Piyasa ne olduğu belirsiz ürünlerle dolu
Söke’de kurduğu tesislerde akla gelebilecek her türlü bitki, meyve ve tohumdan doğal destek ürünleri üreten Zekeriya Temizel, siyasetten ve maliye konularından uzaklaşmasını şöyle açıklıyor: "İnsanın topluma karşı sorumluluklarının sınırı yok. Ben sadece şu konularda sorumluyum diyemiyor. Sorumluluk alanını değiştirme özgürlüğünüz var, biz de bu özgürlüğümüzü kullandık" Temizel, Tabia adlı şirketinde ergenlik sivilcesinden hazımsızlığa, saç dökülmesinden vücut bağışıklığını güçlendirmeye destek olacak ürünler üretiyor.
cumhuriyet.com.trKendisini tanıdığımız İstanbul Defterdarlığı günlerinden beri toprağa, ağaca, ota, tohuma, velhasılı bilumum nebata olan ilgisini bilirdik. Her bitkinin hangi derde deva olduğunu da bir aktartan daha vakıf olduğunu da. Bu özelliğini türlü çeşit otlardan yaptığı ilaçlarla sadece kendi köyünde değil, çevredeki bütün köylerdeki hastalara şifa dağıtan büyük ninesinden almış olmalıydı. Köy yerinde şişe bulmak pek de kolay olmadığından ninesinin kendisinden ilaç almaya gelenlere “Şişemi geri isterim, unutmayın getirin ha!” diye tembih de bulunmasını gülerek anlatırdı. Ancak uzun yıllar Maliye Teşkilatının her kademesinde görev yapmış Zekeriya Temizel’in günün birinde tüm mesaisini otlara, tohumlara, meyve çekirdeklerine harcayacağı hiç aklımıza gelmezdi. Ankara’da Teknopark’ta bir araştırma Laboratuvarı kurduğunda bunu gelip geçici bir hobi olarak düşünmüştük. Ama Temizel işi büyütüp arkadaşlarıyla binlerce dönümlük araziler kiralayacak, Söke’de fabrika kuracak kadar benimsedi. Artık şirketi Tabia’nın ürünleri bütün eczanelerin raflarını süslüyor. Ürünlerini piyayasa verdiği günlerden beri üretim tesisini ziyaret sözünü verdiğimiz halde bunu bir türlü gerçekleştirememiştik. Nihayet bu sözümüzü yerine getirdik. Gitmişken de bu kez kendisiyle vergi, maliye, para politikası değil ottan, çiçekten, tohumdan konuştuk.
- Bir köy çocuğu olarak toprağa olan tutkunuzu hem özel sohbetlerinizden hem de “Çekerek Kıyılarında” adlı anı romanınızdan öğrenmiştik. Peki otlar, tohumlar ve çekirdeklerden ürün elde etmek de nereden aklınıza geldi?
- Ülke Politikaları Vakfı’nın araştırmaları bizi bu noktaya getirdi. Geleneksel tarım ürünlerinin destekleme kapsamından çıkarılmasından sonra, bu ürünleri yetiştiren çiftçiler ne yapacağını şaşırmıştı. Tütün ekiciler zeytinciliğe, şekerpancarı üreticileri soğancılığa soyundu. Soğancılar zeytinciler kadar şanslı olmadı. Üretilen soğan çuvallarda çürüdü. Biz de, bu ve benzeri sorunlara çözüm ararken üretimden düşen Türk tarımının ancak sıfır atık ilkesine göre üretim yapması halinde ayakta kalabileceğini gördük. Yani üretilen ürünlerin sapı, çöpü-çekirdeği, çiçeği-kabuğu-zarı değerlendirilebilirse tarım üreticisini geçindirebilirdi. Çünkü bu ürünler değerliydi. Hatta arkadaşlarımızın hesaplamalarına göre tarımsal ürünlerde sıfır atık uygulaması, tarımdan sağlanacak ulusal geliri yüzde 40-45 oranında artırabilirdi.
Cilde kuşburnu çekirdeği
- Yani sizin Tabia markası ile ürettiğiniz şeyler tarımsal ürünlerin; sap-çöp, çekirdek-çiçek, kabuk-zarlarından mı üretiliyor?
