Pavyona düşmeyegör...

Erden Kıral’ın olgunluk dönemi filmi ‘Gece’ bugün başlıyor.

Sungu Çapan

Yılmaz Güney’den Wenders’e, Fassbinder’den Angelopoulos’a ve Bresson’a kadar çeşitli yaratıcı yönetmenler, toplumsal gerçekçilik ya da Cinema Novo vb. gibi akımlar ve sosyopolitik çalkantılardan etkilenip esinlenerek, habire baskılarla sansürle mücadele ederek (estetik görüşlerinden de ödün vermeksizin), kendine özgü üslubunu geliştirdiği, sinema yazarlığıyla dergiciliğinin ardından reklam filmleri ve belgeseller çekerek başlamış 40 yıllık, çileli kariyerinde “Bereketli Topraklar Üzerinde", “Hakkari’de Bir Mevsim”, “Ayna”, “Mavi Sürgün”, “Yolda” gibi önemli filmleriyle çoktan Türk sinema tarihinde yerini almış, 1970’lerden günümüze, yıldız sistemi ve taklit-melodram ağırlıklı Yeşilçam sinemasını biçim-içerik bakımından yenileyerek Yılmaz Güney ustanın izini sürdüren yönetmenler kuşağının halen çalışıp üreten tek temsilcisi olagelen, 1942 doğumlu Erden Kıral'ın son filmi “Gece” bugün başlıyor.

2008 yapımı “Vicdan”dan sonra bir kez daha neon ışıklı pavyonların dışardan göz alan, parlak ama nice acılar-dramlar barındıran, renkli alemine daldırıyor sinemaseverleri “Gece”. İzmir’de, şimdilerde gece kulübü de denen, assolist Niran Ünsal’ın şakıdığı, alaturka bir pavyonda çalışan bir karı-kocanın, konsomatris Süsen’le (yönetmenin gözde oyuncusu Nurgül Yeşilçay) bar fedaisi Yusuf’un (Mert Fırat) iş dönüşü evde bağrış-çağrış tartışmasının ardından teskinleştirici, ihtiraslı bir sevişme sahnesiyle açılıyor “Gece”.

Hastalıklı, Sado-mazo ilişkilerinin birbirlerini tükettiği çiftin evinde ağırladığı, yatıya da kalan pavyon patronu Ekrem (İlyas Salman) Süsen’e kesik.

Hapçı ve cıgarılıkçı Yusuf patrona borçlu olduğu için mecburen karısıyla kırıştırmasını sineye çekiyor, çok kıskanmasına rağmen.

Film ilerledikçe güneydoğudaki köylerin boşaltıldığı 1990'larda İzmir’e taşınmış bir Kürt ailenin kızı olduğunu öğreneceğimiz Süsen’in, eylem için harekete geçecek, devrimci bir grubun reisi olan büyük abisi Zahit'in (Teoman Kumbaracıbaşı) yanısıra, kocası kayıp yaşlı anneleriyle (Nur Sürer) oturan 2 kardeşi daha var: kunduracı Nahit'le (Hakan Yufkacıgil) öğrenci Gülcan (Vildan Atasever).

Eylemci gruba katılan Nahit hapse düşünce sonunda ailenin en akıllısı Gülcan’ın kollarında öleceği bir açlık grevine yatar. Kalleşçe arkadan vurulan abisi Zahit’in yerdeki ölüsüne denk gelince acısından dağıtıp pavyonu basarak ortalığı kırıp döken, sövüp sayan Süsen’i anında kapıya koyar patron Ekrem.

Daha önce patronun adamlarınca dövülüp kolu kırılmış, bir de Süsen’in pavyon arkadaşı, Behçet Necatigil’den dizeler okuyan, şair Cemal’e (Hakan Karahan) de hayran Alev’in (Ayça Damgacı) kazayla karışık ayağına sıktığı Yusuf’u da kovar tabii ki.

