Pinhani: Peki Madem

Alternatif rock grubu Pinhani, yeni şarkılarının müjdesini ilk olarak Cumhuriyet’e verdi, grup üyeleriyle bahardaki Türkiye turnesini, müziklerini ve güncel konuları konuştuk.

ORHUN ATMIŞ
Pinhani, şubat ayında çıkardığı “10 Türkü” albümünden sonra mayıs ayının başında da “Kendinden Usandırma” isimli teklilerini yayımladı. Grup, bahar ayını Türkiye’nin dört bir yanında verdiği konserlerle geçirirken 8 Haziran Cuma günü de en sevdikleri gruplardan olan Travis’in ön grubu olarak Zorlu PSM’de sahneye çıkacak. Bir araya geldiğimiz grup üyeleri Sinan Kaynakçı, Selim Aydın ve Eray Polat; verdikleri konserlerden, müzik dünyasından ve güncel meselelerden bahsettiler. Oldukça keyifli geçen söyleşide grup üyeleri, 1 ay içerisinde yayımlanacak Melis Danişmend düetinin müjdesini de ilk kez Cumhuriyet’e verdi. 
 
- İnternet sitenizdeki “Günlük” bölümünde şubatta bir yazınız var. Sene başında çıkan “10 Türkü” albümüyle ilgili olarak özetle “Bu albüm yıllardır türkü dinleyenler için değil, yeni başlayanlar için yapıldı. Onlara sevdirebilirsek o zaman amacına ulaşır” gibi bir yorumunuz var. Geçen sürede amacına ulaştığını söyleyebilir miyiz?
 
Sinan Kaynakçı: Çok kısa zaman oldu buna bir cevap verebilmek için.
 
Selim Aydın: Buna bir 10 yıl sonra cevap verebiliriz.
 
S.K: Bir de burada “türkü dinlemeyenler”den kasıt, Türk türkü dinlemeyenler değil. Yabancı türkü dinlemeyenler de buna dahil. Zaten onunla ilgili gereken çalışmaları henüz yapmadık. Kendimizi bu albüm üzelinde bu mesleğe yeni başlamış gibi hissediyoruz. Yani sıfırdan kendimizi ispat etmek... Her şeyi yeni göreceğiz, boyumuzun ölçüsünü henüz almadık yani. 
 
S.A: Onu ayrı bir kariyer olarak gördüğünde zaten gerçekten yeni başlamış gibiyiz.
 
‘Klipsiz şarkılar yok hükmünde’
 
* Müziğin tüketim şeklinin değiştiği yorumuna katılır mısınız? Daha çok tekli, daha az albüm çıkması gibi. 
 
Eray Polat: “Single”ın tadı başka.
 
S.A: Öyle bir eğilim var, evet. O bence biraz bilinirlik ve görünürlük sağlamak için yapılan bir şey. Mesela, 6 ayda bir “single” çıkarırsanız elinizde 10 parça varsa 5 yıl boyunca bir şey çıkartmış görünüyorsunuz. Ama 10 şarkılık bir albüm çıkarttığınızda bir sene sonra “Yenisi ne zaman geliyor” diyor insanlar. Diyelim ki 10 şarkılık albümünüzün 3-4 tanesine çok özendiniz, geriye kalan 6 parça çok “tırı vırı” parçalar ya da tam tersini düşünün hepsi çok iyi parçalar ama hepsi birlikte çıkınca illa ki yarısı görmezden geliniyor. Zaten klip çekmediğiniz şarkılar yok hükmünde. Şu devirde müziği müzik olarak insanlara ulaştırmak biraz zor. Yanında bir şeyle gelmesi gerekiyor ya da tek başına çok güçlü bir şekilde, “6 aydır bunu yapıyorduk” falan deyip onu verdiğinizde ulaşıyor. Bunu şunun için diyorum; bilinirlik ve görünürlük açısından... Ama bunların ne kadarı 40-50 sene sonrasına kalır, o sonradan çıkacak bir şey. 
 
‘Metallica etkisi olmuş’
 
* Yakın geçmişte büyük bir turne düzenlediniz. Gitmediğiniz ne kadar şehir kaldı? 
 
S.K: 4-5 tane şehir kaldı: Gümüşhane, Bitlis, Hakkari, Bilecik, Çankırı. Geri kalanlar tamam.
 
* Nasıl tepkiler geliyor kimsenin gitmediği şehirlere gittiğinizde?
 
S.K: Müteşekkirler. 
 
S.A: Katılım güzel...
 