- Evet aynen öyle. Aslında her mevsimin taze sebze ve meyveleri her şeyiyle bol bol tüketilebilseydi bizim bu işlere kalkışmamıza gerek kalmayabilirdi. Ancak, günümüz tüketim toplumlarında; raf ömrü endişeleri gıda değerinin önüne geçti. Tüketiciye ulaşan gıdaların büyük kısmı raf ömrünü uzatmak için, insan sağlığı açısından sakıncalı yapay koruyucularla dolduruluyor. Yoğun kültürleme veya aşırı rafine etme, gıdaların besin içeriğini azaltırken, insan vücudunun gereksinim duyduğu mineralleri de yok ediyor. Sonuçta A, C ve E vitaminleri ile folik asit yönünden yoksul, doymuş yağ ve tuz açısından zengin beslenme ile çökertilen insan organizmasının savunması, güneşe maruz kalma, sigara içme, çevresel toksinler, aşırı alkol tüketimi, stres, sert sabunlar ve deterjanlar, uykusuzluk, yanlış kozmetikler ile dibe vuruyor. Çözüm de ilaçlarda aranıyor. Her vakada kullanılan her derde deva antibiyotikler, çözüm oluşturmak yerine, virüslere hayatta kalma ve her defasında daha güçlü olma işlevi sağlamaya başlıyor. Bu çıkmazdan kurtulmanın adımlarından biri, vücudun üretemediği ve dışarıdan alınması gereken, ancak biraz önce belirttiğim nedenlerle besinlerden uzaklaştırılan, temel yağ asitlerini içeren, beslenme ve sağlığa destek olan doğal ürünleri kullandırmak olabilirdi. İşte biz bunu yaptık. Hele bunun bir de çökmekte olan tarımsal üretimimiz için bir fırsat olabileceğini de görünce, bu konuda bir yol açmaya giriştik.
- İnsanlar meyvenin kendisinden alamadıkları besinleri çekirdeğinden mi alacaklar?
- Meyve söz konusu olduğunda, bizi ilgilendiren meyvenin etli kısmı oluyor. Oysa varoluşun amacına bakıldığında bu kısım aslında çekirdeğin, yani tohumun koruyucu tabakası. Çekirdek ise yeni canlıyı oluşturan bölüm. Aslında meyve bütününün en önemli kısmı çekirdek. Meyvenin tüm özelliklerini taşıyor, ekildiğinde büyüyor ve yeniden aynı meyveyi veriyor, özelliklerinin tamamını yeni kuşağa aktarabiliyor. Dolayısıyla insanlar meyveden alamadıkları şeyleri çekirdekten alabiliyorlar. İnsan vücudunun üretemediği ve mutlaka dışarıdan alınması gereken omega yağ asitleri çekirdek ve tohumlarda var. Bunun ötesinde çekirdekler çok farklı işlevler gören başka asitleri de içeriğinde barındırıyorlar. Üstelik bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuş işlevler. Size iki çarpıcı örnek: Nar çekirdeği yağı ile kuşburnu çekirdeği yağı. Nar çekirdeği yağı; bünyesinde yüzde 80’e kadar pünicic asit bulunduruyor. Pünicic asitin, meme ve Prostat kanserinde, kanserli hücrelere uygulanması durumunda apoptoz -kanserli hücrenin kendi kendini yok etmesi- gözlendiği belirtiliyor. Kuşburnu çekirdeği ise içeriğinde retonoik asit barındıran dünyadaki tek bitki. Kuşburnu çekirdeği yağı ise yüzde 78 oranında retonik asit bulundurmakta, cilt kırışıklarının, özellikle göz kenarlarındaki kazayaklarının giderilmesinde çok yararlı olabiliyor.
- Klasik tıpçılar bu tür doğal destek ürünlerine biraz ihtiyatlı yaklaşıyorlar. Eşiniz de doktor. Onun yaklaşımı nasıl bu ürünlere?
