (Jason Isaacs) gibi karakterlerin de, mizahi öğelerle vurgulanarak hikâyeye eklemlendiği film, Sovyetler Birliği bürokrasisini eleştireyim, dört dörtlük bir yergi düzeyini tutturayım derken kimi zaman kantarın topuzunu kaçırıp vaktiyle faşizmi alt etmiş Stalin’in yanı sıra sosyalizmin getirdiği tüm değerlere de omuz silken bir eğlencelik halini alıyor, örnekse merkezi komite üyesi bakanların altına çişini kaçırmış diktatörün cansız bedenini beceriksizce taşıdıkları, komik sahne...
Çoğu kez Batı kapitalizminin ipliğini pazara çıkarmış SSCB’nin alabildiğine yerilip karalandığı, abartılı bir kara komedi formatında kotarılmış ve kuşkusuz Steve Buscemi’nin öne çıktığı, göz alıcı bir oyuncu kadrosuna sahip “Stalin’in Ölümü”, ötedenberi antikomünist ve sosyalizm karşıtı olagelen İngiliz yapımcıların şimdilik son numarası, “Dunkirk”, “Karanlık Saat-Churchill” gibi göz boyayıcı gişe filmlerinden sonra.
Yönetmen Armando Iannucci’nin ‘Kesinlikle ölmüş şahsiyetlerle dalga geçmek değil bizim amacımız, sadece bu olaylara neden olanların akıllarından geçenleri anlamaya ve anlatmaya çabalıyoruz” diyerek değerlendirdiği, Rusya’da gösterimi yasaklanan “Stalin’in Ölümü”, olanca antikomünistliğine karşın yine de meraklısının görmekten kendini alamayacağı, sivri bir politik taşlama.