S.K: Şırnak’ta özellikle çok güzel bir katılım vardı. Yani her şehirde bir katılım var ama Şırnak’ta zaten şehrin merkezinde insan kalmamış olduğu için... Buna rağmen içerisi doluydu. Bütün ilçelerinden, köylerinden akın akın insan geldi. Hem oranın yerlisi hem de orada öğretmenlik, doktorluk yapan insanlar geldi.
 
Mesela, Şırnak’ta bir dinleyicimiz söylemek istediğini heyecandan söyleyemeyip mektupla ulaştırdı. Biz gelmeden ağlamaya başlamış zaten. Çünkü Şırnak’ta yıllardır hiçbir şey olmamış. Bizden daha büyük gruplar var ama onun en sevdiği grup bizmişiz. Hiçbir şey olmayan şehre senin en sevdiğin grup geliyor, bence büyük bir olay. Yani bir zamanlar Metallica’nın buraya gelmesinin verdiği etki olmuş o kızın üzerinde. Biz de Metallica ilk geldiğinde inanamamıştık. Herhalde o etki olmuş.
 
S.A: Bir de herhalde bir sonraki konser yine biz olacağız.
 
S.K: İşte zaten buraya da yine Metallica geldi ya... (Gülüyorlar)
 
E.P: Çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Cizre’ye bir tane “blues” grubu gitti bizden sonra. İki hafta sonra falan.
 
S.K: Kesin etkisi olmuştur.
 
*Niye öyle peki? Neden bir daha siz olursunuz sadece? Niye gidilmiyor oralara?
 
S.A: Umarız ki olmayız tabii de yani... İnşallah biz yine gidene kadar bir 10 konser daha olur.
 
S.K: Bizim bir planımız var. Cem Adrian güzel geziyor oralarda, onun öyle bir hizmeti var. Biraz bu aralar Manuş Baba oralarda geziyor. Bu mentalitede olmak lazım. Bu mentalitede çok fazla müzisyen yok. Hatta bizim bir organizatörümüz var bize oralarda konserleri ayarlayan, o da Kilisli kendisi. Bu konuya çok duyarlı yani. Bizim oralara gitmemize emek veriyor, saygı gösteriyor. Hakkari’den aradılar bir gün böyle, çok sembolik fiyat verdik konser için. Dedim “Diğer ekipler acaba indirim yapıyorlar mı Hakkari’den arandıklarında”, “Ağabey, fiyat bile vermiyorlar ki” dedi. Direkt reddediyorlarmış oradan gelen teklifleri, birçok ekip. Herkes değildir tabii ama... Zaten oralardan alternatif müzik sanatçılarına değil, populer müzik sanatçılarına teklif geliyordur diye tahmin ediyorum. Halk konseri tipi şeyler. Onlar da genelde reddediyormuş. Öyle söyledi bize...
 
Yani herkes kendince endişeleniyordur. Güvenlik nedeniyle. Haklı bir gerekçe ama bir yandan da oralara da birilerinin gitmesi lazım ki oralar da normalleşsin. Sadece asker göndermekle olmaz. Zorunlu hizmet olarak siz doktorunuzu gönderiyorsunuz, öğretmeninizi gönderiyorsunuz ama müzisyeni göndermiyorsunuz. Müzisyenin onu kendisinin akıl edip gitmesi gerekiyor. Biz de kendi mecburi hizmetimizi yapıyoruz bir çeşit yani.
 
*Konserleriniz oldukça eğlenceli geçiyormuş. İnsanları şaşırtan bir şey bu bir yandan. Hatta seyircilerin arasına girip oynuyormuşsunuz...
 
S.K: Biz eğleniyoruz, onlar da eğleniyorlar. Ben 2000 yılında Viyana’da bir sene öğrencilik yaptım. 2010 senesinde de Viyana’ya ilk konserimiz gerçekleşti. Gurbette öğrencilik kader ortaklığı bir çeşit... Oradaki arkadaşlarım konsere gelince ben de duygulandım biraz, böyle bir şarkıda aşağıya dans etmeye indim. Çünkü birbirimizi çok özlemişiz zaten çok kısıtlı bir zamanımız var. Dayanamadım sahnede onlara bakmaya, aşağıya indim, onlarla beraber eğlendim konserin bir şarkısında. Tabii seyirci onu anlayamadı. Seyirci, benim onlar için aşağıya indiğimi sandı ve çok eğlendiler. Bütün seyirci eğlendi. Ben 3-5 arkadaşım için inmiştim, bütün salonu eğlendirdim yani aşağıya inerek. Sonra dedim ki yani “Neden olmasın?” Konserde aşağıya inip eğlendirilebilir insanları. Sonra da geçen gün YouTube’da bizden sonra çıkacak Travis grubunun konserini izledim, adam inmek ne kelime, bir de kablolu mikrofonla iniyor seyircilerin arasına... Onların üstünde, başında, sırtında şarkı söylüyor. Bana herkes kızıyor, “Risk alıyorsun” diye. Bence bir risk her zaman vardır tabii ama o kadar beklemiyorlar ki, şaşırıyorlar, bir şey olmuyor. Bazen havaya attıkları oluyor ama...
 