- Biz bu tartışmanın içinde olmadık. Çünkü bitkilerle tedavi peşinde değiliz. Bizim ilgili olduğumuz beslenme bozukluklarının insan üzerindeki etkilerinden hareketle, bunun neden olduğu alan, olumsuzlukları giderecek doğal destekler sağlamak. Aslında doğanın verdiği, ancak modern yaşamın aşırı rafine etme ve raf ömrünü uzatma kaygıları ile besinlerin içerisinden uzaklaştırılan değerleri yeniden insanlara vermek. Olay böyle ortaya konunca klasik tıpçılarla bir çatışma noktası kalmadı. Eşimin de bir itirazı olmadığı gibi buğday ruşeym yağını kendisi de kullanıyor. Üstelik karaciğer enzimlerindeki bozulmayı ilaçla tedavi edemeyince buğday ruşeym yağımızı kullandı ve onunla tüm değerleri düzeldi. Şimdi de buğday ruşeym yağının karaciğer enzimlerini düzeltmedeki işlevine ilişkin bir klinik deney programlamaya çalışıyor.
Doğal ve katkısız ürünler
- Sizin bu uğraşınızı başlangıçta bir hobi olarak düşünmüştük. Ama siz işi büyütüp Söke’de bir fabrika açmaya kadar vardırdınız. Bu ürünlerin pazarda alıcısı var mı?
- Bu ürünlerin çok büyük bir alıcı kitlesi var. Daha doğrusu bu ürünlere büyük bir gereksinim var. Ancak sorun, piyasayı ne olduğu belirsiz ürünlerin doldurmuş olması. Televizyon ekranlarına yapışarak sağlık programı izleyenlerin sayısının milyonları aştığı söyleniyor. Cümlelerin arasında kendi sorunlarına benzer bir şey duyduklarında, ona çare olacağı söylenen ürüne saldırıyorlar. Ürünün içeriği belli değil. Neden elde edildiği belli değil. Yöntemi belli değil. Hangi koşullarda üretildiği denetlenmemiş. Bizi bu işte fabrika açmaya kadar götüren; ülkemizde, uluslararası standartlarda, güvenilir, ISO 9001, İSO 22000, GMP (İyi üretin süreci) belgesine sahip, Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nca düzenli denetlenen yerlerde üretilen, kimyasal katkılar içermeyen, doğal ürünlerin üretilebileceğini kanıtlamak isteğidir. Kaldı ki bunlarla da yetinmedik. Tüm gıda destek ürünlerimizin gıda olarak değeri ve kullanılabilirliği Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Araştırma Merkezi’nde, ürünlerimizin kozmetik olarak kullanılabilirliğine ilişkin duyarlılık testleri ise Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde denenerek yapıldı. Ürünlerimizin bu belgeleri de mevcut.
- Siyaset ve vergi konuşmaktan çok mu sıkıldınız?
- İnsanın topluma karşı sorumluluklarının sınırı yok. Yani ben sadece şu konularda sorumluyum diyemiyor. Sorumluluk alanını değiştirme özgürlüğünüz var, biz de bu özgürlüğümüzü kullandık.
- Siz özellikle buğday ruşeymi ve çörek otunun neredeyse her derde deva olduğunu düşünüyorsunuz. Bu kadar yaşamsal bir öneme sahip bu iki bitki nasıl olup da yaşamımızdan çıkarılır?
