Pense hidayete yeter mi?
Allah’ın yeryüzündeki işaretleri fantastik şekilde hep arandı. Ama ‘pense’, bir hayli komik kaçıyor.
Süreyya SuPenseyi bilmem ama haberi okuyanlar kesinlikle “Allah” diyordur!.. Bu tür haberler ara sıra çıkar; bal kovanındaki, meyvelerdeki, taşlardaki, ağaçlardaki, çiçeklerdeki bazı figür ve şekiller, Allah’ın yarattığı şeylere attığı imza olarak gösterilir ve Allah’ın varlığının ispatı sayılır. Mesela Sızıntı dergisi böyle haberlere çokça yer vermiştir. Bir yandan, evrim teorisini çürütme savıyla bilim, teolojinin hizmetine sokulurken, diğer yandan da doğadaki nesnelerde Allah’ın ayetlerini (işaret) okumak üzere “göstergebilim” seferber edilir.
Kelam'ın bayağılaşması
Allah’ın yeryüzündeki işaretleri artık doğada veya evrende değil, endüstriyel ürünlerde de aranıyor. Programa katılan konukların başka sohbet videolarında “Ekmeği yapan bir fırıncı varsa, seni de yaratan bir Allah var” gibi önermelerle Allah’ın varlığını ispata çalışıyorlar. Buna, “Kelam’ın bayağılaşması” diyebiliriz.
Kelam, bir yönüyle Allah inancını İslam kaynaklarına göre ve rasyonel yöntemlerle temellendirip savunmaya çalışan bir ilahiyat disiplinidir. Fakat kelama ait meseleler halkın anlayışına zor geldiği için, fantastik ispat yoluna gidilir.
Bu iftar programında da böyle bir fantastik ispat yoluna gidilmiş. Konuklar, bir gün banyoda tamir edilmesi gereken musluk hikâyesiyle sohbete giriyorlar. Gücü-kuvveti gayet yerinde olan adam penseyi alıp banyoya gitmiş. Çok uğraşmış ama musluğu sökememiş. Adam musluğu sökemeyince banyodan çıkmış. Evde bir de emekleyen bir bebek var. Adam banyoya geri geldiğinde ne görsün?! Musluk sökülmüş, pense de yerdeki bebeğin elinde. O musluğu bebeğin sökmesi mümkün olmadığına göre, ilahi bir güçten başkası bunu yapmış olamaz. İşte Allah’ın varlığına bir delil! “Hâlâ inanmayanların kalpleri taş olmuş” dedirten türden!..
Dindar dil oyunları
İftar programının sunucusu da bir yandan gülerek, “Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum” diyor, ama ben yine de bu insanların samimiyetine ve naifliğine tebessümle bakmaktan yanayım.
Bu hikâyenin Allah’ın varlığını ispat konusunda ne kadar yeterli olduğunu sorgulayacak değilim. İnsanlar inandıkları şeyin gerçekliğini ispat etmek isterler, ama bu ispat çabası, rasyonel argümanlar da getirse, genellikle kişinin sadece kendisini tatmin edebilecek bir sonuç verir. Şüphemiz varsa azalır veya gider, inancımız güçlenir. Ama aynı delil, başkaları için de ikna edici gelmeyebilir. Bu örnekteki gibi fantezinin sınırlarını zorlayan bir hikâyeden hidayet beklemek ise hiç mümkün değildir. Çünkü bir dine inanan kişilerle inanmayan kişiler bütünüyle farklı “dil oyunları” oynamaktadırlar. Yani inananla inanmayan bütünüyle farklı düzlemlerde düşünmektedir. İnanan ve inanmayan arasındaki fark, evrene başka pencerelerden bakmaktan kaynaklanır. Wittgenstein’ın dil felsefesi, bizi bu farklılık bilincine götürecek argümanlar içeriyor ama onu okumak da zahmetli iş.
Yine de Allah’ın varlığını ispat için penseden başka şeyler sunmak lazım. En azından ikna edici olmasa da tartışılabilir olsun. Yoksa bazıları için ibretlik gelen, başkaları için komik geliyor işte...