*Genelde umut verici şarkılar yazmayı mı tercih ediyorsunuz?
 
S.K: Görece, insanlara göre daha güzel bir hayatımız var. Çok şükür. Bu yansıyor zaten müziğe. Dünyaya pozitif bakınca başına pozitif şeyler geliyor, pozitif şeyler gelince de pozitif bakmaya devam ediyorsun. Dolayısıyla da hep böyle devam ediyor hayatım. Ama ben kendi adıma şanslı olduğumuzu düşünüyorum. 
 
*Ne açıdan?
 
İstediğimiz işi, istediğimiz şartlara yakın bir şartta yapıyoruz ve gün geçtikçe de istediğimiz şartlara da yaklaşıyoruz. Hayal ettiğimiz şeyleri elde edebiliyoruz. İstediğimiz şeyler oluyor yani. Bir şeyi hayal ediyoruz ve oluyor. Aslında bu kendini gerçekleştirmek dediğimiz şeyi fazlasıyla yapıyoruz. Kendimizi gerçekleştirmeden önceki dönemde de yazılan şarkılarda da aynı umut var bence. Bu biraz dünyaya bakış açınla alakalı. Ben, “Lanet olsun böyle dünyaya” diye şarkı yazmaktansa, “Bir problem varsa düzeltelim” şarkısı yazmayı, çözüm öneren olmayı tercih ediyorum. Sorunları hepimiz biliyoruz. Çözümleri aramak lazım. Sorunları dile getirmek gerekiyor. Bununla beraber çözümleri de dile getirmek gerekiyor. Bu sadece şarkılar özelinde değil, günlük hayatta da böyle. Ama bizim Türk toplumunun arabesk yaşam biçiminde sorunları konuşmak, “Dünya çok kötü, onun için ben böyleyim” konulu şarkılar daha çok tutuyor. “Dünya çok kötü, bu yüzden şunu yapmak lazım” diyen şarkılar o kadar insanın hoşuna gitmiyor. Çünkü onu yapmak için bir çabaya ihtiyaç var. O enerji herkeste yok. Ama o enerjiyi arayan insanlar da var. “Birisi beni hafiften ittirsin de ben de kendi yolumu bulayım” düşüncesinde insanlar da var. Bu insanlar da bizim müziğimizi dinlediğinde arkalarından ufak bir destek hissediyorlar. Bizim konserlere gelmek de onlar için aynı şeyi ifade ediyor. Konsere geldiklerinde akşam eve dönüyor, kafayı yastığa koyuyor. Sabah kalktığında o yapmak istediği şeyi yapmak için bir gün öncesine göre daha güçlü hissediyor kendini.
 
E.P: Geçen, Bursa konserinden sonra biri mesaj atmış, “Ağabey niye sürekli yavaş çalıyorsunuz” diye. Düşündüm konseri, yavaş da çalmadık. Ciguli çaldık. İnsanlarda şartlama oluyor demek ki, bu grup böyle falan diye. 
 
S.K: Albümlerde ortalamahızımız çok yüksek değil ama konserlerde hızımız daha yüksek. Hatta festivallerde çaldığımızda hep “Sizden önce enerji düşüktü, sizinle yükseldi, siz indiniz tekrar düştü” diye söylerler.
 
-*“Kavak Yelleri” dizisinde yaptığınız şarkılar nedeniyle insanlarda bir önyargı oluyor mu?
 
S.K: “Kavak Yelleri”nin jeneriğinde “Hele Bir Gel” çalıyor, Türk müzik tarihinin en kıpır kıpır şarkılarından bir tanesi. Öyle bir tarafımız da var bir yandan. Türk popüler müzik tarihindeki ilk 7-8 şarkı... Bence insanlar bizden her şeyi beklemeliler. Bizim başımızın altından her şey çıkabilir. Yavaş da olur, hızlı da olur. Ne yapacağımız hiç belli olmaz... 
 
‘Travis’in Türkiye bayisi olabiliriz’
 
- Pinhani’yi hiçbir gruba benzetmek mümkün değil galiba. Sizin kendinizi benzettiğiniz gruplar var mı?
 
S.A: Travis. Zaten zorunluluk oldu yani.
 