- Buğday ruşeyminin yaşamımızdan çıkarıldığı bir gerçek. Ancak çörek otu yağı zaten yaşamımıza olması gerektiği gibi girememiş bir ürün. Ekmeklerin evde yapıldığı günleri yaşayan ve kentsel yaşama sonradan katılan orta yaş üstündekiler hatırlayacaktır; köyde tüm kışlık un bir defada öğütülmezdi. Ambara konulan unluk buğdaydan genellikle 3-4 aylık gereksinimi karşılayacak kadarıyla yılda birkaç kere değirmenin yolu tutulurdu. “Neden bir defada öğütmüyoruz da, yağmurda çamurda değirmenlerde sürünüyoruz”, denildiğinde de; “olur mu, üç aydan sonra un acır”, yanıtını alırdık. Gerçekten de un, hele bir de kiler rutubetliyse, acırdı. Unun acımasına, buğdayın ruşeyminde (embriyosu) barındırdığı doğal kimyasalların nem ile etkileşmesinin neden olduğunu o günlerde bilmemiz olanaksızdı. Modern toplum unu süpermarket raflarından almaya başladığında, 3-4 aylık sürenin sorun olması kaçınılmazdı. Üç aylık raf ömrü olan unun değil süpermarket raflarına çıkması, marketten içeri bile girmesi olanaksızdı. Bu durumda un fabrikalarının, marketlerin pazarlama ilkelerine uygun, yani raf ömrü en az 1 yıl olan ürün yaratması gerekiyordu ki, bu da unda zaman içerisinde acılaşmaya neden olan doğal kimyasalları barındıran ruşeymin ayrılması ile sağlanacaktı. Ekmek yapan annelerini izleyenler bir şeyi daha hatırlayacaktır; hamur teknesinde yoğrulan ve maya katılan hamurun üzeri temiz bir bez ile örtülür, bezin üzerine de kalın örtüler, genellikle yorgan, konulur, buna karşın hamurun mayalanması 12-16 saat sürerdi. Tabii bu sürenin hamurun mayalanmasına karşı direnen ruşeymin antioksidan kapasitesinin yarattığı koruyuculuktan kaynaklandığı bilinmezdi. Eğer bugünün mega kentlerinin milyonlarca ekmek pişiren fabrikalarında da hamur mayalanması aynı sürede olsaydı, ekmek fabrikalarının hamur alanlarının pişirme alanlarının yüzlerce katı büyüklüğünde olması gerekecekti. Ruşeym buğdaydan ayrıldı. Unun raf ömrü uzadı. İnsanlar da beyaz una alıştılar. Peki, gerçek ekmeği tatmamış, beyaz undan yapılan üstü çıtır, içi hamur ekmekleri ekmek zannedenler, ne kaybettiklerinin farkındalar mı? Kuşkusuz değiller. Oysa undan uzaklaştırılan ruşeymde A, D, E, B1, B2, B6 vitaminleri, Alpha, Beta ve Gama Tokoferol, Oleik, palmitik, linoleik ve linolenik yağ asitleri ile protein ve mineraller bulunuyor. Tüm bu bileşenler en basit anlatımı ile insanda bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve fizyolojik gelişme için olmazsa olmazlar. Ağırlıklı olarak bulgur ve ekmekle beslenen toplumumuz, neslini sağlıklı bir şekilde sürdürebildiyse bunun buğday ruşeymine bağlı olduğunu söylemek abartı olmaz. Ruşeymi alınan buğdayda kalanlar ise nişasta, dolayısıyla şeker. Günümüzde obezitenin önlenemez yükselişi de, nezle olur gibi kanser olmalar, hepatitten rengi ruhsarı solanlar neden bu kadar çoğaldı? Çocuk gelişimindeki sorunlar neden bu kadar büyüdü? Şeker hastaları neden çığ gibi büyüyor? Sanıyorum buğday ruşeym yağının değerini ortaya koyabildik. Toplumu ruşeymli un kullanma konusunda yeniden örgütlemek çok zor olduğuna göre buğdaydan ayrılan ruşeymin yağının insanlara verilmesi önemli bir çözüm olarak görülmekte.
- Sizi hayli kilo vermiş gördüm. Tarlada, bağda, bahçede ve fabrikada koşuşturmaktan mı?
- Hayır, kesinlikle koşuşturmaktan değil. Ben, bugüne kadar kendim kullanmadığım hiçbir ürünü piyasaya vermedim. Halen her sabah aç karnına 1 tatlı kaşığı çörek otu yağı ile iki-üç tatlı kaşığı buğday ruşeymi yağını içiyorum. Bunu babam da yapıyor, annem de. Eğer bir sır arıyorsanız nedeni bu. Yüzüm gözüm için asla şampuan, deodorant, sıvı sabun kullanmıyorum. Sadece çekirdek ve tohum yağlarından çıkan yağlarla hiç katkı koymadan yaptığımız doğal sabunları kullanıyorum.
l