Pek çok ülke, aşı siparişlerini yaparak öncelik alırken Türkiye, bu konuda da geri kaldı

Sağlık Bakanlığı, Covid-19 salgınının yurt çapında yoğunluğunu belirten bir harita yayımladı. 100 bin kişide virüs bulaşan kişilerin il bazında oranlarını açıklayan bu haritada ilgi çekici özellikler vardı. İlk özellik, yurtta virüs bulaşmayan hiçbir ilin olmamasıydı. İkinci özellik, bazı illerdeki dikkat çekici yüksek oranlardı.

Dr. Erdal Atabek

Yazı dizinin ikinci sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

8-14 Şubat 2021 tarihli “bulaşan vaka oranı” belirten haritada “En Düşük Vaka Sayısı Olan İller” arasında Şırnak (7.82), Hakkâri (9.55), Bitlis (10.35), Van (14.89), Mardin (15.33), Batman (14.49) ve Diyarbakır (17.53) yer alıyordu.

Diyarbakır’a yakın bir il olan Adıyaman’da ise (100.55) yüksek bir oran dikkat çekici idi.

Asıl dikkat çekici olan ise Karadeniz Bölgesi’ndeki yüksek oranlardı.

Trabzon (228.02), Rize (202.44), Giresun (184.34), Ordu (194.42), Samsun (171.29) ile ülkenin en yüksek bulaşma oranlarına dikkat çekiliyordu.

Tam da bu tarihlerde, 15-16 Şubat 2021 tarihinde yapılan AKP il kongrelerindeki aşırı yoğun salonların “sosyal mesafeyi hiçe sayan” görüntüleri tepki çekiyor, alınan önlemlerin böylesine etkisiz bırakılması öfke uyandırıyordu.

Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu aşırı kalabalık salonları övgüyle karşılıyor, “tıklım tıklım doluyor”, “lebaleb dolu” sözleriyle partisinin coşkusunu keyifle açıklıyordu.

Trabzon ve Rize AKP il kongrelerindeki bu görüntüler, bu illerdeki yüksek bulaşma oranlarına da dikkat çekiyordu.

Yapılması gereken yasal toplantılar, kooperatif toplantıları, sendika toplantıları, meslek odaları toplantıları salgın nedeniyle yasaklanırken AKP kongrelerinin bu durumu açıkça siyasal iktidarın kendi kurallarına bile uymadığını ortaya koyuyordu. 

CEHALET...

Covid-19 pandemisi ile yapılan mücadele bütün vatandaşların sağlık bilincine sahip olmasıyla doğru orantılı bir çabaydı.

Ama Karadeniz Bölgesi’nde yapılan “filyasyon araştırmaları” çok ilgi çekici bulgulara ulaştı.

Filyasyon, salgının kaynaklarını araştırma demektir. Filyasyon ekipleri, bu amaçla kurulan çalışma gruplarıdır.

Bu gruplardaki doktorlar, Karadeniz Bölgesi’nde bir köyde tespit edilen “virüs pozitif vaka”nın, bir hastayı okuyan “üfürükçü kadın”ın 3 köyde bulaştırdığı 136 kişiden biri olduğunu buldu.

Üç ailenin birleşip lahana ve fasulye turşusu yaptığı bir olayın 21 pozitif vaka ile sonuçlandığını saptadılar. Bu ailelerle yapılan görüşmede, “turşunun virüse karşı bağışıklık kazandırdığı”, bu amaçla buluşarak turşu kurdukları anlaşıldı.

Gene, bir düğünden sonra görülen 27 pozitif vakanın kaynağının, hasta olduğunu gizleyip düğüne katılan bir akraba olduğunu buldular.

Bütün bu olayların temelinde, toplumun sağlık konusundaki cehaleti olduğu açıktır.

Sağlık Bakanlığı’nın, bağlı olduğu siyasal iktidarın geleneksel yapıdan aldığı oyları ürkütmemek için bu olayların üstüne gidemediği ortaya çıkıyor.

İktidar partisi olan AKP’nin kongreleri, halkın bilgisizliğine, hurafelere kapılmasına kayıtsız kalınması, salgının önlenmesinin önündeki en büyük engellerdir.

VE AŞILAMA BAŞLADI 

Salgının ilk aylarından başlayarak ortaya atılan aşı beklentisi, değişik ülkelerde yürütülen çalışmalarla başarıya ulaşıyordu.

Çin’de yapılan aşı Sinovac, Alman BioNTech - Pfizer aşısı iki Türk bilim insanı tarafından geliştirilmişti. AstraZeneca aşısı İngiltere’de geliştirilmişti. Her ülke kendi aşısını yapmak için çalışıyordu.

Türkiye’de, Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1928 yılında kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, aşıların ve antiserumların yapılması amacıyla hizmete açılmıştı. Birçok aşının üretildiği, birçok hastalığın tedavisinde kullanılan serumların yapıldığı bu yararlı kurum ne yazık ki 2011 yılında kapatılarak hizmet dışı bırakıldı.

Eğer bu kurumumuz geliştirilerek işlevini sürdürseydi şimdi biz kendi Covid-19 aşımız ile aşılanıyor olacaktık.

Ne yazık ki siyasal iktidarın birçok konudaki körleme gidişi, bu konuda da geri kalmamıza yol açtı.

Bu durumda Türkiye de ancak dışarıdan aşı siparişi ile halkın aşılanma gereksinimini karşılayabilirdi.