S.K: Ben Travis’e çok benzetiyorum, özellikle o solistin seyircilerin arasına dalmasından sonra... Travis’in Türkiye bayisi olalım. 
 
E.P: Zaten bizim arka grubumuz olarak çalacaklar... (Gülüyor)
 
- Travis’ten önce sahneye çıkacaksınız. Konserde de bir sürpriz olacak mı? Travis’ten bir şarkı söylemek gibi mesela...
 
S.A: Travis şarkılarını Travis’e bırakacağız. Belki onlar bir sürpriz yapar, bizim şarkımızı söylerler... Ama bize söylesinler, biz de onu çalmayalım...
 
- Bu kadar sevdiğiniz bir gruptan önce çalma hikâyesi nasıl gelişti? Siz mi istediniz?
 
S.K: Bizi aradılar. Ama bence boşa para verdiler bize yani... Travis zaten salonu aynı fiyata doldururdu, niye öyle bir şey düşündüler bilmiyorum. Bir de 3-4 tane bilet kaybettiler yani bizi koyarak. Biz de alacaktık. Çok zararları var yani. (Gülüyor).
 
- Konser öncesi bir araya da gelirsiniz herhalde Travis’le.
 
S.K: İsteriz tabii. Fırsat verirlerse olur. Aynı meşhurlukta bir Türk grubu olsa zor bir araya gelirdik de yabancı grupta geliriz herhalde. Onlar daha rahatlar. Daha önce 30 tane grubun olduğu festivalde Cake vardı. Çok tanışmak istedim, tanışabildim. Adam dünya yoldan geri geldi. Aramızda bariyer falan bayağı sohbet ettik. İlk albümümüzü hediye etmiştim.
 
Melis Danişmend'le düet
 
Grup üyelerine yeni projelerini sorduğumuzda, daha önce hiçbir yerde dile getirmediklerini söyledikleri yeni teklilerinden bahsediyorlar. Hatta röportaj sonrası “Peki Madem” isimli şarkılarını dinletip fikir soruyorlar. Sinan Kaynakçı sorumuza, “Şimdi yeni bir kaydımız var Melis Danişmend’le. Demosunu kaydettik. Onu da önümüzdeki 1 ay içerisinde tamamlayıp yayımlamayı düşünüyoruz. Güzel de bir şarkı, içimize sindi” şeklinde yanıt veriyor. Selim Aydın da şarkının kliple beraber dinleyiciyle buluşacağının müjdesini veriyor.
 
‘Halka verilen bir gözdağı’
 
- Son olarak söylemek istedikleriniz var mı?
 
S.K: Hapishanede ömrünün bir kısmını geçiren tüm Cumhuriyet yazarlarına geçmiş olsun diliyoruz. Hepsinin hakettikleri şekilde yargılanmalarını ve haksızlığa uğramamalarını diliyoruz. Ayrıca hiç kimsenin de yazdığı bir yazıdan dolayı eleştirmenin ötesinde ceza almadığı bir Türkiye olmasını temenni ediyoruz, tüm gazeteciler için. 
 
(Ezhel hakkında) Konusu açılmışken, hapis cezasının fikri eserlerle ilgili bu kadar kolay uygulanmamasını diliyoruz. Bu hepimiz için cesaret ve onur kırıcı bir durum. Biz de aynı durumda olabilirdik. Kimsenin bu duruma düşmesini istemeyiz. Çok üzülüyoruz yani. Hem sanatla ilgili yapılan uygulamalara hem de gazetecilerle ilgili yapılan uygulamalara... Kaldı ki ikisinin farklı etkileri var. Müzisyenlerle ilgili yapılan kısım, halka verilen bir gözdağı aslında. Bakın müzisyenleri bile ne kadar kolay içeri tıkabiliyoruz. Gazetecilere yapılan da diğer gazetecilere verilen bir gözdağı. Yani bir gazetecinin içeri atılmasıyla halk çok fazla kendi adına etkilenmiyor, ama diğer gazeteciler çok etkileniyor ve bu sayede basın zapturapt altına alınmış oluyor. Dolayısıyla halkın bir şeyleri öğrenmesi, haber alma özgürlüğünü kısıtlamış oluyorsunuz. Oysa sanatçılara yapılanlarda hem sanatçılara gözdağı verilmiş oluyor hem de halka da “Sanatçılar dahi öyle her istediğini söyleyemez” diyerek halka da gözdağı vermiş oluyorlar. Bu bakımdan tabii çok olumsuz buluyoruz bu durumu ve bunun bir an önce son bulmasını diliyoruz ve talep ediyoruz.