Pervasız Pertavsız (09.03.2012)

İyi yönetilen her müzenin programının siyasal bir boyutu vardır. Bunu, siyaseti gündelik anlamına sıkıştırmadan söylüyorum elbet: Totaliter rejimli ülkeleri ayırıyorum, oralarda güdümlü yönetimler söz konusu; oysa, demokratik ülkelerin müzelerinin yönetiminde özerklik katsayısı yüksektir, genelde işbilirlik esas alınır, uzmanlığa saygı duyulur.

cumhuriyet.com.tr

Hind Rüzgârları

Beaubourg, bu mevsime aynı katta komşu, iki büyük sergiyle girdi: Birinde, izlek ağırlıklı bir toplu sergi, 'Paris-Delhi-Bombay'; ötekisinde François Morellet'nin son dönem çalışmaları var.

Morellet, 1926 doğumlu bir minimalist. Çizgiler, ışıklı çubuklar, düzgün keresteler aracılığıyla sıkı ve yoğun bir geometrik dil geliştiriyor. Besbelli amansız bir 'less is more' sanatçısı. Alabildiğine olgun bir evresinde üretiminin. Etkilendim çalışmalarından ve özgünlüğün giderek zorlaştığı bir alandan böylesine utkuyla çıkmış olmasından.

Paris-Delhi-Bombay sergisi, tam tersine, maksimalist ve globalist bir yaklaşıma dayanıyor. Doğuyla Batı iç içe geçirilmiş, yoğun bir söyleşi tabakası açılmış. Hind kültürü bir umman, Hindistan her şeyin fazla, büyük, aşırı, bir de dehşet renkli, sesli, kokulu olduğu bir ülke: Sergi alanına olabildiğince yansıtılmış bütün bu özellikleri.

Bir Modern Sanatlar müzesindeyiz. İki uca doğru savuruyor izleyiciyi iki sergi. İki derin, zorlu dünya dikiyor karşımıza program. Kendi merkezimizde bizi tedirgin ediyor: Merkeziliğin göreceliğini gözlerimize sokarak.

Pierre & Gilles'in, bir salonun duvarlarını tıkabasa doldurdukları ve aralarına müdahaleleriyle girdikleri çağdaş Hind ikonaları, uzaktan da olsa tanıdığımız(ı sandığımız) içerikleriyle bir sorgulama alanı açıyor insanın zihninde. Hind sinemasının, popüler kültürünün evrensel kitsch kataloğuna eklemlenen imge dünyası karşısında, budala mağrurluğuna teslim olmayan her 'seçkin' ister istemez sallanacaktır. Kollektif bir imgelemin yoğurduğu ve yoğrulduğu o ikonaların, Hindistan'da, bir Barthes'ı olmuş mudur?

Hindistan bir muammâ. Doğu, hâlâ sisler altında. Herkes Amerikan başkanını, Alman şansölyesini, Putin'i tanıyor; kaçı Hind başbakanının, Çin KP genel sekreterinin, başka deyişle yeryüzünün en büyük ülkelerinin başında gelen, iki milyarı aşkın insanın yaşadığı iki ülkenin yöneticilerinin adını biliyor?

Kültürel-Sanat bağlamında farklı sayılmaz durum. En kültürlümüz bir cahil, Hindistan ve Çin konusunda. Cemil Meriç, bir ölçüde Falih Rıfkı sayılmazsa, kimse görmemiştir Hind'in önemini, bizde. Mao olmasaydı, Çin'in adı geçmezdi Türkiye'de. Avrupalılar daha mı ilgili ve bilgili bu bağlamda, hayır: Globalizm, özgür mal dolaşımı üstünden işliyor, bir de köleleştirilmiş emek üstünden. Kültüre olsa olsa sahte bir hoşgörüyle yer açıyor, Oryantalizmin hacmini büyütüyorlar. Sanat alanında gözlemlenen açılım, bir buçuk yüzyıl önce yaşanan Evrensel Fuar furyasının gelişmemiş replikası. Kimse, Kapoor gibi birkaç yaratıcıyı gösterip bundan genel sonuçlar çıkarmaya kalkışmasın.

Kafamın üstünde kara bulutlar dolaşıyordu, Beaubourg'dan çıktığımda.

KAPOOR VE LEVİATHAN'I

Çağdaş sanat, çok güçlü kişisel kalkışımları ve bu özelliği tartışma götürmez başyapıtlarıyla yaratıcılık sahnesinin önünü kaplıyor - arkada, her zamanki gibi uçsuz bucaksız bir cürûf deposu, dev bir enkaz bırakarak. Duchamp'dan bu yana, bana kalırsa 'iyi'nin ve 'kötü'nün hemen teşhis edildiği bir serüven yaşanıyor; gelgelelim, 'kötü'nün, cavalacozun, ucuz replikaların karşılık bulmasına hâlâ engel olunamıyor: Post-modern dönemin doğurduğu estetik-etik değer karmaşasından sıyrılmak vakit alacak.

Grand Palais, göz kamaştırıcı uzamsal nitelikleriyle, Monumenta girişiminde hep üstün örnekleri seçip sunmayı sürdürüyor: Serra'dan, Kiefer'den, Boltanski'den sonra, müthiş Leviathan'ıyla Anish Kapoor ağırlandı son olarak.

Özgün, benzersiz, cüsseli ve soluklu bir yapıt ortaya çıkardı Hindistanlı sanatçı. Bu tarz girişimler önümüze bir evreni taşır: Kendi ölçekleri, ölçüsüzlükleri vardır. Dünyamıza yepyeni oylumlar kattı Kapoor, onlarla ince iş'in anıtsal olarak koyulabileceğini gösterdi. Leviathan, Eco'nun ünlü sözüyle: Bir 'açık yapıt'. Binbir yorumu çağıran duruşuyla, Uzay kavramına hem içbükey hem dışbükey birer devayna(sı)nın içinden sokulmamız için biçilmiş kaftan.

Önce tekinsiz bir oyun-cak, Leviathan. Ancak bir çocuğun imgelem özgürlüğü içinden baş edebileceği, kalıbına güç bela sığabilen bir kütle. Son derece yumuşak görünüyor, son derece sert. Her an devinime geçebileceği izlenimini doğuruyor, yerinden kımıldaması olanaksız. Her tarafından dolaşılabilen bir dış labirent, neden sonra içine girilen bir kapısı, geçiti olduğu anlaşılıyor. Tek işlevi: Kaplamak.

Uterus simgesi olarak görülüyor, sunuluyor Leviathan: Pekâlâ öyle de. Bir erotik kabartma zaten. Ama bir o kadar da var oluş/yok oluş, yoktan varoluş köprüsü kuruyor karşımızda. Haz ve korku, yan yanalar burada.

Anish Kapoor'un bütün eserlerini içerecek bir topografik kesitin düş/üne kapıldım, çıkışta.

Yerkürede değil de, bir başka gezegende.

Hiçbir işaret levhâsı, açıklama panosu kullanmadan, belli (gerekli) mesafeler koyarak, yapıtları içine serpiştireceğimiz, birinden ötekine yaklaşık çeyrek saat yürüyüşle yaklaşacağımız ufak bir ülke.

Ola ki takınak işte, bir ada.

Kapoor'lar adası.