Peter Wohlleben’den ne öğrendim?: Ağaçlar da yardım ister

Yazar ve ormancı Peter Wohlleben'in "Ağaçların Gizli Yaşamı: Ne Hissediyorlar, Nasıl İletişim Kuruyorlar?" kitabına göre, aynı türden ağaçlar kolektif bir zekâyla ortak bir yaşam sürdürüyorlar; aralarındaki ağlar aracılığıyla suyu, besinleri paylaşıyorlar ve kuraklık, hastalık ya da böcek saldırıları hakkında birbirlerine tehlike sinyalleri gönderiyorlar.

Mustafa Kemal Erdemol

Haberim olmadığı için okuyamadığım 2018 baskılı Overstory adlı kitabı için 120’den fazla bilimsel kitap okumuş Pulitzer Ödüllü romancı Richard Powers. Ağaçların dünyasını araştırmış. Normalde ilgimi çekmez (ayıp biliyorum ama öyle işte) ağacı, yeşili herkes gibi severim tabii. Çünkü sadece sevmek son derece kolay. Fakat şu ciğerimizi yakan orman yangınları nedeniyle şöyle bir bakayım sağa sola deyince rastladım bu kitabın tanıtımına.

Araştırmaları sonucu vardığı nokta şu Powers’ın: “Ağaçlar geniş bir kök ağıyla birbirleriyle iletişim kurarak sosyal davranışlarda bulunuyor. Ayrıca insanlarla önemli miktarda DNA da paylaşıyorlar. Dolayısıyla ağaçlar gezegendeki en büyük, en uzun ömürlü, en başarılı, en işbirliğine dayalı sosyal yaşam formudur.”

Uzmanları bilir artık bu bulguların doğruluğunu yanlışlığını ama ben sevdim. Örgütlü, bir arada yaşamak gibisi var mı? “Bir orman gibi kardeşcesine” derken romantizm yapmıyormuş demek Büyük Nâzım.

Bilimsel bir gerçekmiş meğer ağaçların “kardeşçe” yaşadıkları. Powers’ın kitabını almak şart oldu. Bakayım bir iyice ne yazmış. Okur, anlarız.

BEN YAPAMAM AMA O

Ağaç tabii ki çok faydalı bir hediye hepimize. Nitrojen oksit, karbonmonoksit gibi zararlı gazları emer, havaya temiz oksijen verirler. Toprak kaymalarını önlemede katkıları büyüktür, kökleri yeraltı suyunu filtreler. Eh, yok bitkidir, yok hayvandır, hepsini barındırarak biyoçeşitliliği korur. Hani şöyle bir düşünüyorum da en azından benden daha yararlı varlıklar. Benim bunları yapmama olanak yok, aklıma bile gelmez. Ben hava ile etkileşime girip iklimi etkilemeyi akıl bile edemem. Ama bir ağaç, karbonu, ışığı, suyu, bir dizi kimyasalı çevresindeki havayla değiştirerek iklime etki ediyor. Ben yapamam. O nedenle bilim insanları ağaçlara gözleri gibi bakıyorlar ki haklılar.

Tabii bilim rahat durmuyor, orman kimyasallarının iklimle nasıl etkileşime girdiğini araştırıyor. 100 kilometrekarelik bir yağmur ormanında karbonu, suyu, diğer kimyasal değişiklikleri izlemek için Amazon’da 325 metrelik bir kule kurdular örneğin. Daha küçük, benzer araştırma kuleleri dünyanın başka yerlerinde de inşa edilmiş. NASA da var işin içinde. Dertleri ormanların karbon depolarının daha kesin bir küresel fotoğrafını çekmek. Kimse benim bir kare fotoğrafımı bile çekmiyor. O kadar değersizim yani.

Powers ağaçların geleceği konusunda iyimser. “Ağaçlar, iklimdeki değişimlerden, birkaç kitlesel yok olma tehlikesinden kurtuldu” diyor. Ben, henüz yakalanmadığım koronadan nasıl kaçarımı düşünüyorum hâlâ. Neden bana yatırım yapmıyorlar? Çünkü bir ağaç kadar faydam yok, onun kadar becerikli değilim. Yaşadığım hayatın değerini bilmiyorum.