Finalde de, sürekli kusan, artık iyice dibe vurmuş, çolak-topal Yusuf’u, üstü başı dökülen karısını kamyonculara satarken görürüz!

Kıral’ın, “Vicdan”a da kaynaklık eden Hasan Özkılıç’ın eserinden Rıza Kıraç’la birlikte senaryosunu yazdığı, kameraman Feza Çaldıran’ın görüntülediği, Dağhan’la Sara Baydur’un müziklediği, özünde bir türlü biraraya gelemeyen bir aileye odaklanmış bu “Gece”ye yapılacak ilk eleştiri, yerlerinden yurtlarından edilip çıkageldikleri büyük kentte dağılıp parçalanmış, güneydoğulu ailenin pavyona düşmüş kızıyla kocasının, damardan arabesk tonlamalarla anlatılmış, psikodramatik hikayesine, eyleme geçecek grubun biraz yama gibi eklendiği olabilir.

Ne var ki mutlu hayat beklentisinden çoktan vazgeçmiş, bezgin, kaderci, pavyon gülü Süsen rolündeki Nurgül Yeşilçay’la habire aksırıp tıksıran, fedai kocasını canlandıran Mert Fırat başta olmak üzere, Vildan Atasever’inden İlyas Salman’ına kadar tüm kadronun başarıyla oynayıp kanlı canlı tiplemeler çizdiği performanslarına, örneğin pavyon kulisini gerçekçi ayrıntılarla yansıtan akıcı anlatımından şık şıkırdım-cümbüşlü görselliğine, gerçekten beceri gerektiren dahili mekan çekimlerinden lümpen-arabeskimsi hissiyatına kadar, artık olgunluk dönemindeki bir usta yönetmenin elinden çıkma, akılda ve gönülde iz bırakan, farklı, trajik, hüzünlü ve olgun bir film izlenimi uyandırdı bende bu “Gece”.

Yeni başlayanlar:

Haftanın bir başka görülesi filmi de, Filmekimi’nden kalma, Avustralya yapımı “The Turning-Dönüş” kuşkusuz. Ödüllü yazar Tim Winton’un, küçük bir kıyı kasabasının sakinlerinin başlarına gelenleri aktaran kısa hikayelerinden uyarlanmış, birbirine bağlı ya bağımsız 9 bölümlerden oluşan “Dönüş”, 1990’larda çıkış yapan Avustralya sinemasının parlak bir gövde gösterisi gibi.

Aralarında oyuncu Mia Wasikowska’yla David Wenham’ın da olduğu, farklı disiplinlerden Robert Connolly, Tony Ayres, Stephen Page, Claire McCarthy, Simon Stone, Warweck Thornton gibi isimlerin yönettiği 9 bölümden bütünlenen filmde Cate Blanchett, Hugo Wearing, Rose Byrne gibi ünlüler de oynuyor.

Bugün başlayan bir başka övgüye ve seyredeğer film de, Saraybosna’dan en iyi film ödülüyle dönüp Antalya’dan da 4 Altın Portakal kazanan, Feyyaz Duman, Zübeyde Ronahi ve Nesrin Cavadzade’nin oynadığı, yönetmen Erol Mintaş’ın ilk uzun metrajı: “Annemin Şarkısı”.

Hakan Algül’ün, başroldeki Gupse Özay’ın senaryosundan çektiği yeni komedisi “Deliha”, Sümeya Kökten’in psikolojik gerilim türündeki “Gizli Yüzler” ve Faik Ahmet Akıncı’nın yazıp yönettiği “Oyuncak Tabanca” haftanın öteki yerli yapımları.

Farrelly kardeşlerin yine Jim Carrey-Jeff Daniels ikilisiyle ilkinden 20 yıl sonra çektikleri devam filmi “Dumb and Dumber To-Salak ile Avanak 2” ve Scott Frank imzalı Liam Neeson’lu sıradan polisiye “A Walk Among the Tombstones-Kanunun Ötesinde” de bugün gösterime giriyor.