Oysa bu konuda da gecikildi. Birçok ülke, aşı siparişlerini yaparak öncelik alırken bizdeki aşılama çalışmaları geç ve güç başladı.

Aile hekimliği merkezlerinde yürütülen aşı çalışmaları görece bir takvimle yürütülmektedir.

Öncelikle sağlık çalışanlarının aşılanması zorunludur. 

Sonra da yaşlılardan başlayarak bütün toplumun aşılanması gerekmektedir.

2021 yılının ocak-şubat-mart aylarında yürütülen aşı çalışmaları toplumun ancak bir bölümüne ulaşmaktadır.

Gene de aşı çalışmaları salgının öteki yanlarına göre daha düzene oturacak gibi görünmektedir.

Aşıların dünya ölçeğinde dağılımı gene “zengin - fakir ülkeler” ayrımına göre olmaktadır.

Zengin ve gelişmiş ülkeler, toplumlarının aşılama çalışmalarını başarıyla yürütürken geri bıraktırılmış fakir ülkelerin hiç aşı alamadığı anlaşılmaktadır.

Bizim ülkemizin aşılamada geç kaldığı, aşılama çalışmalarının düzenlenmesinde de yanlışlar yapıldığı görülmektedir.

Gene de halkın çoğunluğu aşı olmak için çaba harcamakta, randevu alma ve aşısını yaptırma peşinde koşmaktadır.

AŞI KARŞITLIĞI VAR MI?

Aşı karşıtları hiçbir zaman eksik olmamıştır.

Zaman zaman bütün aşılara karşı tepkisel davranışlar toplumda yandaşlar bulmuş, aşıların yan etkileri öne sürülerek aşılamaya karşı çıkılmıştır.

Bu arada, Covid-19 virüsünün yaptığı salgının da uydurma olduğu, ilaç şirketlerinin böyle savlar öne sürerek kendi kârlarının peşinde koştuğu öne sürülmüştür.

Aşıların da ilaç şirketlerinin kazancı için reklamının yapıldığı, aşıların etkili olmadığı, bu nedenle de yaptırılmaması gerektiği savlanmıştır.

Ancak kamuoyunu etkileme açısından bu karşı çıkışların etkili olamadıkları anlaşılmaktadır.

Devlet yetkililerinin, muhalefet önderlerinin aşı yaptırdıkları, bu örneklerin TV ve benzeri yayın organlarında yer alması, toplumun aşılama çalışmalarında etkili örnekler oluşturmuştur.

Toplumun aşı karşıtlığına teslim olmaması, bu salgınla savaşımda olumlu bir gelişmedir.

SALGININ VERDİĞİ 8 DERS

Elbette bu salgının da bütün toplumlara verdiği dersler vardır.

  1. Hiçbir zaman durumunuzun değişmez olduğunu sanmayacaksınız. Gözle görülmeyen bir virüs bile yaşamınızı değiştirmeye yeterlidir.
  2. Her zaman, hayatın her değişikliğine hazır olacaksınız. Yaşam dayanıklılığınız en büyük yardımcınızdır.
  3. Bağışıklık sisteminize her zaman büyük önem vereceksiniz. Psikolojik bağışıklılık, bedensel bağışıklılık, sosyal bağışıklılık sizin dayanma gücünüzdür.
  4. Toplumsal dayanışmanız her zaman çok önemlidir. Böyle yaygın afetlerde en büyük gücünüz birbirinize yardım etmeniz, güç vermenizdir.
  5. Bireysel ve sosyal bilinciniz, bütün afetlerde en büyük desteğinizdir. Bilime güveneceksiniz. Bilimsel bilgiler, teknik gelişmeler sizin kurtarıcılarınızdır. Dogmalar, hurafeler sizi doğru önlemlerden alıkoyar.
  6. Güvenilir yönetime bu durumlarda çok büyük gereksinmeniz vardır. Güvenilir yönetim; denetlenebilen, sorumluluk alan, yanlışını kabul eden, yanlışından hesap vermeyi bilen yönetimlerdir. Böyle bir yönetiminiz yoksa, güven duygusunu kaybedersiniz. Bu da güç durumlarda sizi birlik olmaktan alıkoyar. 
  7. Ekonomik gücünüzün ne denli önemli olduğu bu salgında görüldü. Bütün sektörlerde herkesin geliri azaldı, gideri ise arttı. Bu da zamanında birikim yapmanın önemini gösterdi. Bu olay, kişiler kadar toplumların da devletlerin de sorunu olmuştur. Devletin ekonomisinin yönetimi, bu afetlerde ortaya çıkmaktadır. Sizin de bu durumu görmeniz gerekir.
  8. Sonuçta her şey, siyasal iktidara dayanmaktadır.

Hesap veren, sorumluluğunu kabul eden, yanlışını düzeltmek isteyen, gerektiğinde istifa etmeyi bilen bir iktidar sizin oylarınızla seçilecektir.

Bu da sizin her zaman sorumluluğunu bilen bir yurttaş olma görevinizdir.

Bir virüs salgınının verdiği bu dersler de bütün toplumlar için uyarıcı olmalıdır.

Bizim toplum olarak bu derslere gereksinmemiz çok daha açık, çok daha önemlidir.

Geleceğimiz bu olaylardan çıkaracağımız sonuçlarla yakından ilgilidir.

Gelecek kararlılığımız da toplumsal sorumluluğumuzla buluşsun...

TEŞEKKÜR

Dizinin hazırlanmasında katkıda bulunan İTO Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip ve halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Nilay Etiler’e teşekkür ediyorum.