Ağaçlar büyürken çevrelerine çok sayıda ses çıkararak tepki veriyormuş. Kuraklık tehlikesini fark ettiklerinde ağaçlar yardım çığlığı atarmış, National Geograpich öyle diyor. Fransa’daki Grenoble Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi, kuraklıktan mustarip ağaçların bu yardım çığlıklarını seçmeye çalışıyorlarmış. Yani durumundan memnun olmayan ağaç tepki veriyor. Benim ise tepemden Rize çayı attıklarında sesim kesiliyor. Ağaç öyle yapmıyormuş ama kuraklık durumunda, strese maruz kalan ağaçların gövdelerinin içinde küçük kabarcıklar oluşuyormuş, bu da ultrasonik bir gürültüye neden oluyormuş. Ben ise üzerime atılan çayla itaatkâr hale getirildiğim için herhangi bir “gürültü” de çıkarmıyorum.

Alman bir yazar var, ormancı da aynı zamanda, Peter Wohlleben. Sağ olsun eşi hanımefendi ısrar edince The Hidden Life of Trees: What They Feel, How They Communicate? (Ağaçların Gizli Yaşamı: Ne Hissediyorlar, Nasıl İletişim Kuruyorlar?) adlı bir kitap yazmış. Muhteşem. 800 binden fazla satıldığı söyleniyor. Özetini okuyayım dedim, kendimi iyice değersiz hissettim. Aynı türden ağaçlar kolektif bir zekâyla ortak bir yaşam sürdürüyormuş. Bunca yıllık komünistim hâlâ beceremedim bunu yapmayı. Aralarındaki ağlar aracılığıyla suyu, besinleri paylaşırlarmış. Ben tek bir Allah’ın kuluyla paylaşmam puromu. Kuraklık, hastalık ya da böcek saldırıları hakkında tehlike sinyalleri gönderirler, diğer ağaçlar bu mesajları aldıklarında davranışlarını değiştirirlermiş. Ben kimseye haber vermeden, çayı kapar kapmaz kaçarım.

Ormanda dolaşırken Wohlleben, dört-beş metre genişliğinde devasa bir kayın kütüğüne rastlamış. Ağaç 400 veya 500 yıl önce yıkılmış meğerse. Çakısıyla yüzeyini kazıyınca bir de ne görsün? Kütük hâlâ yeşilmiş. “Tek bir açıklaması vardı” diyor: “Çevredeki kayınlar, ağ üzerinden şeker pompalayarak onu canlı tutuyorlardı.” Ben üzerime atılan çayı kapmak için yanımdakinin tepesine çıkmıştım oysa.

TÜKÜR DAHA FAZLA

Leipzig Üniversitesi ile Alman Bütünleştirici Biyoçeşitlilik Araştırma Merkezi bir araştırma yapmışlar. Ağaçlar geyik tükürüğünün tadını biliyormuş. Şu demek: Geyik bir dalı ısırdığında, ağaç, dalının tadını bir takım kimyasallar salarak geyiğin yiyemeyeceği bir hale dönüştürüyormuş. Bir devlet büyüğüm yüzüme tükürdüğünde yarabbi şükür diyorum oysa ben.

Yanan ormanlarımızın çığlığını kimse duymadı. Birbirlerine haber verdiler mutlaka ama kımıldayacak halleri yoktu. Bir insan evladı uçak muçak uçurur su döker diye beklediler boşuna günlerce. Çay kuyruğuna girmeyen binlerce insan, kadın, erkek, yetişkin, çocuk canlarını yitirenler de dahil su koşuşturdular ateşe ama kurtaramadılar onları.

İnsanlararası kardeşliği beceremeyen ben, ağaç kardeşliğini de yok ettim. Tabii ki bana yatırım yapmayacak NASA falan.

Beter olayım ben.